English    Türkçe    فارسی   

2
2222-2271

  • Hazine elde etmeye çalış, çünkü kâr, zarar, işin ardından gelir, sen bunları feri bil.
  • قصد گنجی کن که این سود و زیان ** در تبع آید تو آن را فرع دان‏
  • Biri buğday elde etmek için ekin ekerse sonunda saman da elde eder.
  • هر که کارد قصد گندم باشدش ** کاه خود اندر تبع می‏آیدش‏
  • Fakat saman ekersen buğday elde edemezsin ki. İnsanların gözbebeği olan insanı ara, insanların gözbebeği olan insanı, insanların gözbebeğini!
  • که بکاری بر نیاید گندمی ** مردمی جو مردمی جو مردمی‏
  • Hac zamanı gelince Kâbe’yi ziyaret etmeye niyetlen. Oraya vardın mı Mekke’yi de görürsün. 2225
  • قصد کعبه کن چو وقت حج بود ** چون که رفتی مکه هم دیده شود
  • Miraçtan maksat dostu görmekti. Bu arada Arş da görüldü, melekler de.
  • قصد در معراج دید دوست بود ** در تبع عرش و ملایک هم نمود
  • Hikâye
  • حکایت‏
  • Yeni bir mürit günün birinde bir ev yaptırdı. Pir gelip evini gördü.
  • خانه‏ی نو ساخت روزی نو مرید ** پیر آمد خانه‏ی او را بدید
  • Şeyh, o yeni müridini, o iyi düşünceli kişiyi imtihan etmek maksadıyla dedi ki:
  • گفت شیخ آن نو مرید خویش را ** امتحان کرد آن نکو اندیش را
  • “Yoldaş, eve niçin pencere açtın?” O da şöyle cevap verdi: “Işık gelsin diye”
  • روزن از بهر چه کردی ای رفیق ** گفت تا نور اندر آید زین طریق‏
  • Şeyh “O feridir. Şunu niyaz etmek gerek: Bu pencereden ezanı duyasın” dedi. 2230
  • گفت آن فرع است این باید نیاز ** تا از این ره بشنوی بانگ نماز
  • Bayezid, seferde vaktin Hızır’ı olan kişiyi bulmak için uğraşmakta, böyle bir er araştırmaktaydı.
  • بایزید اندر سفر جستی بسی ** تا بیابد خضر وقت خود کسی‏
  • Vücudu hilâl gibi incelmiş bir pir gördü; onda erlerin halini, kalini buldu.
  • دید پیری با قدی همچون هلال ** دید در وی فر و گفتار رجال‏
  • Pirin gözü görmüyordu, fakat gönlü güneş gibiydi. Âdeta rüyasında Hindistan’ı görmüş bir file benziyordu
  • دیده نابینا و دل چون آفتاب ** همچو پیلی دیده هندستان به خواب‏
  • Gözünü yummuş, uyumakta. Fakat yüzlerce zevk ve neşe âlemi görmekte. Gözünü açarsa nasıl olurda görmez? Şaşılacak şey!
  • چشم بسته خفته بیند صد طرب ** چون گشاید آن نبیند ای عجب‏
  • Rüya deyince şaşılacak şeyler açığa çıkar. Gönül uykuda pencere kesilir. 2235
  • بس عجب در خواب روشن می‏شود ** دل درون خواب روزن می‏شود
  • Uyanık olduğu halde güzel rüya gören âriftir. Sen onun bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek.
  • آن که بیدار است و بیند خواب خوش ** عارف است او خاک او در دیده کش‏
  • Bayezid o pirin huzuruna varıp oturdu, halini sordu; onun hem fakir, hem de aile efradı çok olduğunu anladı.
  • پیش او بنشست و می‏پرسید حال ** یافتش درویش و هم صاحب عیال‏
  • Pir, “Ey bayezid nereye gidiyorsun gurbet pılı pırtısını nereye kadar çekip sürüyeceksin” dedi.
