English    Türkçe    فارسی   

1
56-105

  • Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu.
  • رفت در مسجد سوی محراب شد ** سجده گاه از اشک شه پر آب شد
  • Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:
  • چون به خویش آمد ز غرقاب فنا ** خوش زبان بگشاد در مدح و ثنا
  • “En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.
  • کای کمینه بخششت ملک جهان ** من چه گویم چون تو می‌‌دانی نهان‌‌
  • Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.
  • ای همیشه حاجت ما را پناه ** بار دیگر ما غلط کردیم راه‌‌
  • Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin. 60
  • لیک گفتی گر چه می‌‌دانم سرت ** زود هم پیدا کنش بر ظاهرت‌‌
  • Padişah, ta can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.
  • چون بر آورد از میان جان خروش ** اندر آمد بحر بخشایش به جوش‌‌
  • Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.
  • در میان گریه خوابش در ربود ** دید در خواب او که پیری رو نمود
  • Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.
  • گفت ای شه مژده حاجاتت رواست ** گر غریبی آیدت فردا ز ماست‌‌
  • O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.
  • چون که آید او حکیمی حاذق است ** صادقش دان که امین و صادق است‌‌
  • İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.” 65
  • در علاجش سحر مطلق را ببین ** در مزاجش قدرت حق را ببین‌‌
  • Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:
  • چون رسید آن وعده‌‌گاه و روز شد ** آفتاب از شرق، اختر سوز شد
  • Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.
  • بود اندر منظره شه منتظر ** تا ببیند آن چه بنمودند سر
  • Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;
  • دید شخصی فاضلی پر مایه‌‌ای ** آفتابی در میان سایه‌‌ای‌‌
  • Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.
  • می‌‌رسید از دور مانند هلال ** نیست بود و هست بر شکل خیال‌‌
  • Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör! 70
  • نیست وش باشد خیال اندر روان ** تو جهانی بر خیالی بین روان‌‌
  • Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.
  • بر خیالی صلح‌‌شان و جنگشان ** وز خیالی فخرشان و ننگشان‌‌
  • Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.
  • آن خیالاتی که دام اولیاست ** عکس مه رویان بستان خداست‌‌
  • Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.
  • آن خیالی که شه اندر خواب دید ** در رخ مهمان همی‌‌آمد پدید
  • Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.
  • شه به جای حاجبان واپیش رفت ** پیش آن مهمان غیب خویش رفت
  • Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı. 75
  • هر دو بحری آشنا آموخته ** هر دو جان بی‌‌دوختن بر دوخته‌‌
  • Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.
  • گفت معشوقم تو بوده ستی نه آن ** لیک کار از کار خیزد در جهان‌‌
  • Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.
  • ای مرا تو مصطفی من چون عمر ** از برای خدمتت بندم کمر
  • Muvaffakıyetler verici Ulu Tanrı’dan muvaffakıyet ve bütün ahvalde edebe riayet dileyiş, edepsizlik ve terbiyesizliğin pek fena zararları
  • از خداوند ولی التوفیق در خواستن توفیق رعایت ادب در همه حالها و بیان کردن وخامت ضررهای بی‌‌ادبی‌‌
  • Tanrı’dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Tanrı’nın lütfundan mahrumdur.
  • از خدا جوییم توفیق ادب ** بی‌‌ادب محروم گشت از لطف رب‌‌
  • Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.
  • بی‌‌ادب تنها نه خود را داشت بد ** بلکه آتش در همه آفاق زد
  • Alışverişsiz, dedikodusuz Tanrı sofrası gökten iniyordu. 80
  • مایده از آسمان در می‌‌رسید ** بی‌‌شری و بیع و بی‌‌گفت و شنید
  • Mûsâ kavmi içinde birkaç kimse terbiyesizce “hani sarımsak, mercimek” dediler.
  • در میان قوم موسی چند کس ** بی‌‌ادب گفتند کو سیر و عدس‌‌
  • Ondan sonra gökyüzünün sofrası, ekmeği kesildi; ekme, bel belleme, ortak sallama kaldı.
  • منقطع شد خوان و نان از آسمان ** ماند رنج زرع و بیل و داسمان‌‌
  • Sonra İsa şefaat edince Hak, yemek sofrası ve tabaklarla ganimetler gönderdi.
  • باز عیسی چون شفاعت کرد، حق ** خوان فرستاد و غنیمت بر طبق‌‌
  • Yine küstahlar edebi terk ederek sofradan yemek artığını aşırdılar.
