English    Türkçe    فارسی   

2
2176-2225

  • Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
  • وین دگر شه زاده و سلطان ماست ** سید است از خاندان مصطفاست‏
  • Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
  • کیست آن صوفی شکم خوار خسیس ** تا بود با چون شما شاهان جلیس‏
  • Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
  • چون بیاید مر و را پنبه کنید ** هفته‏ای بر باغ و راغ من زنید
  • Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.
  • باغ چه بود جان من آن شماست ** ای شما بوده مرا چون چشم راست‏
  • Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek. 2180
  • وسوسه کرد و مر ایشان را فریفت ** آه کز یاران نمی‏باید شکیفت‏
  • Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.
  • چون به ره کردند صوفی را و رفت ** خصم شد اندر پیش با چوب زفت‏
  • Dedi ki: “Ey köpek sofi, demek sen cüret edip benim bağıma giriyorsun ha!
  • گفت ای سگ صوفیی باشد که تیز ** اندر آیی باغ ما تو از ستیز
  • Sana bu hususta Cüneyt mi yol gösterdi, Bayezid mi? Bu sana hangi şeyhin, hangi pirinden kaldı?
  • این جنیدت ره نمود و بایزید ** از کدامین شیخ و پیرت این رسید
  • Sofiyi yalnız bulunca bir iyice dövdü, âdeta yarı canlı bir hale koydu, başını yardı.
  • کوفت صوفی را چو تنها یافتش ** نیم کشتش کرد و سر بشکافتش‏
  • Sofi “benim nöbetim geçti. Fakat arkadaşlar, bir iyice sıranızı gözetin. 2185
  • گفت صوفی آن من بگذشت لیک ** ای رفیقان پاس خود دارید نیک‏
  • Beni ağyar bildiniz. Fakat bilin ki bu kaltabandan daha ağyar değilim.
  • مر مرا اغیار دانستید هان ** نیستم اغیارتر زین قلتبان‏
  • Benim yediğimi siz de yiyeceksiniz. Bu çeşit şerbet, her aşağılık kişiye lâyıktır.
  • این چه من خوردم شما را خوردنی است ** وین چنین شربت جزای هر دنی است‏
  • Bu âlem dağdır, senin sözlerin, yine ses vererek sana gelir” dedi.
  • این جهان کوه است و گفت‏وگوی تو ** از صدا هم باز آید سوی تو
  • Bahçıvan sofiden kurtulunca yine o çeşit bir bahane kurdu.
  • چون ز صوفی گشت فارغ باغبان ** یک بهانه کرد ز آن پس جنس آن‏
  • Şerife “Ey şerif, eve git de kuşluk öğünü için, yufka ekmeği pişirmiştim, 2190
  • کای شریف من برو سوی وثاق ** که ز بهر چاشت پختم من رقاق‏
  • Evin kapısını vur.K aymaz’a söyle, o yufka ekmeğiyle kazı getirsin” dedi.
  • بر در خانه بگو قیماز را ** تا بیارد آن رقاق و قاز را
  • Şerif gidince, fakîhe dedi ki: “Ey işi yerinde, güneş görmüş her şeyi anlar bilir adam, den fakihsin, bu meydanda.
  • چون به ره کردش بگفت ای تیز بین ** تو فقیهی ظاهر است این و یقین‏
  • O şerif, manasız bir iddiada bulunuyor. Anasının ne iş ettiğini kim bilir ki?
  • او شریفی می‏کند دعوی سرد ** مادر او را که داند تا که کرد
  • Karıya ve karı işine gönül bağlıyor, hem kadınlar nâkıs akıllıdır diyor, hem de onlara itimat edemiyorsunuz.
  • بر زن و بر فعل زن دل می‏نهید ** عقل ناقص و آن گهانی اعتماد
  • Zamanede nice ahmaklar, Ali’ye Peygambere nispet iddia ederler.” 2195
  • خویشتن را بر علی و بر نبی ** بسته است اندر زمانه بس غبی‏
  • Zinadan ve zina edicilerden olan herkes, Tanrı mensupları için işte bu zanda bulunur.
  • هر که باشد از زنا و زانیان ** این برد ظن در حق ربانیان‏
  • Dönen ve bu yüzden başı dönmüş olan kişi elbette evi de kendisi gibi döner görür.
  • هر که بر گردد سرش از چرخها ** همچو خود گردنده بیند خانه را
  • O edepsiz bahçıvanın söylediği sözler, kendi haliydi. Evlâdı Resulden o işler, uzaktır.
  • آن چه گفت آن باغبان بو الفضول ** حال او بد، دور از اولاد رسول‏
  • O bahçıvan mürtetlerin dölü olmasaydı Peygamber hanedanı hakkında böyle söyler miydi?
  • گر نبودی او نتیجه مرتدان ** کی چنین گفتی برای خاندان‏
  • Afsunlar okudu, fakîh de bunları dinledi. Bunun üzerine o sitemkâr fakîh şerifin ardından gidip, 2200
  • خواند افسونها شنید آن را فقیه ** در پیش رفت آن ستمکار سفیه‏
  • “Ey eşek, bu bağa seni kim davet etti? Hırsızlık sana Peygamberden mi miras kaldı?
  • گفت ای خر اندر این باغت که خواند ** دزدی از پیغمبرت میراث ماند
  • Aslan yavrusu, aslana benzer, sen söyle bakayım, Peygambere ne yüzden benziyorsun?” dedi.