  • گفت عزم تو کجا ای بایزید ** رخت غربت را کجا خواهی کشید
  • Bayezid “ Hac mevsimi Kâbe’ye gidiyorum” diye cevap verdi. Pir dedi ki: “Yol masrafı olarak yanında ne var?”
  • گفت قصد کعبه دارم از پگه ** گفت هین با خود چه داری زاد ره‏
  • Bayezid “ İki yüz dirhem gümüşüm var. Ridamın ucuna sımsıkı bağladım işte.” deyince, 2240
  • گفت دارم از درم نقره دویست ** نک ببسته سخت در گوشه‏ی ردی است‏
  • Pir, “Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil.
  • گفت طوفی کن به گردم هفت بار ** وین نکوتر از طواف حج شمار
  • O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver. Bil ki hac ettin muradın hâsıl oldu.
  • و آن درمها پیش من نه‏ای جواد ** دان که حج کردی و حاصل شد مراد
  • Umre ettin ebedi ömre nail oldun, sâf bir hale geldin, Safa’ya koştun, Saiy erkânını yerine getirdin.
  • عمره کردی عمر باقی یافتی ** صاف گشتی بر صفا بشتافتی‏
  • Canının gördüğü Hak hakkı için ki o, beni kendi evinden daha üstün, daha makbul etmiştir;
  • حق آن حقی که جانت دیده است ** که مرا بر بیت خود بگزیده است‏
  • Kâbe her ne kadar onun lütuf ve ihsan evidir ama benim vücudum da onun sır evi. 2245
  • کعبه هر چندی که خانه‏ی بر اوست ** خلقت من نیز خانه‏ی سر اوست‏
  • Tanrı, Kâbe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Hâlbuki bu eve, benim vücuduma, o ebedi diri olan Tanrı’dan başka kimse gelmedi.
  • تا بکرد آن کعبه را در وی نرفت ** و اندر این خانه بجز آن حی نرفت‏
  • Beni gördün ya, bil ki Tanrı’yı gördün; doğruluk Kâbe’sinin, hakikî Kâbe’nin etrafında tavaf ettin.
  • چون مرا دیدی خدا را دیده‏ای ** گرد کعبه‏ی صدق بر گردیده‏ای‏
  • Bana hizmet, Tanrıya itaat etmek, onu övmektir. Sakın Hakkı benden ayrı sanma.
  • خدمت من طاعت و حمد خداست ** تا نپنداری که حق از من جداست‏
  • Gözünü iyi aç da bana öyle bak ki beşerde Tanrı nurunu göresin” dedi.
  • چشم نیکو باز کن در من نگر ** تا ببینی نور حق اندر بشر
  • Bayezid, o nükteleri dinledi, altın bir küpe gibi kulağına taktı. 2250
  • بایزید آن نکته‏ها را هوش داشت ** همچو زرین حلقه‏اش در گوش داشت‏
  • Bu yüzden derecesi yükseldi, fazileti arttı. Hakikat yolunun sonuna erişmiş olan Bayezid, artık ondan sonra bir son tasavvur edilemeyecek olan bir makama vardı.
  • آمد از وی بایزید اندر مزید ** منتهی در منتها آخر رسید
  • Peygamber’in o şahsın hastalandığına, duada küstahlık etmesinin sebep olduğunu bildirmesi
  • دانستن پیغامبر صلی الله علیه و آله که سبب رنجوری آن شخص گستاخی بوده است در دعا
  • Peygamber, o hastayı görünce halini hatırını sordu, o hakikî dosta iltifatlarda bulundu.
  • چون پیمبر دید آن بیمار را ** خوش نوازش کرد یار غار را
  • Adam, Peygamber’i görünce dirildi, sanki o anda yeniden yaratılmıştı.
