English    Türkçe    فارسی   

6
3947-3971

  • Onu gah yumuşaklıkla gah sert bir halde yoğurur durur, elinin altında ondan çak, çak diye sesler çıkar.
  • بسرشد گاهیش نرم و گه درشت  ** زو بر آرد چاق چاقی زیر مشت 
  • Gah onu uzatır, tahta üstünde yassı bir hale getirir. Gah bir araya toplar.
  • گاه پهنش واکشد بر تخته‌ای  ** درهمش آرد گهی یک لخته‌ای 
  • Gah su döker, gah tuz eker. Gah tandıra yayar, ateşle onu mehenge vurur.
  • گاه در وی ریزد آب و گه نمک  ** از تنور و آتشش سازد محک 
  • İstekli ve istenen, bu çeşit dürülüp bükülür, Alt olan ve üst gelen, bu oyundadır işte. 3950
  • این چنین پیچند مطلوب و طلوب  ** اندرین لعبند مغلوب و غلوب 
  • Bu oyun yalnız kocayla karı arasında olmaz. Her aşıkla her sevgili de bu oyunu oynar.
  • این لعب تنها نه شو را با زنست  ** هر عشیق و عاشقی را این فنست 
  • Evveli olmayanla sonradan olanın, varlıkla var olup suret kabul edenin Vise ve Ramin gibi bükülüp ezilmesi farzdır.
  • از قدیم و حادث و عین و عرض  ** پیچشی چون ویس و رامین مفترض 
  • Fakat her birinin oyunu başka bir çeşittir. Her birinin ezilip büzülmesi başka bir hünerdendir.
  • لیک لعب هر یکی رنگی دگر  ** پیچش هر یک ز فرهنگی دگر 
  • Kocayla karıyı ey koca karını kötü tutma, hoş tut demek için örnek olarak söyledim.
  • شوی و زن را گفته شد بهر مثال  ** که مکن ای شوی زن را بد گسیل 
  • Gerdek gecesi yenge onun elini tutup hoş bir emanet olarak senin eline vermedi mi? 3955
  • آن شب گردک نه ینگا دست او  ** خوش امانت داد اندر دست تو 
  • Ey güvenilir kişi sen iyi kötü ne yaparsan Tanrı da sana onu yapar.
  • کانچ با او تو کنی ای معتمد  ** از بد و نیکی خدا با تو کند 
  • Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
  • حاصل این‌جا این فقیه از بی‌خودی  ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی 
  • O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
  • آن فقیه افتاد بر آن حورزاد  ** آتش او اندر آن پنبه فتاد 
  • Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
  • جان به جان پیوست و قالب‌ها چخید  ** چون دو مرغ سربریده می‌طپید 
  • Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı. 3960
  • چه سقایه چه ملک چه ارسلان  ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان 
  • Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
  • چشمشان افتاده اندر عین و غین  ** نه حسن پیداست این‌جا نه حسین 
  • Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
  • شد دراز و کو طریق بازگشت  ** انتظار شاه هم از حد گذشت 
  • Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
  • شاه آمد تا ببیند واقعه  ** دید آن‌جا زلزله‌ی القارعه 
  • Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
  • آن فقیه از بیم برجست و برفت  ** سوی مجلس جام را بربود تفت 
  • Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı. 3965
  • شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال  ** تشنه‌ی خون دو جفت بدفعال 
  • Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
  • چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر  ** تلخ و خونی گشته هم‌چون جام زهر 
  • Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
  • بانگ زد بر ساقیش که ای گرم‌دار  ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر 
  • Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
  • خنده آمد شاه را گفت ای کیا  ** آمدم با طبع آن دختر ترا 
  • Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
  • پادشاهم کار من عدلست و داد  ** زان خورم که یار را جودم بداد 
  • Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım? 3970
  • آنچ آن را من ننوشم هم‌چو نوش  ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش 
  • Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
  • زان خورانم من غلامان را که من  ** می‌خورم بر خوان خاص خویشتن