English    Türkçe    فارسی   

2
1511-1560

  • Önce o yemeğe Lokman el sunar, efendisi de ondan sonra yerdi.
  • تا که لقمان دست سوی آن برد ** قاصدا تا خواجه پس خوردش خورد
  • Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi.
  • سور او خوردی و شور انگیختی ** هر طعامی کاو نخوردی ریختی‏
  • Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
  • ور بخوردی بی‏دل و بی‏اشتها ** این بود پیوندی بی‏انتها
  • Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi.
  • خربزه آورده بودند ارمغان ** گفت رو فرزند لقمان را بخوان‏
  • Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi. 1515
  • چون برید و داد او را یک برین ** همچو شکر خوردش و چون انگبین‏
  • Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;
  • از خوشی که خورد داد او را دوم ** تا رسید آن گرچها تا هفدهم‏
  • Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi.
  • ماند گرچی گفت این را من خورم ** تا چه شیرین خربزه ست این بنگرم‏
  • Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı, iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
  • او چنین خوش می‏خورد کز ذوق او ** طبعها شد مشتهی و لقمه جو
  • Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.
  • چون بخورد از تلخیش آتش فروخت ** هم زبان کرد آبله هم حلق سوخت‏
  • Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “A benim canım, efendim, 1520
  • ساعتی بی‏خود شد از تلخی آن ** بعد از آن گفتش که ای جان و جهان‏
  • Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
  • نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
  • Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
  • این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست‏
  • Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
  • چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی‏
  • Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
  • گفت من از دست نعمت بخش تو ** خورده‏ام چندان که از شرمم دو تو
  • Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım. 1525
  • شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت‏
  • Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
  • چون همه اجزام از انعام تو ** رسته‏اند و غرق دانه و دام تو
  • Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
  • گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
  • Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
  • لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت‏
  • Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
  • از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
  • Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur. 1530
  • از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود
  • Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
  • از محبت مرده زنده می‏کنند ** از محبت شاه بنده می‏کنند
  • Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
  • این محبت هم نتیجه‏ی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست‏
  • Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
  • دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
  • Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
  • بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
  • Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır. 1535
  • دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را
  • Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
  • چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول‏
  • Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
  • ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم‏
  • Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
  • نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است‏
  • Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
  • ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست‏
  • Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir. 1540
  • کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید
  • Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
  • بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج‏
  • Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
  • برق آفل باشد و بس بی‏وفا ** آفل از باقی ندانی بی‏صفا
  • Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
  • برق خندد بر که می‏خندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
  • Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?
  • نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است‏
  • Şimşek, bil ki göz nurunu alır, baki nur da, bil ki gözlere yardımcıdır. 1545
  • برق را چون یخطف الأبصار دان ** نور باقی را همه انصار دان‏
  • Denizköpüğü üstüne at sürmekle şimşek ziyasıyla mektup okumak,
  • بر کف دریا فرس را راندن ** نامه‏ای در نور برقی خواندن‏
  • Hırs yüzünden akıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir.
  • از حریصی عاقبت نادیدن است ** بر دل و بر عقل خود خندیدن است‏
  • Aklın hassası, işin sonunu görmektir. Akıbeti görmeyen akıl, nefistir.
  • عاقبت بین است عقل از خاصیت ** نفس باشد کاو نبیند عاقبت‏
  • Nefse mağlûp olan akıl, nefis haline gelmiştir. Müşteri, Zuhal tesiri altında kalırsa Zuhalleşir.
  • عقل کاو مغلوب نفس او نفس شد ** مشتری مات زحل شد نحس شد
  • Sen bu yomsuzluk içinde gözünü döndür de sana bu nuhuseti verene bak! 1550
  • هم درین نحسی بگردان این نظر ** در کسی که کرد نحست درنگر
  • Bu cezirle meddi gören kişi, yomsuzluktan kurtulur, saadete erer.
  • آن نظر که بنگرد این جر و مد ** او ز نحسی سوی سعدی نقب زد
  • Allah, bir halden bir hale döndürme esnasında her şeyi zıddıyla meydana çıkararak seni halden hale döndürür durur.
  • ز آن همی‏گرداندت حالی به حال ** ضد به ضد پیدا کنان در انتقال‏
  • Bu suretle de Eshabı Şimalden olmaktan korkar durur, erler gibi de Eshabı Yemin’in lezzetini umarsın.
  • تا که خوفت زاید از ذات الشمال ** لذت ذات الیمین یرجی الرجال‏
  • Bir yandan korkuya, bir yandan ümide düştün mü iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş kat’iyen uçamaz, âcizdir.
  • تا دو پر باشی که مرغ یک پره ** عاجز آید از پریدن ای سره‏
  • Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim yahut da izin ver tamamıyla söyleyeyim. 1555
  • یا رها کن تا نیایم در کلام ** یا بده دستور تا گویم تمام‏
  • Yoksa ne bunu istiyor, ne onu istiyorsan yine ferman senin. Kim ne bilir ki maksadın ne, muradın nerede?
  • ور نه این خواهی نه آن فرمان تراست ** کس چه داند مر ترا مقصد کجاست‏
  • Can, İbrahim canı olmalı ki nuruyla ateş içinde cennetler, köşkler görsün.
  • جان ابراهیم باید تا به نور ** بیند اندر نار فردوس و قصور
  • Derece, derece aya, güneşe kadar yücelsin; halka gibi kapıya kalmasın.
  • پایه پایه بر رود بر ماه و خور ** تا نماند همچو حلقه بند در
  • Halil gibi yedinci kat gökten de geçsin. Çünkü ben batanları, geçenleri sevmem.
  • چون خلیل از آسمان هفتمین ** بگذرد که لا أحب الآفلین‏
  • Bu ten âlemi, şehvetten kurtulan kişiden başkasını yanılta gelmiştir, yanılta gider. 1560
  • این جهان تن غلط انداز شد ** جز مر آن را کاو ز شهوت باز شد
  • Padişah adamlarının o has köleye haset edişlerine dair olan hikâyenin sonu
  • تتمه‏ی حسد آن حشم بر آن غلام خاص‏