English    Türkçe    فارسی   

2
1685-1734

  • Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın. Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin! 1685
  • چند در آتش نشستی همچو عود ** چند پیش تیغ رفتی همچو خود
  • Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
  • زین چنین بی‏چارگیها صد هزار ** خوی عشاق است و ناید در شمار
  • Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
  • چون که شب این خواب دیدی روز شد ** از امیدش روز تو پیروز شد
  • O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
  • چشم گردان کرده‏ای بر چپ و راست ** کان نشان و آن علامتها کجاست‏
  • Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
  • بر مثال برگ می‏لرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای‏
  • Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın. 1690
  • می‏دوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را
  • Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
  • خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت‏
  • “Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
  • گویی‏اش خیر است لیکن خیر من ** کس نشاید که بداند غیر من‏
  • Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
  • گر بگویم نک نشانم فوت شد ** چون نشان شد فوت وقت موت شد
  • Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be” der.
  • بنگری در روی هر مرد سوار ** گویدت منگر مرا دیوانه‏وار
  • Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum. 1695
  • گویی‏اش من صاحبی گم کرده‏ام ** رو به جستجوی او آورده‏ام‏
  • Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.
  • دولتت پاینده بادا ای سوار ** رحم کن بر عاشقان معذور دار
  • Mademki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.
  • چون طلب کردی به جد آمد نظر ** جد خطا نکند چنین آمد خبر
  • Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
  • ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki. 1700
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏
  • Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
  • پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست‏
  • Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.! 1705
  • این سخن ناقص بماند و بی‏قرار ** دل ندارم بی‏دلم معذور دار
  • Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
  • ذره‏ها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
  • Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
  • می‏شمارم برگهای باغ را ** می‏شمارم بانگ کبک و زاغ را
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır. 1710
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر
  • Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
  • تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
  • Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
  • طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری‏
  • Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
  • و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
  • Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
  • گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بی‏چاره را
  • Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti. 1715
  • اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد
  • Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
  • گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
  • Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
  • لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بی‏مثال‏
  • Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
  • ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است‏
  • Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
  • شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
  • انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان‏
  • Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah! 1720
  • دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همی‏گفت ای خدا و ای اله‏
  • Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
  • تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت‏
  • Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
  • جامه‏ات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم‏
  • Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
  • دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت‏
  • Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allah’ım!”
  • ای فدای تو همه بزهای من ** ای به یادت هیهی و هیهای من‏
  • O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. 1725
  • این نمط بی‏هوده می‏گفت آن شبان ** گفت موسی با کی است این ای فلان‏
  • Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
  • گفت با آن کس که ما را آفرید ** این زمین و چرخ از او آمد پدید
  • Musa dedi ki: “ Vah, vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
  • گفت موسی های خیره‏سر شدی ** خود مسلمان ناشده کافر شدی‏
  • Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
  • این چه ژاژست و چه کفر است و فشار ** پنبه‏ای اندر دهان خود فشار
  • Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
  • گند کفر تو جهان را گنده کرد ** کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
  • Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var? 1730
  • چارق و پا تابه لایق مر تراست ** آفتابی را چنینها کی رواست‏
  • Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
  • گر نبندی زین سخن تو حلق را ** آتشی آید بسوزد خلق را
  • Zaten ateş gelmedi de bu duman ne? Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?
  • آتشی گر نامده ست این دود چیست ** جان سیه گشته روان مردود چیست‏
  • Allah’ın her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun?
  • گر همی‏دانی که یزدان داور است ** ژاژ و گستاخی ترا چون باور است‏
  • Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Allah, bu çeşit hizmetlerden ganidir.
  • دوستی بی‏خرد خود دشمنی است ** حق تعالی زین چنین خدمت غنی است‏