  • زنده شد او چون پیمبر را بدید ** گوییا آن دم مر او را آفرید
  • Sahabe, “ astalık beni bu bahta eriştirdi; bu sultan sabah çağında beni dolaşmaya geldi.
  • گفت بیماری مرا این بخت داد ** کامد این سلطان بر من بامداد
  • Bu suretle bana sıhhat erişti, saltanatına bir hudut olmayan bu padişahın kademi bereketiyle iyileştim. 2255
  • تا مرا صحت رسید و عاقبت ** از قدوم این شه بی‏حاشیت‏
  • Ne güzel, ne mübarek ağrı, sızı. Ne mutlu, ne kutlu hastalık hararet, dert ve gece uykusuzluğu!
  • ای خجسته رنج و بیماری و تب ** ای مبارک درد و بیداری شب‏
  • İşte Tanrı bana bu kocalığımda lütuf ve kereminden böyle bir hastalık, böyle bir illet verdi.
  • نک مرا در پیری از لطف و کرم ** حق چنین رنجوریی داد و سقم‏
  • Arka ağrısı ihsan etti de her gece yarısı uykudan uyandırdı.
  • درد پشتم داد هم تا من ز خواب ** بر جهم هر نیم شب لا بد شتاب‏
  • Bütün gece manda gibi uyumayayım diye Hak, lütfetti, bana dertler ihsan etti.
  • تا نخسبم جمله شب چون گاومیش ** دردها بخشید حق از لطف خویش‏
  • Bu sınıklıktan da padişahların merhameti coştu. Cehennem de beni tehdit etmeden vazgeçti, sukût etti” dedi. 2260
  • زین شکست آن رحم شاهان جوش کرد ** دوزخ از تهدید من خاموش کرد
  • Ağrı, sızı ve hastalık hazinedir. Rahmetler ondadır. Deri yırtıldı mı iç tazelenir.
  • رنج گنج آمد که رحمتها در اوست ** مغز تازه شد چو بخراشید پوست‏
  • Kardeş, karanlık yere, soğuğa, gama, kırıklığa ve hastalığa sabretmek,
  • ای برادر موضع تاریک و سرد ** صبر کردن بر غم و سستی و درد
  • Âbıhayat kaynağı ve sarhoşluk kadehidir. Çünkü yücelikler, hep aşağılıktadır.
  • چشمه‏ی حیوان و جام مستی است ** کان بلندیها همه در پستی است‏
  • Baharlar güz mevsiminde gizlidir, güz mevsimi de baharda. Kaçma ondan!
  • آن بهاران مضمر است اندر خزان ** در بهار است آن خزان مگریز از آن‏
  • Gama yoldaş o, vahşetle ünsiyet kesbet. Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur! 2265
  • همره غم باش و با وحشت بساز ** می‏طلب در مرگ خود عمر دراز
  • Nefsinin “Bu kötü” dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır.
  • آن چه گوید نفس تو کاینجا بد است ** مشنوش چون کار او ضد آمده ست‏
  • Onun dediğinin zıddını yap. Âlemde peygamberlerin de vasiyetleri böyledir.
  • تو خلافش کن که از پیغمبران ** این چنین آمد وصیت در جهان‏
  • Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak aciptir.
  • مشورت در کارها واجب شود ** تا پشیمانی در آخر کم بود
  • Ümmet “Kiminle meşveret edelim?” dediler de, peygamberler “ Mukteda olan akılla” diye cevap verdiler.
  • گفت امت مشورت با کی کنیم ** انبیا گفتند با عقل امیم‏
  • Hatta soran adam “İyi ama ya hiçbir tedbiri, isabetli aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?” deyince, 2270
  • گفت گر کودک در آید یا زنی ** کاو ندارد عقل و رای روشنی‏
  • Peygamber, “ Onunla da meşverette bulun, fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git” dedi.
  • گفت با او مشورت کن و انچه گفت ** تو خلاف آن کن و در راه افت‏