English    Türkçe    فارسی   

1
690-739

  • Mutlaka ben bunu açar, anlatırdım, fakat bir fikir bile sürçmesin, (bundan) korkarım. 690
  • شرح این را گفتمی من از مری ** لیک ترسم تا نلغزد خاطری‌‌
  • Nükteler keskin bir çelik kılıç gibidir. Eğer kalkanın yoksa gerisin geriye kaç!
  • نکته‌‌ها چون تیغ پولاد است تیز ** گر نداری تو سپر واپس گریز
  • Kalkansız bu elmasın karşısına gelme. Çünkü kılıca, kesmekten utanç gelmez.
  • پیش این الماس بی‌‌اسپر میا ** کز بریدن تیغ را نبود حیا
  • Ben bu sebepten kılıcı kına koydum; Ters okuyan birisi, aykırı mana vermesin.
  • زین سبب من تیغ کردم در غلاف ** تا که کج خوانی نخواند بر خلاف‌‌
  • Hikâyeyi tamamlamaya, doğrular topluluğunun vefakârlığından bahse geldik:
  • آمدیم اندر تمامی داستان ** وز وفاداری جمع راستان‌‌
  • O reisin ölümünden sonra kalktılar, yerine bir vekil istedilerdi. 695
  • کز پس این پیشوا برخاستند ** بر مقامش نایبی می‌‌خواستند
  • Emirlerin veliahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri
  • منازعت امرا در ولیعهدی
  • O emirlerin birisi öne düşüp o vefalı kavmin yanına gitti.
  • یک امیری ز آن امیران پیش رفت ** پیش آن قوم وفا اندیش رفت‌‌
  • Dedi ki: “İşte o zatın vekili; zamanede İsa halifesi benim.
  • گفت اینک نایب آن مرد من ** نایب عیسی منم اندر زمن‌‌
  • İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair burhanımdır.”
  • اینک این طومار برهان من است ** کاین نیابت بعد از او آن من است‌‌
  • Öbür emir de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun dâvası da bunun dâvası gibiydi.
  • آن امیر دیگر آمد از کمین ** دعوی او در خلافت بد همین‌‌
  • O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı. 700
  • از بغل او نیز طوماری نمود ** تا بر آمد هر دو را خشم جهود
  • Diğer emirler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp) keskin kılıçlar çektiler.
  • آن امیران دگر یک یک قطار ** بر کشیده تیغهای آب دار
  • Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
  • هر یکی را تیغ و طوماری به دست ** درهم‌‌افتادند چون پیلان مست‌‌
  • Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
  • صد هزاران مرد ترسا کشته شد ** تا ز سرهای بریده پشته شد
  • Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
  • خون روان شد همچو سیل از چپ و راست ** کوه کوه اندر هوا زین گرد خاست‌‌
  • O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti. 705
  • تخمهای فتنه‌‌ها کاو کشته بود ** آفت سرهای ایشان گشته بود
  • Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha malik oldu.
  • جوزها بشکست و آن کان مغز داشت ** بعد کشتن روح پاک نغز داشت‌‌
  • Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
  • کشتن و مردن که بر نقش تن است ** چون انار و سیب را بشکستن است‌‌
  • Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
  • آن چه شیرین است او شد ناردانگ ** و آن که پوسیده ست نبود غیر بانگ‌‌
  • Esasen manası olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvay olur, gider.
  • آن چه با معنی است خود پیدا شود ** و آن چه پوسیده ست او رسوا شود
  • Ey surete tapan! Türü, manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır. 710
  • رو به معنی کوش ای صورت پرست ** ز آن که معنی بر تن صورت پر است‌‌
  • Mana ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.
  • همنشین اهل معنی باش تا ** هم عطا یابی و هم باشی فتا
  • Bu cisimde manasız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.
  • جان بی‌‌معنی در این تن بی‌‌خلاف ** هست همچون تیغ چوبین در غلاف‌‌
  • Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.
