English    Türkçe    فارسی   

1
1856-1905

  • Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar.
  • آتشش پنهان و ذوقش آشکار ** دود او ظاهر شود پایان کار
  • Sen “Ben o metihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme!
  • تو مگو آن مدح را من کی خورم ** از طمع می‌‌گوید او پی می‌‌برم‌‌
  • Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar.
  • مادحت گر هجو گوید بر ملا ** روزها سوزد دلت ز آن سوزها
  • Onun; mahrumiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyan ettiğinden dolayı aleyhinde bulunduğu halde,
  • گر چه دانی کاو ز حرمان گفت آن ** کان طمع که داشت از تو شد زیان‌‌
  • O sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Metihten de bir ululuk gelir, dene de bak! 1860
  • آن اثر می‌‌ماندت در اندرون ** در مدیح این حالتت هست آزمون‌‌
  • Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O metih canın ululanmasına, aldanmasına sebep olur.
  • آن اثر هم روزها باقی بود ** مایه‌‌ی کبر و خداع جان شود
  • Fakat bu tesir, zahiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür.
  • لیک ننماید چو شیرین است مدح ** بد نماید ز آن که تلخ افتاد قدح‌‌
  • Kınanmak, kaynatılmış ilâç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ıstırap ve elem içinde kalırsın.
  • همچو مطبوخ است و حب کان را خوری ** تا به دیری شورش و رنج اندری‌‌
  • Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez.
  • ور خوری حلوا بود ذوقش دمی ** این اثر چون آن نمی‌‌پاید همی‌‌
  • Zahiren uzun sürdüğü için de tesiri, gizlidir. Her şeyi, zıddıyla anla! 1865
  • چون نمی‌‌پاید همی‌‌پاید نهان ** هر ضدی را تو به ضد او بدان‌‌
  • Medhin tesiri, şekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücutta deşilmesi icabeden bir çıban çıkar.
  • چون شکر پاید نهان تاثیر او ** بعد حینی دمل آرد نیش جو
  • Nefis çok övülmesi yüzünden Firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama!
  • نفس از بس مدحها فرعون شد ** کن ذلیل النفس هونا لا تسد
  • Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!
  • تا توانی بنده شو سلطان مباش ** زخم کش چون گوی شو چوگان مباش‌‌
  • Yoksa senin bu letafetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar.
  • ور نه چون لطفت نماند وین جمال ** از تو آید آن حریفان را ملال‌‌
  • Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Şeytan” adını takarlar. 1870
  • آن جماعت کت همی‌‌دادند ریو ** چون ببینندت بگویندت که دیو
  • Seni kapı dibinde görünce hepsi birden “Mezarından çıkmış hortlak” derler;
  • جمله گویندت چو بینندت به در ** مرده‌‌ای از گور خود بر کرد سر
  • Genç oğlan gibi. Ona önce Tanrı adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzağa düşürmek isterler.
  • همچو امرد که خدا نامش کنند ** تا بدین سالوس در دامش کنند
  • Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklaşmaktan Şeytan bile utanır.
  • چون که در بد نامی آمد ریش او ** دیو را ننگ آید از تفتیش او
  • Şeytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Şeytan’dan da betersin.
  • دیو سوی آدمی شد بهر شر ** سوی تو ناید که از دیوی بتر
  • Şeytan, sen insan oldukça izini izler, ardından koşar, sana şarabını tattırırdı. 1875
  • تا تو بودی آدمی دیو از پی‌‌ات ** می‌‌دوید و می‌‌چشانید او می‌‌ات‌‌
  • Ey bir işe yaramaz adam! Şeytan huyunda ayak direyip şeytanlaşınca senden Şeytan da kaçmaktadır.
  • چون شدی در خوی دیوی استوار ** می‌‌گریزد از تو دیو نابکار
  • Eteğine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!
  • آن که اندر دامنت آویخت او ** چون چنین گشتی ز تو بگریخت او
  • “ Mâşâllahu Kân “ sözünün tefsiri
  • تفسیر ما شاء الله کان‌‌
  • Bunların hepsini söyledik ama Tanrı inayetleri olmadıkça Tanrı yolunda hiçiz, hiç!
  • این همه گفتیم لیک اندر بسیچ ** بی‌‌عنایات خدا هیچیم هیچ‌‌
  • Tanrı’nın ve Tanrı erlerinin inayetleri olmazsa melek bile olsa defteri kapkaradır.
  • بی‌‌عنایات حق و خاصان حق ** گر ملک باشد سیاه استش ورق‌‌
  • Ey Tanrı, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil. 1880
  • ای خدا ای فضل تو حاجت روا ** با تو یاد هیچ کس نبود روا
  • Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.