  • شیر را بچه همی‏ماند بدو ** تو به پیغمبر به چه مانی بگو
  • O zalim herif, şerife, Haricî Âl-i Yâsîn’e ne yaparsa onu yaptı.
  • با شریف آن کرد مرد ملتجی ** که کند با آل یاسین خارجی‏
  • Hatta şeytan ve gul, Âl-i Resul’e Yezid ve Şimir gibi nasıl kin tutarlarsa o da öyle kin tuttu, öcünü aldı.
  • تا چه کین دارند دایم دیو و غول ** چون یزید و شمر با آل رسول‏
  • Şerif, o zâlimin zulmünden harap oldu, fakîhe “Ben sudan çıktım. 2205
  • شد شریف از زخم آن ظالم خراب ** با فقیه او گفت ما جستیم از آب‏
  • Ayağını tetik bas, şimdi yapayalnız kaldın. Davula benze, boyuna karnına tokmak ye!
  • پای دار اکنون که ماندی فرد و کم ** چون دهل شو زخم می‏خور بر شکم‏
  • Şerifliğimi bir tarafa bırak. Hatta tut ki arkadaşlığa da lâyık değilim, fakat sana karşı bu çeşit bir zalimden de aşağı değilim ya” dedi.
  • گر شریف و لایق و هم دم نی‏ام ** از چنین ظالم تو را من کم نی‏ام‏
  • Bahçıvan ondan da kurtulup fakîhe geldi ve dedi ki: “Ey fakîh! Ne fakîhi, ey her sefih kişinin bile arlandığı herif!
  • شد از او فارغ بیامد کای فقیه ** چه فقیهی ای تو ننگ هر سفیه‏
  • Ey eli kesilecise, bağlara gir de, caiz midir? Emir var mı bile deme. Fetvan bu mu senin?
  • فتوی‏ات این است ای ببریده دست ** کاندر آیی و نگویی امر هست‏
  • Böyle bir ruhsatı Vasît’temi okudun? Yoksa bu mesele Muhit’te mi var?” 2210
  • این چنین رخصت بخواندی در وسیط ** یا بدست این مسئله اندر محیط
  • Fakîh “Vur, vur, hakkın var. Fırsat ele geçti. Dostlardan ayrılanın lâyığı budur” dedi.
  • گفت حق استت بزن دستت رسید ** این سزای آن که از یاران برید
  • Hastanın ve Peygamber Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem’in hasta sahabeyi dolaşıp hatırını sorması hikâyesine dönüş
  • رجعت به قصه مریض و عیادت پیغامبر علیه السلام‏
  • Hastanın hatırını soruş, dostluğu, birliği temin etmek içindir. Bu birlik, bu dostluk da yüz türlü sevgi doğurur.
  • این عیادت از برای این صله است ** وین صله از صد محبت حامله است‏
  • Naziri olmayan Peygamber, hastayı dolaşmaya, hatırını sormaya gidince o sahabeyi ölüm halinde gördü.
  • در عیادت شد رسول بی‏ندید ** آن صحابی را به حال نزع دید
  • Velilerin huzurundan uzaklaşırsan hakikatte Tanrı’dan uzaklaşırsın.
  • چون شوی دور از حضور اولیا ** در حقیقت گشته‏ای دور از خدا
  • Yoldaşlardan ayrılmanın sonu bile gam olursa padişahlardan ayrılık nasıl olur da ondan daha aşağı olur. 2215
  • چون نتیجه هجر همراهان غم است ** کی فراق روی شاهان ز آن کم است‏
  • Her an durma, padişahların gölgesini ara bul ki o gölgede güneşten de iyi bir hale gelesin.
  • سایه شاهان طلب هر دم شتاب ** تا شوی ز آن سایه بهتر ز آفتاب‏
  • Sefere çıkarsan bu niyetle çık, oturuyorsan yine bundan gafil olma!
  • گر سفر داری بدین نیت برو ** ور حضر باشد از این غافل مشو
  • Bir şeyhin Ebu Yezid’e “Kâbe benim, benim etrafımda tavaf et” demesi
  • گفتن شیخی بایزید را که کعبه منم گرد من طوافی می‏کن‏
  • Ümmet Şeyhi Bayezid, hac ve umre için yola düşmüş, Mekke’ye doğru koşa, koşa gidiyordu.
  • سوی مکه شیخ امت بایزید ** از برای حج و عمره می‏دوید
  • Hangi şehre varıyorsa önce o şehirdeki azizleri arıyor,
  • او به هر شهری که رفتی از نخست ** مر عزیزان را بکردی باز جست‏
  • Bu şehirde basiret sahibi, gönül gözü açık kim var diye dolaşıp araştırıyordu. 2220
  • گرد می‏گشتی که اندر شهر کیست ** کاو بر ارکان بصیرت متکی‏است‏
  • Tanrı, “Sefer esnasında nereye varırsan önce bir er araman gerek” dedi.
  • گفت حق اندر سفر هر جا روی ** باید اول طالب مردی شوی‏
  • Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
  • قصد گنجی کن که این سود و زیان ** در تبع آید تو آن را فرع دان‏
  • Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
  • هر که کارد قصد گندم باشدش ** کاه خود اندر تبع می‏آیدش‏
  • Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!
  • که بکاری بر نیاید گندمی ** مردمی جو مردمی جو مردمی‏
  • Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. 2225
  • قصد کعبه کن چو وقت حج بود ** چون که رفتی مکه هم دیده شود