English    Türkçe    فارسی   

6
2426-2450

  • Akıllılar, ebediliğe ulaşmışlardır. Şu halde onların vücudu ile bu âlemde mâna bakımından bâkidir.
  • عاقلان را چون بقا آمد ابد  ** پس به معنی این جهان باقی بود 
  • Bunu üzerine önce Yahudi gördüğünü söyledi, geceleyin ruhu nerelerde gezdiyse anlattı.
  • پس جهود آورد آنچ دیده بود  ** تا کجا شب روح او گردیده بود 
  • Dedi ki: Yolda önüme Musa çıktı. Öyledir, kedi rüyasında yağlı kuyruk görür.
  • گفت در ره موسی‌ام آمد به پیش  ** گربه بیند دنبه اندر خواب خویش 
  • Musa’nın ardında Tur dağına gittim. Ben de Musa’da Tur dağı da nura gark olduk, görünmez bir hale geldik.
  • در پی موسی شدم تا کوه طور  ** هر سه‌مان گشتیم ناپیدا ز نور 
  • O güneşin nuru ile üç gölge de mahvoldu. Ondan sonra o nurdan bir kapı açıldı. 2430
  • هر سه سایه محو شد زان آفتاب  ** بعد از آن زان نور شد یک فتح باب 
  • O nurun içinden bir başka nur göründü. O ikinci nur, çabucak yüceldi.
  • نور دیگر از دل آن نور رست  ** پس ترقی جست آن ثانیش چست 
  • Ben de, Musa’da, Tur dağı da... Üçümüzde o nurun doğmasıyla kaybolduk.
  • هم من و هم موسی و هم کوه طور  ** هر سه گم گشتیم زان اشراق نور 
  • Ondan sonra gördüm, Tanrı nuru, ona üfürünce dağ üçe ayrıldı.
  • بعد از آن دیدم که که سه شاخ شد  ** چونک نور حق درو نفاخ شد 
  • Heybet sıfatı ona tecelli edince parçalar, birbirinden ayrıldı, her bir parçası bir tarafa gitti.
  • وصف هیبت چون تجلی زد برو  ** می‌سکست از هم همی‌شد سو به سو 
  • Bir parçası denize doğru gitti. Zehir gibi acı olan deniz suyu, bu yüzden tatlılaştı. 2435
  • آن یکی شاخ که آمد سوی یم  ** گشت شیرین آب تلخ هم‌چو سم 
  • İkinci parçası yere geçti, yerden tatlı sular, deva çeşmeleri kaynadı.
  • آن یکی شاخش فرو شد در زمین  ** چشمه‌ی دارو برون آمد معین 
  • Tertemiz vahyin kutluluğundan o sular, bütün hastalara şifa kesildi.
  • که شفای جمله رنجوران شد آب  ** از همایونی وحی مستطاب 
  • Öbür parçası da derhal uçup da Kâbe’nin yanına gitti, Arafat dağı oldu.
  • آن یکی شاخ دگر پرید زود  ** تا جوار کعبه که عرفات بود 
  • Sonra tekrar o sesten kendime geldim, bir de gördüm ki Tur yerindeydi, ne eksiği vardı, ne fazlalığı.
  • باز از آن صعقه چو با خود آمدم  ** طور بر جا بد نه افزون و نه کم 
  • Fakat Musa’nın ayağı altında buz gibi eriyordu. Ne çukuru kaldı ne tepesi. 2440
  • لیک زیر پای موسی هم‌چو یخ  ** می‌گدازید او نماندش شاخ و شخ 
  • Heybetten yerle bir oldu, tepesi de o heybetle eteğiyle birleşti.
  • با زمین هموار شد که از نهیب  ** گشت بالایش از آن هیبت نشیب 
  • Derken yine kendime geldim, gördüm ki Tur’la Musa, eskisi gidi durmakta.
  • باز با خود آمدم زان انتشار  ** باز دیدم طور و موسی برقرار 
  • Yalnız dağın eteğindeki çölde yüzleri Musa’ya benzeyen bir alay halk var.
  • وآن بیابان سر به سر در ذیل کوه  ** پر خلایق شکل موسی در وجوه 
  • Onun gibi onların ellerinde de birer asâ var, hırkası, tıpkı onların hırkasına benziyor. Hepside eteğini çemremiş kendi turuna gitmekte.
  • چون عصا و خرقه‌ی او خرقه‌شان  ** جمله سوی طور خوش دامن کشان 
  • Hepsi ellerini duaya kaldırmış, “Rabbim bana görün” demeye koyulmuş. 2445
  • جمله کفها در دعا افراخته  ** نغمه‌ی ارنی به هم در ساخته 
  • Sonra yine o dalgınlıktan kendime geldim, her birinin sureti bana başka türlü göründü.
  • باز آن غشیان چو از من رفت زود  ** صورت هر یک دگرگونم نمود 
  • Hepsi de Tanrı âşığı peygamberdi bunların. Bu suretle bana peygamberlerin birliği anlatılmış oldu.
  • انبیا بودند ایشان اهل ود  ** اتحاد انبیاام فهم شد 
  • Bu sırada yine o ulu melekleri gördüm. Kardan meydana gelmişti bunlar.
  • باز املاکی همی دیدم شگرف  ** صورت ایشان بد از اجرام برف 
  • Bunlardan başka yardım dileyen bir halka melek daha vardı ki onlarda ateşten yaratılmışlardı.
  • حلقه‌ی دیگر ملایک مستعین  ** صورت ایشان به جمله آتشین 
  • O çıfıt böyle söyleyip duruyordu. Nice Yahudi vardır ki sonu iyi olur. 2450
  • زین نسق می‌گفت آن شخص جهود  ** بس جهودی که آخرش محمود بود