  • این قدر ارشاد تو بخشیده‌‌ای ** تا بدین بس عیب ما پوشیده‌‌ای‌‌
  • Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır.
  • قطره‌‌ای دانش که بخشیدی ز پیش ** متصل گردان به دریاهای خویش‌‌
  • Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar!
  • قطره‌‌ای علم است اندر جان من ** وارهانش از هوا وز خاک تن‌‌
  • Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et!
  • پیش از آن کاین خاکها خسفش کنند ** پیش از آن کاین بادها نشفش کنند
  • Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmağa ve almağa kâdirsin. 1885
  • گر چه چون نشفش کند تو قادری ** کش از ایشان واستانی واخری‌‌
  • Havaya giden yahut yere dökülen katra, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir?
  • قطره‌‌ای کاو در هوا شد یا که ریخت ** از خزینه‌‌ی قدرت تو کی گریخت‌‌
  • Yok olsa yahut yokluğun yüz kat dibine girse bile sen onu çağırınca başını ayak yapıp koşar.
  • گر در آید در عدم یا صد عدم ** چون بخوانیش او کند از سر قدم‌‌
  • Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir.
  • صد هزاران ضد ضد را می‌‌کشد ** بازشان حکم تو بیرون می‌‌کشد
  • Aman ya Rabbi! Her an yokluk âleminden varlık âlemine katar katar yüz binlerce kervan gelip durmakta!
  • از عدمها سوی هستی هر زمان ** هست یا رب کاروان در کاروان‌‌
  • Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar. 1890
  • خاصه هر شب جمله افکار و عقول ** نیست گردد غرق در بحر نغول‌‌
  • Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar.
  • باز وقت صبح آن اللهیان ** بر زنند از بحر سر چون ماهیان‌‌
  • Güz mevsiminde o yüz binlerce dallar, yapraklar; bozguna uğrayıp ölüm denizine giderler.
  • در خزان آن صد هزاران شاخ و برگ ** از هزیمت رفته در دریای مرگ‌‌
  • Kara kuzgun; yaslılar gibi siyahlar giyinerek bağlarda, yeşilliklerin matemini tutar.
  • زاغ پوشیده سیه چون نوحه‌‌گر ** در گلستان نوحه کرده بر خضر
  • Varlık köyünün sahibinden, yokluğa, “Yediklerini geri ver” diye tekrar ferman çıkar.
  • باز فرمان آید از سالار ده ** مر عدم را کانچه خوردی باز ده‌‌
  • “Ey kara ölüm; nebattan, ilâç olacak otlardan, köklerden, yapraklardan ne yedinse geri ver!” (diye emredilir) 1895
  • آن چه خوردی واده ای مرگ سیاه ** از نبات و دارو و برگ و گیاه‌‌
  • Kardeş, bir an için aklını başına al! Sende de her an hazan ve bahar var.
  • ای برادر عقل یک دم با خود آر ** دم به دم در تو خزان است و بهار
  • Gönül bahçesinin yemyeşil, terütaze, goncalar, güller, serviler ve yaseminlerle dolu olduğunu gör!
  • باغ دل را سبز و تر و تازه بین ** پر ز غنچه‌‌ی ورد و سرو و یاسمین‌‌
  • Yaprakların çokluğundan dal gizlenmiş; güllerin fazlalığından kır ve köşk görünmüyor.
  • ز انبهی برگ پنهان گشته شاخ ** ز انبهی گل نهان صحرا و کاخ‌‌
  • Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur.
  • این سخنهایی که از عقل کل است ** بوی آن گلزار و سرو و سنبل است‌‌
  • Gül olmayan yerden gül kokusu geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp coştuğunu hiç gördün mü ki? 1900
  • بوی گل دیدی که آن جا گل نبود ** جوش مل دیدی که آن جا مل نبود
  • Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmağına götürür.
  • بو قلاووز است و رهبر مر ترا ** می‌‌برد تا خلد و کوثر مر ترا
  • Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakup’un gözü, bir kokudan açıldı.
  • بو دوای چشم باشد نور ساز ** شد ز بویی دیده‌‌ی یعقوب باز
  • Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
  • بوی بد مر دیده را تاری کند ** بوی یوسف دیده را یاری کند
  • Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
  • تو که یوسف نیستی یعقوب باش ** همچو او با گریه و آشوب باش‌‌
  • Hakîm-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul: 1905
  • بشنو این پند از حکیم غزنوی ** تا بیابی در تن کهنه نوی‌‌