English    Türkçe    فارسی   

1
718-767

  • Nar alıyorsan gülen (çatlak) narı al ki onun gülmesi, sana tanesi olduğunu haber versin.
  • گر اناری می‌‌خری خندان بخر ** تا دهد خنده ز دانه‌‌ی او خبر
  • O ne mübarek gülmedir ki can kutusundaki inci gibi, ağızdan gönlü gösterir.
  • ای مبارک خنده‌‌اش کاو از دهان ** می‌‌نماید دل چو در از درج جان‌‌
  • Mübarek olmayan gülme, lâlenin gülmesidir: Ağzını açınca kalbinin karalığını gösterir. 720
  • نامبارک خنده‌‌ی آن لاله بود ** کز دهان او سیاهی دل نمود
  • Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
  • نار خندان باغ را خندان کند ** صحبت مردانت از مردان کند
  • Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
  • گر تو سنگ صخره و مرمر شوی ** چون به صاحب دل رسی گوهر شوی‌‌
  • Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.
  • مهر پاکان در میان جان نشان ** دل مده الا به مهر دل خوشان‌‌
  • Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.
  • کوی نومیدی مرو امیدهاست ** سوی تاریکی مرو خورشیدهاست‌‌
  • Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. 725
  • دل ترا در کوی اهل دل کشد ** تن ترا در حبس آب و گل کشد
  • Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!
  • هین غذای دل بده از هم دلی ** رو بجو اقبال را از مقبلی‌‌
  • Mustafa salâvatullahi aleyh’in İncil’de anılan iyi vasıflarını ululamaları
  • تعظیم نعت مصطفی علیه السلام که مذکور بود در انجیل
  • İncil'de Mustafa’nın, o Peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı;
  • بود در انجیل نام مصطفی ** آن سر پیغمبران بحر صفا
  • Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı.
  • بود ذکر حلیه‌‌ها و شکل او ** بود ذکر غزو و صوم و اکل او
  • Hıristiyan taifesi, o da, o hitaba geldikleri zaman sevap için,
  • طایفه‌‌ی نصرانیان بهر ثواب ** چون رسیدندی بدان نام و خطاب‌‌
  • Yüce adı öperler; lâtif vasfa yüz sürerlerdi. 730
  • بوسه دادندی بر آن نام شریف ** رو نهادندی بر آن وصف لطیف‌‌
  • Bu söylediğimiz fitne esnasında o taife, fitneden, kargaşalıktan emindiler.
  • اندر این فتنه که گفتیم آن گروه ** ایمن از فتنه بدند و از شکوه‌‌
  • Onlar, o emirlerin ve vezirin şerlerinden emin olup Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı.
  • ایمن از شر امیران و وزیر ** در پناه نام احمد مستجیر
  • Onların nesli de çoğaldı. Ahmed’in nuru, bunlara yardım etti, yâr oldu.
  • نسل ایشان نیز هم بسیار شد ** نور احمد ناصر آمد یار شد
  • Hıristiyanlardan Ahmed adını hor tutan diğer fırka,
  • و آن گروه دیگر از نصرانیان ** نام احمد داشتندی مستهان‌‌
  • Fitnelerden ve o tedbiri de şom, fitnesi de şom vezir yüzünden hor ve kıymetsiz bir hale geldi. 735
  • مستهان و خوار گشتند از فتن ** از وزیر شوم رای شوم فن‌‌
  • Manaları ters, sözleri aykırı tomarlara uymalarından dolayı dinleri de müşevveş bir hale geldi, hükümleri de!
  • هم مخبط دینشان و حکمشان ** از پی طومارهای کژ بیان‌‌
  • Ahmed’in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur?
  • نام احمد این چنین یاری کند ** تا که نورش چون نگهداری کند
  • Ahmed adı sağlam bir kapı olunca o emin ruhun zatı ne olur?
  • نام احمد چون حصاری شد حصین ** تا چه باشد ذات آن روح الامین
  • İsa dinini mahva çalışan diğer bir Yahudi padişahının hikâyesi
  • حکایت پادشاه جهود دیگر که در هلاک دین عیسی سعی نمود
  • Vezirin belâsı yüzünden yoldan çıkmış olan o nasihat kabul etmez padişahtan sonra,
  • بعد از این خون ریز درمان ناپذیر ** کاندر افتاد از بلای آن وزیر
  • İsa kavminin dinini mahv için aynı Yahudi’nin neslinden diğer bir padişah meydana çıktı. 740
  • یک شه دیگر ز نسل آن جهود ** در هلاک قوم عیسی رو نمود
  • Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak istersen “Vessemâi zatülburûc” suresini oku.
  • گر خبر خواهی از این دیگر خروج ** سوره بر خوان و السما ذات البروج‌‌
  • Birinci padişahtan doğan kötü âdete bu padişah da ayak uydurdu.
