English    Türkçe    فارسی   

2
1865-1914

  • Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı. 1865
  • چونی از صفراییان بی‏هنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر
  • Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
  • تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق‏
  • Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
  • تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین‏
  • Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
  • سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
  • Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
  • این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
  • Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır. 1870
  • آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز
  • Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
  • ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب‏
  • Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
  • کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
  • Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
  • تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
  • Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
  • عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
  • Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan! 1875
  • ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا
  • Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
  • ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
  • Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
  • گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
  • Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
  • رنجانیدن امیری خفته‏ای را که مار در دهانش رفته بود
  • Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
  • عاقلی بر اسب می‏آمد سوار ** در دهان خفته‏ای می‏رفت مار
  • Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
  • آن سوار آن را بدید و می‏شتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت‏
  • Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. 1880
  • چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد
  • O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
  • برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت‏
  • Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
  • سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته‏
  • EKSIK
  • سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون می‏فتاد
  • “Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var?
  • بانگ می‏زد کای امیر آخر چرا ** قصد من کردی تو نادیده جفا
  • Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök! 1885
  • گر ترا ز اصل است با جانم ستیز ** تیغ زن یک بارگی خونم بریز
  • Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene!
  • شوم ساعت که شدم بر تو پدید ** ای خنک آن را که روی تو ندید
  • Dinsizler bile kimseye suçsuz, günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.
  • بی‏جنایت بی‏گنه بی‏بیش و کم ** ملحدان جایز ندارند این ستم‏
  • Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ Yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta,
  • می‏جهد خون از دهانم با سخن ** ای خدا آخر مکافاتش تو کن‏
  • Her an ona kötü söylemekte, lânet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş” diye onu dövüyordu.
  • هر زمان می‏گفت او نفرین نو ** اوش می‏زد کاندر این صحرا بدو
  • Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu. 1890
  • زخم دبوس و سوار همچو باد ** می‏دوید و باز در رو می‏فتاد
  • Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.
  • ممتلی و خوابناک و سست بد ** پا و رویش صد هزاران زخم شد
  • Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı.
  • تا شبانگه می‏کشید و می‏گشاد ** تا ز صفرا قی شدن بر وی فتاد
  • İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı.
  • زو بر آمد خورده‏ها زشت و نکو ** مار با آن خورده بیرون جست از او
  • O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti.
  • چون بدید از خود برون آن مار را ** سجده آورد آن نکو کردار را
  • O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu. 1895
  • سهم آن مار سیاه زشت زفت ** چون بدید آن دردها از وی برفت‏
  • Dedi ki: “ Sen, bir rahmet Cebrailisin yahut da velinimet Allah’sın
  • گفت خود تو جبرییل رحمتی ** یا خدایی که ولی نعمتی‏
  • Ne kutlu saatmiş ki beni gördün. Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın.
  • ای مبارک ساعتی که دیدی‏ام ** مرده بودم جان نو بخشیدی‏ام‏
  • Sen, beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum.
  • تو مرا جویان مثال مادران ** من گریزان از تو مانند خران‏
  • Eşek, sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Hâlbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer.
  • خر گریزد از خداوند از خری ** صاحبش در پی ز نیکو گوهری‏
  • Onu, bir fayda elde etmek, bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar. 1900
  • نه از پی سود و زیان می‏جویدش ** لیک تا در گرگش ندرد یا ددش‏
  • Ne mutlu yüzünü görene yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!
  • ای خنک آن را که بیند روی تو ** یا در افتد ناگهان در کوی تو
  • Pak ruh bile seni övmüş. Hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim.
  • ای روان پاک بستوده ترا ** چند گفتم ژاژ و بی‏هوده ترا
  • Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım, onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi.
  • ای خداوند و شهنشاه و امیر ** من نگفتم جهل من گفت آن مگیر
  • Bir parçacık olsun bu hali bilseydim, böyle abes sözler söyleyebilir miydim?
  • شمه‏ای زین حال اگر دانستمی ** گفتن بی‏هوده کی تانستمی‏
  • Ey iyi huylu, eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim. 1905
  • بس ثنایت گفتمی ای خوش خصال ** گر مرا یک رمز می‏گفتی ز حال‏
  • Fakat sükût ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın.
  • لیک خامش کرده می‏آشوفتی ** خامشانه بر سرم می‏کوفتی‏
  • Başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım. Zaten aklı da kıt!
  • شد سرم کالیوه عقل از سر بجست ** خاصه این سر را که مغزش کمتر است‏
  • Ey yüzü de güzel, işi de güzel adam, affet. Deliliğimden söylediğim sözleri bağışla!
  • عفو کن ای خوب روی خوب کار ** آن چه گفتم از جنون اندر گذار
  • Atlı “Eğer ben, bunu biraz çıtlatsaydım derhal yüreğin su kesilir, ödün patlardı.
  • گفت اگر من گفتمی رمزی از آن ** زهره‏ی تو آب گشتی آن زمان‏
  • Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi. 1910
  • گر ترا من گفتمی اوصاف مار ** ترس از جانت بر آوردی دمار
  • Mustafa “Canınızdaki düşmanı size, olduğu gibi anlatsam.
  • مصطفی فرمود اگر گویم به راست ** شرح آن دشمن که در جان شماست‏
  • Yiğitlerin bile ödü patlar.. ne yol yürümeğe takatları kalır, ne bir işin tasasına düşerler!
  • زهره‏های پر دلان هم بر درد ** نه رود ره نه غم کاری خورد
  • Ne kimsenin gönlünde niyaz etmeğe kudret kalır, ne tenin de oruç tutmaya, namaz kılmaya kuvvet” buyurdu.
  • نه دلش را تاب ماند در نیاز ** نه تنش را قوت روزه و نماز
  • Bunu duyan, kedi önündeki sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu gibi mahvolur..
  • همچو موشی پیش گربه لا شود ** همچو بره پیش گرگ از جا رود