  • تا غلاف اندر بود با قیمت است ** چون برون شد سوختن را آلت است‌‌
  • Tahta kılıcı muharebeye götürme, ah-ü figane düşmemek için önce bir kere kontrol et;
  • تیغ چوبین را مبر در کارزار ** بنگر اول تا نگردد کار زار
  • Eğer tahtadansa, yürü, başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ileri gel! 715
  • گر بود چوبین برو دیگر طلب ** ور بود الماس پیش آ با طرب‌‌
  • Elmas kılıç, velilerin silâh deposundandır. Onları görmek, size kimyadır.
  • تیغ در زرادخانه‌‌ی اولیاست ** دیدن ایشان شما را کیمیاست‌‌
  • Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: bilen âlemlere rahmettir.
  • جمله دانایان همین گفته همین ** هست دانا رحمة للعالمین‌‌
  • Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin.
  • گر اناری می‌‌خری خندان بخر ** تا دهد خنده ز دانه‌‌ی او خبر
  • O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir.
  • ای مبارک خنده‌‌اش کاو از دهان ** می‌‌نماید دل چو در از درج جان‌‌
  • Mübarek olmayan gülme, lâlenin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karalığını gösterir. 720
  • نامبارک خنده‌‌ی آن لاله بود ** کز دهان او سیاهی دل نمود
  • Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
  • نار خندان باغ را خندان کند ** صحبت مردانت از مردان کند
  • Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
  • گر تو سنگ صخره و مرمر شوی ** چون به صاحب دل رسی گوهر شوی‌‌
  • Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.
  • مهر پاکان در میان جان نشان ** دل مده الا به مهر دل خوشان‌‌
  • Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.
  • کوی نومیدی مرو امیدهاست ** سوی تاریکی مرو خورشیدهاست‌‌
  • Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. 725
  • دل ترا در کوی اهل دل کشد ** تن ترا در حبس آب و گل کشد
  • Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!
  • هین غذای دل بده از هم دلی ** رو بجو اقبال را از مقبلی‌‌
  • Mustafa salâvatullahi aleyh’in İncil’de anılan iyi vasıflarını ululamaları
  • تعظیم نعت مصطفی علیه السلام که مذکور بود در انجیل
  • İncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı;
  • بود در انجیل نام مصطفی ** آن سر پیغمبران بحر صفا
  • Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı.
  • بود ذکر حلیه‌‌ها و شکل او ** بود ذکر غزو و صوم و اکل او
  • Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için,
  • طایفه‌‌ی نصرانیان بهر ثواب ** چون رسیدندی بدان نام و خطاب‌‌
  • Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi. 730
  • بوسه دادندی بر آن نام شریف ** رو نهادندی بر آن وصف لطیف‌‌
  • Bu söylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan emindiler.
  • اندر این فتنه که گفتیم آن گروه ** ایمن از فتنه بدند و از شکوه‌‌
  • Onlar, o emirlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı.
  • ایمن از شر امیران و وزیر ** در پناه نام احمد مستجیر
  • Onların nesli de çoğaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yâr oldu.
  • نسل ایشان نیز هم بسیار شد ** نور احمد ناصر آمد یار شد
  • Hıristiyanlardan Ahmed adını hor tutan diğer fırka,
  • و آن گروه دیگر از نصرانیان ** نام احمد داشتندی مستهان‌‌
  • Fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi. 735
  • مستهان و خوار گشتند از فتن ** از وزیر شوم رای شوم فن‌‌
  • Manaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de!
  • هم مخبط دینشان و حکمشان ** از پی طومارهای کژ بیان‌‌
  • Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?
  • نام احمد این چنین یاری کند ** تا که نورش چون نگهداری کند
  • Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?
  • نام احمد چون حصاری شد حصین ** تا چه باشد ذات آن روح الامین
  • İsa dinini mahva çalışan diğer bir Yahudi padişahının hikâyesi
  • حکایت پادشاه جهود دیگر که در هلاک دین عیسی سعی نمود
  • Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez padişahtan sonra,
  • بعد از این خون ریز درمان ناپذیر ** کاندر افتاد از بلای آن وزیر