  • سنت بد کز شه اول بزاد ** این شه دیگر قدم بر وی نهاد
  • Kim fena bir âdet koyarsa ona her an lânet gider durur.
  • هر که او بنهاد ناخوش سنتی ** سوی او نفرین رود هر ساعتی‌‌
  • İyiler gittiler, güzel usul ve âdetleri kaldı; kötü adamlardan da zulümler ve lânetler!
  • نیکوان رفتند و سنتها بماند ** وز لئیمان ظلم و لعنتها بماند
  • Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vücuda gelse yüzü o kötülüğedir. 745
  • تا قیامت هر که جنس آن بدان ** در وجود آید بود رویش بدان‌‌
  • Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sûr üfürülünceye dek birbirine karışmadan böylece gider durur.
  • رگ رگ است این آب شیرین و آب شور ** در خلایق می‌‌رود تا نفخ صور
  • İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirasıdır? “Evras'nel kitab” mirası…
  • نیکوان را هست میراث از خوش‌‌آب ** آن چه میراث است أورثنا الکتاب‌‌
  • Dikkat edersen görür anlarsın ki taliplerin dileği Peygamberlik cevherinin şûleleridir, o şûleleri dilerler.
  • شد نیاز طالبان ار بنگری ** شعله‌‌ها از گوهر پیغمبری‌‌
  • Şûleler, mücevherlere tâbi olarak parıldar ve dönerler. Şûle, nereden çıkıyorsa, madeni neredeyse oraya gider.
  • شعله‌‌ها با گوهران گردان بود ** شعله آن جانب رود هم کان بود
  • Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır. 750
  • نور روزن گرد خانه می‌‌دود ** ز آنکه خور برجی به برجی می‌‌رود
  • Kimin bir yıldızla alâka ve merbuyeti varsa o; kendi yıldızıyla döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır.
  • هر که را با اختری پیوستگی است ** مر و را با اختر خود هم تگی است‌‌
  • Talihli Zühre ise şevki, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara adamakıllı meyli vardır.
  • طالعش گر زهره باشد در طرب ** میل کلی دارد و عشق و طلب‌‌
  • Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık arar.
  • ور بود مریخی خون‌‌ریز خو ** جنگ و بهتان و خصومت جوید او
  • Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz.
  • اخترانند از ورای اختران ** که احتراق و نحس نبود اندر آن‌‌
  • Onlar, bu meşhur yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. 755
  • سایران در آسمانهای دگر ** غیر این هفت آسمان معتبر
  • Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Tanrı nurlarının ışığında dururlar.
  • راسخان در تاب انوار خدا ** نی بهم پیوسته نی از هم جدا
  • Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kâfirleri taşlayıp yakar.
  • هر که باشد طالع او ز آن نجوم ** نفس او کفار سوزد در رجوم‌‌
  • Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlûp olan ve tesiri böylece değişerek yürüyen Mirrih’in hışmına benzemez.
  • خشم مریخی نباشد خشم او ** منقلب رو غالب و مغلوب خو
  • Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Tanrı nurunun iki parmağı arasındadır.
  • نور غالب ایمن از نقص و غسق ** در میان اصبعین نور حق‌‌
  • O nuru, canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır. 760
  • حق فشاند آن نور را بر جانها ** مقبلان برداشته دامانها
  • O nur saçısını bulan yüzünü Tanrı’nın gayrısından çevirmiştir.
  • و آن نثار نور را وایافته ** روی از غیر خدا بر تافته‌‌
  • Kimin aşk eteği yoksa o nur saçısından nasipsiz kalmıştır.
  • هر که را دامان عشقی نابده ** ز آن نثار نور بی‌‌بهره شده‌‌
  • Cüzülerin yüzü, külle doğrudur. Bülbüllerin aşkı güledir.
  • جزوها را رویها سوی کل است ** بلبلان را عشق با روی گل است‌‌
  • Öküzün rengini dışından, insanın rengini, sarı, kırmızı… her neyse içinden ara!
  • گاو را رنگ از برون و مرد را ** از درون جو رنگ سرخ و زرد را
  • İyi renkler, temizlik küpünden hâsıl olur. Çirkinlerin rengiyse, kirli kara sudan meydana gelir. 765
  • رنگهای نیک از خم صفاست ** رنگ زشتان از سیاه‌‌آبه‌‌ی جفاست‌‌
  • O lâtif rengin adı “Sıbgatullah-Tanrı boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise… Tanrı lânetidir.
  • صبغة الله نام آن رنگ لطیف ** لعنة الله بوی این رنگ کثیف‌‌
  • Denizden olan, yine denize gider; nerden gelmişse, yine oraya varır.
  • آن چه از دریا به دریا می‌‌رود ** از همانجا کامد آن جا می‌‌رود