English    Türkçe    فارسی   

1
1835-1884

  • Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir. 1835
  • هر که داد او حسن خود را در مزاد ** صد قضای بد سوی او رو نهاد
  • Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.
  • چشمها و خشمها و رشکها ** بر سرش ریزد چو آب از مشکها
  • Düşmanlar kıskançlıklarından onu parça parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler.
  • دشمنان او را ز غیرت می‌‌درند ** دوستان هم روزگارش می‌‌برند
  • Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin!
  • آن که غافل بود از کشت بهار ** او چه داند قیمت این روزگار
  • Tanrı lütfunun himayesine sığınman gerektir. Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuflar döktü.
  • در پناه لطف حق باید گریخت ** کاو هزاران لطف بر ارواح ریخت‌‌
  • Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penah bulasın. Ama nasıl penah? Su ve ateş bile senin askerin olur. 1840
  • تا پناهی یابی آن گه چون پناه ** آب و آتش مر ترا گردد سپاه‌‌
  • Nûh’a ve Mûsâ’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi?
  • نوح و موسی را نه دریا یار شد ** نه بر اعداشان به کین قهار شد
  • Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı?
  • آتش ابراهیم را نی قلعه بود ** تا بر آورد از دل نمرود دود
  • Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kastedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi?
  • کوه یحیی را نه سوی خویش خواند ** قاصدانش را به زخم سنگ راند
  • Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi? “ dedi” diye cevap verdi.
  • گفت ای یحیی بیا در من گریز ** تا پناهت باشم از شمشیر تیز
  • Dudunun tacire veda edip uçması
  • وداع کردن طوطی خواجه را و پریدن‌‌
  • Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allahaısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi. 1845
  • یک دو پندش داد طوطی بی‌‌نفاق ** بعد از آن گفتش سلام الفراق‌‌
  • Efendisi dedi ki: “Allah selâmet versin git. Sen bana yeni bir yol gösterdin”.
  • خواجه گفتش فی أمان الله برو ** مر مرا اکنون نمودی راه نو
  • Tacir, kendi kendine dedi ki: Bu bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.
  • خواجه با خود گفت کاین پند من است ** راه او گیرم که این ره روشن است‌‌
  • Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli.”
  • جان من کمتر ز طوطی کی بود ** جان چنین باید که نیکو پی بود
  • Halkın, bir kişiyi ululamasının ve halk tarafından parmakla gösterilmenin kötülüğü
  • مضرت تعظیم خلق و انگشت نمای شدن‌‌
  • Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir.
  • تن قفس شکل است تن شد خار جان ** در فریب داخلان و خارجان‌‌
  • Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim”der. 1850
  • اینش گوید من شوم هم راز تو ** و آنش گوید نی منم انباز تو
  • Bu der ki: “Varlık âleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.”
  • اینش گوید نیست چون تو در وجود ** در جمال و فضل و در احسان و جود
  • Öbürü der ki: “İki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tâbidir.”
  • آنش گوید هر دو عالم آن تست ** جمله جانهامان طفیل جان تست‌‌
  • O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmağa başlar.
  • او چو بیند خلق را سر مست خویش ** از تکبر می‌‌رود از دست خویش‌‌
  • Şeytan onun gibi binlerce kişiyi ırmağa atmıştır!
  • او نداند که هزاران را چو او ** دیو افکنده ست اندر آب جو
  • Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır! 1855
  • لطف و سالوس جهان خوش لقمه‌‌ای است ** کمترش خور کان پر آتش لقمه‌‌ای است‌‌
  • Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar.
  • آتشش پنهان و ذوقش آشکار ** دود او ظاهر شود پایان کار
  • Sen “Ben o metihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme!
  • تو مگو آن مدح را من کی خورم ** از طمع می‌‌گوید او پی می‌‌برم‌‌
  • Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar.
  • مادحت گر هجو گوید بر ملا ** روزها سوزد دلت ز آن سوزها
  • Onun; mahrumiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyan ettiğinden dolayı aleyhinde bulunduğu halde,
  • گر چه دانی کاو ز حرمان گفت آن ** کان طمع که داشت از تو شد زیان‌‌
  • O sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Metihten de bir ululuk gelir, dene de bak! 1860
  • آن اثر می‌‌ماندت در اندرون ** در مدیح این حالتت هست آزمون‌‌
  • Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O metih canın ululanmasına, aldanmasına sebep olur.
