English    Türkçe    فارسی   

6
4468-4492

  • Bütün gözetleyenler, uyku şarabiyle sarhoştur. Gece Zencisi, hepsinin boynunu vurmuştur.
  • جمله جاسوسان ز خمر خواب مست  ** زنگی شب جمله را گردن زدست 
  • Hâsılı o şeker dudaklı, o canım dudaklariyle kadıya şaşırtıcı afsunlar okudu.
  • خواند بر قاضی فسون‌های عجب  ** آن شکرلب وانگهانی از چه لب 
  • İblis, Âdem'e nice defa masallar okudu ama Havva, ye dedi de Adem, Tanrı tarafından yemeyin denen meyvayı o vakit yedi. 4470
  • چند با آدم بلیس افسانه کرد  ** چون حوا گفتش بخور آنگاه خورد 
  • Âlemde zulümle dökülen ilk kan, kadın yüzünden ve Kaabil'in elinden çıktı.
  • اولین خون در جهان ظلم و داد  ** از کف قابیل بهر زن فتاد 
  • Nuh, tavada ne kadar kebap kızartmak istese Vahile, durmadan tavaya taş atardı.
  • نوح چون بر تابه بریان ساختی  ** واهله بر تابه سنگ انداختی 
  • Kadın hilesi onun işine üstün olur, onun saf öğüt suyunu bulandırır giderdi.
  • مکر زن بر کار او چیره شدی  ** آب صاف وعظ او تیره شدی 
  • Kavmine gizlice, amanın bu sapıklardan dininizi koruyun derdi.
  • قوم را پیغام کردی از نهان  ** که نگه دارید دین زین گمرهان 
  • Kadının, Cuha' nın karısının evine gitmesi, Cuha' nın kızgın bir halde kapının halkasını dövmesi, kadının sandığa gizlenmesi.
  • رفتن قاضی به خانه‌ی زن جوحی و حلقه زدن جوحی به خشم بر در و گریختن قاضی در صندوقی الی آخره 
  • Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu. Akıllı kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü. 4475
  • مکر زن پایان ندارد رفت شب  ** قاضی زیرک سوی زن بهر دب 
  • Kadın iki mum yaktı. Yemek ve çerez hazırlamıştı. Kadı gelince biz aslen dedi, içmeden sarhoşuz.
  • زن دو شمع و نقل مجلس راست کرد  ** گفت ما مستیم بی این آب‌خورد 
  • Tam bu sırada Cuha gelip kapıyı döğmeye başladı. Kadı, yerinden sıçradı, bir kaçacak yer aramaya koyuldu.
  • اندر آن دم جوحی آمد در بزد  ** جست قاضی مهربی تا در خزد 
  • Ortada bir sandıktan başka kaçacak yer yoktu. Hemen korkusundan sandığın içine girdi.
  • غیر صندوقی ندید او خلوتی  ** رفت در صندوق از خوف آن فتی 
  • Derken Cuha eve girdi. Başladı söylenmeye: A kadın, a yazın da bana vebal olan, kışın da.
  • اندر آمد جوحی و گفت ای حریف  ** اتی وبالم در ربیع و در خریف 
  • Neyim var da sana feda etmiyorum? Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın? 4480
  • من چه دارم که فداات نیست آن  ** که ز من فریاد داری هر زمان 
  • Bana kötü kötü sözler söylemede, gah müflis, gah kaltaban demedesin.
  • بر لب خشکم گشادستی زبان  ** گاه مفلس خوانیم گه قلتبان 
  • Benim olsa olsa iki derdim var: Biri senden, biri Tanrı'dan!
  • این دو علت گر بود ای جان مرا  ** آن یکی از تست و دیگر از خدا 
  • Töhmet atılacak, şüphe uyandıracak bir şu sandıktan başka neyim var ki?
  • من چه دارم غیر آن صندوق که آن  ** هست مایه‌ی تهمت و پایه‌ی گمان 
  • Halk da içinde altınım var sanıyor, hakkımda böyle şüphelere düşüyor.
  • خلق پندارند زر دارم درون  ** داد واگیرند از من زین ظنون 
  • Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş! 4485
  • صورت صندوق بس زیباست لیک  ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک 
  • Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
  • چون تن زراق خوب و با وقار  ** اندر آن سله نیابی غیر مار 
  • Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
  • من برم صندوق را فردا به کو  ** پس بسوزم در میان چارسو 
  • Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
  • تا ببیند مومن و گبر و جهود  ** که درین صندوق جز لعنت نبود 
  • Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
  • گفت زن هی در گذر ای مرد ازین  ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین 
  • Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi. 4490
  • از پگه حمال آورد او چو باد  ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد 
  • Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
  • اندر آن صندوق قاضی از نکال  ** بانگ می‌زد که ای حمال و ای حمال 
  • Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
  • کرد آن حمال راست و چپ نظر  ** کز چه سو در می‌رسد بانک و خبر