  • باز گستاخان ادب بگذاشتند ** چون گدایان زله‌‌ها برداشتند
  • İsa bunlara yalvardı. “Bu devamlıdır, yeryüzünden kalkmaz. 85
  • لابه کرده عیسی ایشان را که این ** دایم است و کم نگردد از زمین‌‌
  • Bir ulu kişinin sofrası başında kötü zanna düşmek ve harislik etmek küfürdür” dedi.
  • بد گمانی کردن و حرص آوری ** کفر باشد پیش خوان مهتری‌‌
  • O rahmet kapısı, hırslarından dolayı bu görmedik dilencilerin yüzlerine kapandı.
  • ز ان گدا رویان نادیده ز آز ** آن در رحمت بر ایشان شد فراز
  • Zekât verilmeyince yağmur bulutu gelmez, zinadan dolayı da etrafa veba yayılır.
  • ابر برناید پی منع زکات ** وز زنا افتد وبا اندر جهات‌‌
  • İçine kasavetten, gussadan ne gelirse korkusuzluktan ve küstahlıktan gelir.
  • هر چه بر تو آید از ظلمات و غم ** آن ز بی‌‌باکی و گستاخی است هم‌‌
  • Kim dost yolunda pervasızlık ederse erlerin yolunu vurucudur, namert odur. 90
  • هر که بی‌‌باکی کند در راه دوست ** ره زن مردان شد و نامرد اوست‌‌
  • Edepten dolayı bu felek nura gark olmuştur: Yine edepten dolayı melekler mâsum ve tertemiz olmuşlardır.
  • از ادب پر نور گشته است این فلک ** وز ادب معصوم و پاک آمد ملک‌‌
  • Güneşin tutulması, küstahlık yüzündendir. Bir melek olan Azâzîl de yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.
  • بد ز گستاخی کسوف آفتاب ** شد عزازیلی ز جرات رد باب‌‌
  • Padişahın, kendisine rüyada gösterilen veli ile görüşmesi
  • ملاقات پادشاه با آن ولی که در خوابش نمودند
  • Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti.
  • دست بگشاد و کنارانش گرفت ** همچو عشق اندر دل و جانش گرفت‌‌
  • Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı.
  • دست و پیشانیش بوسیدن گرفت ** وز مقام و راه پرسیدن گرفت‌‌
  • Sora sora odanın başköşesine kadar çekti ve dedi ki: “Nihayet sabırla bir define buldum. 95
  • پرس پرسان می‌‌کشیدش تا به صدر ** گفت گنجی یافتم آخر به صبر
  • Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden nişliğin anahtarıdır” sözünün manası,
  • گفت ای نور حق و دفع حرج ** معنی الصبر مفتاح الفرج‌‌
  • Ey vuslatı, her sualin cevabı! Senin yüzünden müşkül, konuşmaksızın, dedikodusuz hallolur gider.
  • ای لقای تو جواب هر سؤال ** مشکل از تو حل شود بی‌‌قیل و قال‌‌
  • Sen, gönlümüzde, onların tercümanısın, her ayağı çamura batanın elinitutan sensin.
  • ترجمانی هر چه ما را در دل است ** دست گیری هر که پایش در گل است‌‌
  • Ey seçilmiş, ey Tanrı’dan razı olmuş ve Tanrı rızasını kazanmış kişi, merhaba! Sen kaybolursan hemen kaza gelir, feza daralır.
  • مرحبا یا مجتبی یا مرتضی ** إن تغب جاء القضاء ضاق الفضا
  • Sen, kavmin ulususun, sana müştak olmayan, seni arzulamayan bayağılaşmıştır. Bundan vazgeçmezse...” 100
  • أنت مولی القوم من لا یشتهی ** قد ردی کلا لئن لم ینته‌‌
  • Padişahın hastayı görmek üzere hekimi götürmesi
  • بردن پادشاه آن طبیب را بر سر بیمار تا حال او را ببیند
  • O ağırlama, o hal hatır sorma meclisi geçince o zatın elini tutup hareme götürdü.
  • چون گذشت آن مجلس و خوان کرم ** دست او بگرفت و برد اندر حرم‌‌
  • Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp sonra onu hastanın yanına götürdü.
  • قصه‌‌ی رنجور و رنجوری بخواند ** بعد از آن در پیش رنجورش نشاند
  • Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi.
  • رنگ رو و نبض و قاروره بدید ** هم علاماتش هم اسبابش شنید
  • Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
  • گفت هر دارو که ایشان کرده‌‌اند ** آن عمارت نیست ویران کرده‌‌اند
  • Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.” 105
  • بی‌‌خبر بودند از حال درون ** أستعیذ الله مما یفترون‌‌