  • آن اثر هم روزها باقی بود ** مایه‌‌ی کبر و خداع جان شود
  • Fakat bu tesir, zahiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür.
  • لیک ننماید چو شیرین است مدح ** بد نماید ز آن که تلخ افتاد قدح‌‌
  • Kınanmak, kaynatılmış ilâç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ıstırap ve elem içinde kalırsın.
  • همچو مطبوخ است و حب کان را خوری ** تا به دیری شورش و رنج اندری‌‌
  • Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez.
  • ور خوری حلوا بود ذوقش دمی ** این اثر چون آن نمی‌‌پاید همی‌‌
  • Zahiren uzun sürdüğü için de tesiri, gizlidir. Her şeyi, zıddıyla anla! 1865
  • چون نمی‌‌پاید همی‌‌پاید نهان ** هر ضدی را تو به ضد او بدان‌‌
  • Medhin tesiri, şekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücutta deşilmesi icabeden bir çıban çıkar.
  • چون شکر پاید نهان تاثیر او ** بعد حینی دمل آرد نیش جو
  • Nefis çok övülmesi yüzünden Firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama!
  • نفس از بس مدحها فرعون شد ** کن ذلیل النفس هونا لا تسد
  • Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!
  • تا توانی بنده شو سلطان مباش ** زخم کش چون گوی شو چوگان مباش‌‌
  • Yoksa senin bu letafetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar.
  • ور نه چون لطفت نماند وین جمال ** از تو آید آن حریفان را ملال‌‌
  • Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Şeytan” adını takarlar. 1870
  • آن جماعت کت همی‌‌دادند ریو ** چون ببینندت بگویندت که دیو
  • Seni kapı dibinde görünce hepsi birden “Mezarından çıkmış hortlak” derler;
  • جمله گویندت چو بینندت به در ** مرده‌‌ای از گور خود بر کرد سر
  • Genç oğlan gibi. Ona önce Tanrı adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzağa düşürmek isterler.
  • همچو امرد که خدا نامش کنند ** تا بدین سالوس در دامش کنند
  • Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklaşmaktan Şeytan bile utanır.
  • چون که در بد نامی آمد ریش او ** دیو را ننگ آید از تفتیش او
  • Şeytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Şeytan’dan da betersin.
  • دیو سوی آدمی شد بهر شر ** سوی تو ناید که از دیوی بتر
  • Şeytan, sen insan oldukça izini izler, ardından koşar, sana şarabını tattırırdı. 1875
  • تا تو بودی آدمی دیو از پی‌‌ات ** می‌‌دوید و می‌‌چشانید او می‌‌ات‌‌
  • Ey bir işe yaramaz adam! Şeytan huyunda ayak direyip şeytanlaşınca senden Şeytan da kaçmaktadır.
  • چون شدی در خوی دیوی استوار ** می‌‌گریزد از تو دیو نابکار
  • Eteğine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!
  • آن که اندر دامنت آویخت او ** چون چنین گشتی ز تو بگریخت او
  • “ Mâşâllahu Kân “ sözünün tefsiri
  • تفسیر ما شاء الله کان‌‌
  • Bunların hepsini söyledik ama Tanrı inayetleri olmadıkça Tanrı yolunda hiçiz, hiç!
  • این همه گفتیم لیک اندر بسیچ ** بی‌‌عنایات خدا هیچیم هیچ‌‌
  • Tanrı’nın ve Tanrı erlerinin inayetleri olmazsa melek bile olsa defteri kapkaradır.
  • بی‌‌عنایات حق و خاصان حق ** گر ملک باشد سیاه استش ورق‌‌
  • Ey Tanrı, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil. 1880
  • ای خدا ای فضل تو حاجت روا ** با تو یاد هیچ کس نبود روا
  • Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.
  • این قدر ارشاد تو بخشیده‌‌ای ** تا بدین بس عیب ما پوشیده‌‌ای‌‌
  • Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır.
  • قطره‌‌ای دانش که بخشیدی ز پیش ** متصل گردان به دریاهای خویش‌‌
  • Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar!
  • قطره‌‌ای علم است اندر جان من ** وارهانش از هوا وز خاک تن‌‌
  • Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et!
  • پیش از آن کاین خاکها خسفش کنند ** پیش از آن کاین بادها نشفش کنند