English    Türkçe    فارسی   

2
107-156

  • Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
  • چشمشان خانه‏ی خیال است و عدم ** نیستها را هست بیند لاجرم‏
  • Benim gözüme ululuk sahibi Allah’ın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
  • چشم من چون سرمه دید از ذو الجلال ** خانه‏ی هستی است نه خانه‏ی خیال‏
  • Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.
  • تا یکی مو باشد از تو پیش چشم ** در خیالت گوهری باشد چو یشم‏
  • Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını, gevherden ayırt edebilirsin. 110
  • یشم را آن گه شناسی از گهر ** کز خیال خود کنی کلی عبر
  • Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.
  • یک حکایت بشنو ای گوهر شناس ** تا بدانی تو عیان را از قیاس‏
  • Allah razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.
  • هلال پنداشتن آن شخص خیال را در عهد عمر
  • Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
  • ماه روزه گشت در عهد عمر ** بر سر کوهی دویدند آن نفر
  • Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak, onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
  • تا هلال روزه را گیرند فال ** آن یکی گفت ای عمر اینک هلال‏
  • Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.
  • چون عمر بر آسمان مه را ندید ** گفت کاین مه از خیال تو دمید
  • Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm. Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem? 115
  • ور نه من بیناترم افلاک را ** چون نمی‏بینم هلال پاک را
  • Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
  • گفت تر کن دست و بر ابرو بمال ** آن گهان تو بر نگر سوی هلال‏
  • Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “ Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
  • چون که او تر کرد ابرو مه ندید ** گفت ای شه نیست مه شد ناپدید
  • Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
  • گفت آری موی ابرو شد کمان ** سوی تو افکند تیری از گمان‏
  • Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.
  • چون یکی مو کج شد او را راه زد ** تا به دعوی لاف دید ماه زد
  • Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur? 120
  • موی کج چون پرده‏ی گردون بود ** چون همه اجزات کج شد چون بود
  • Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten baş çekme!
  • راست کن اجزات را از راستان ** سر مکش ای راست رو ز آن آستان‏
  • Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
  • هم ترازو را ترازو راست کرد ** هم ترازو را ترازو کاست کرد
  • Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır.
  • هر که با ناراستان هم سنگ شد ** در کمی افتاد و عقلش دنگ شد
  • Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!
  • رو أشداء علی الکفار باش ** خاک بر دل داری اغیار پاش‏
  • Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol. 125
  • بر سر اغیار چون شمشیر باش ** هین مکن روباه بازی شیر باش‏
  • Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.
  • تا ز غیرت از تو یاران نگسلند ** ز آنکه آن خاران عدوی این گلند
  • Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır.
  • آتش اندر زن به گرگان چون سپند ** ز آن که آن گرگان عدوی یوسفند
  • Kendine gel, Şeytan sana “babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
  • جان بابا گویدت ابلیس هین ** تا به دم بفریبدت دیو لعین‏
  • Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.
  • این چنین تلبیس با بابات کرد ** آدمی را این سیه رخ مات کرد
  • Bu kuzgun, satranç başın da çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme! 130
  • بر سر شطرنج چست است این غراب ** تو مبین بازی به چشم نیم خواب‏
  • Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.
  • ز آن که فرزین بندها داند بسی ** که بگیرد در گلویت چون خسی‏
  • Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
  • در گلو ماند خس او سالها ** چیست آن خس مهر جاه و مالها
  • Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.
  • مال خس باشد چو هست ای بی‏ثبات ** در گلویت مانع آب حیات‏
  • Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.
  • گر برد مالت عدوی پر فنی ** ره زنی را برده باشد ره زنی‏
  • Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması
  • دزدیدن مارگیر ماری را از مارگیری دیگر
  • Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı. 135
  • دزدکی از مارگیری مار برد ** ز ابلهی آن را غنیمت می‏شمرد
  • Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.
  • وارهید آن مارگیر از زخم مار ** مار کشت آن دزد او را زار زار
  • Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü, canından etti.
  • مارگیرش دید پس بشناختش ** گفت از جان مار من پرداختش‏
  • Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum, gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.
  • در دعا می‏خواستی جانم از او ** کش بیابم مار بستانم از او
  • Allah’a şükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış” dedi.
  • شکر حق را کان دعا مردود شد ** من زیان پنداشتم آن سود شد
  • Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Allah, onları kereminden kabul etmez. 140
  • بس دعاها کان زیان است و هلاک ** وز کرم می‏نشنود یزدان پاک‏
  • İsa Aleyhisselâm’ın yoldaşının İsa’dan kemikleri diriltmesini istemesi
  • التماس کردن همراه عیسی علیه السلام زنده کردن استخوانها را از او
  • İsa ile bir ahmak yoldaş oldu. Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince,
  • گشت با عیسی یکی ابله رفیق ** استخوانها دید در حفره‏ی عمیق‏
  • Yoldaş, ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı,
  • گفت ای همراه آن نام سنی ** که بد آن تو مرده را زنده کنی‏
  • Bana da mutlaka öğret de bir iyilikte bulunayım, o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.
  • مر مرا آموز تا احسان کنم ** استخوانها را بد آن با جان کنم‏
  • İsa dedi ki: ”Sus! Bu senin işin değil. Senin nefeslerinin, senin sözünün harcı değil!
  • گفت خامش کن که آن کار تو نیست ** لایق انفاس و گفتار تو نیست‏
  • Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması, o nefes sahiplerinin meleklerden daha idrakli bulunması lâzımdır. 145
  • کان نفس خواهد ز باران پاک‏تر ** وز فرشته در روش دراک‏تر
  • Âdem, ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu.
  • عمرها بایست تا دم پاک شد ** تا امین مخزن افلاک شد
  • Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede,”
  • خود گرفتی این عصا در دست راست ** دست را دستان موسی از کجاست‏
  • O ahmak, ”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
  • گفت اگر من نیستم اسرار خوان ** هم تو بر خوان نام را بر استخوان‏
  • İsa dedi ki: “Yarabbi, bunlar ne sırlardır? Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?
  • گفت عیسی یا رب این اسرار چیست ** میل این ابله در این بیگار چیست‏
  • Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle uğraşmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine düşmüyor? 150
  • چون غم خود نیست این بیمار را ** چون غم جان نیست این مردار را
  • Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıştı!”
  • مرده‏ی خود را رها کرده ست او ** مرده‏ی بیگانه را جوید رفو
  • Allah, ”Gerilemede gerilemeyi arar. Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir.
  • گفت حق ادبارگر ادبار جوست ** خار روییده جزای کشت اوست‏
  • Dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama!
  • آن که تخم خار کارد در جهان ** هان و هان او را مجو در گلستان‏
  • O, eline gül bile alsa diken olur. Bir dost varsa dost, yılan kesilir.
  • گر گلی گیرد به کف خاری شود ** ور سوی یاری رود ماری شود
  • O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır(her şeyi zehirler, her şey ona karşı yılan haline gelir). 155
  • کیمیای زهر و مار است آن شقی ** بر خلاف کیمیای متقی‏
  • Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi
  • اندرز کردن صوفی خادم را در تیمار داشت بهیمه و لاحول گفتن خادم
  • Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
  • صوفیی می‏گشت در دور افق ** تا شبی در خانقاهی شد قنق‏