English    Türkçe    فارسی   

2
2724-2773

  • Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
  • حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم‏
  • Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de! 2725
  • تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین‏
  • Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
  • من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
  • Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
  • متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن‏
  • Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
  • گرگ بی‏چاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است‏
  • Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
  • از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت‏
  • Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
  • باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
  • Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte. 2730
  • گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی می‏خواندت‏
  • Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
  • راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من‏
  • Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
  • گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیال‏اندیش پر اندیشه‏ها
  • Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
  • گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است‏
  • “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
  • گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب‏
  • Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. 2735
  • دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ‏
  • Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
  • در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانه‏ی دام دل است‏
  • Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
  • دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن‏
  • Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
  • چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم‏
  • Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
  • حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
  • Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti. 2740
  • پس دروغ و عشوه‏ات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد
  • O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
  • کژدم از گندم ندانست آن نفس ** می‏پرد تمییز از مست هوس‏
  • Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
  • خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
  • Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
  • هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
  • Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap
  • شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
  • Birisini kadı yaptılar. Ağlayıp inlemeye koyuldu. Naip “Kadıya bu ağlama nedir diye?
  • قاضیی بنشاندند او می‏گریست ** گفت نایب قاضیا گریه ز چیست‏
  • Ağlamak, feryat etmek zamanı değil, sevinecek, kutlanacak zamanın “ dedi. 2745
  • این نه وقت گریه و فریاد تست ** وقت شادی و مبارک باد تست‏
  • Kadı, bir ah edip dedi ki: “Gönlüne hâkim olmayan, işin iç yüzünü bilmeyen kimse nasıl hükmedebilir? O, işin hakikatini bilen iki kişi arasında bir cahilden başka bir şey değildir ki.
  • گفت اه چون حکم راند بی‏دلی ** در میان آن دو عالم جاهلی‏
  • O iki hasım, ne yaptıklarını bilirler. Zavallı, kadı o iki kişinin hilesini ne bilsin?
  • آن دو خصم از واقعه‏ی خود واقفند ** قاضی مسکین چه داند ز آن دو بند
  • Hallerini bilmez, gafildir. Böyle olduğu halde kanlarına, mallarına nasıl hükmedecek?”
  • جاهل است و غافل است از حالشان ** چون رود در خونشان و مالشان‏
  • Naip “Hasımlar, bilgili ama illetlidir. Hâlbuki sen, cahilsin ama şeriat mumusun.
  • گفت خصمان عالمند و علتی ** جاهلی تو لیک شمع ملتی‏
  • Çünkü sende bir kasıt ve illet yok. İşte şu illetsizlik yok mu? Gözlerin nurudur. 2750
  • ز انکه تو علت نداری در میان ** آن فراغت هست نور دیده‏گان‏
  • O iki bilgiyi, garazları kör etmiştir. Bilgilerini de kasıtları, illetleri mezara tıkmıştır.
  • و آن دو عالم را غرضشان کور کرد ** علمشان را علت اندر گور کرد
  • Kasıtsızlık, bilgisizi âlim yapar, kasıt ve garaz, ilmi aykırı bir hale sokar, zulüm haline koyar.
  • جهل را بی‏علتی عالم کند ** علم را علت کژ و ظالم کند
  • Sen rüşvet almadıkça kör değilsin, fakat tamah ettin mi körsün, kul köle kesilirsin” dedi.
  • تا تو رشوت نستدی بیننده‏ای ** چون طمع کردی ضریر و بنده‏ای‏
  • Ben hevadan vazgeçmişim, şehvet lokmalarını az yemişim.
  • از هوا من خوی را واکرده‏ام ** لقمه‏های شهوتی کم خورده‏ام‏
  • Gönlümün tat alma duygusu aydın, doğruyu yalandan ayırt eder. 2755
  • چاشنی گیر دلم شد با فروغ ** راست را داند حقیقت از دروغ‏
  • Muaviye’nin İblis’i söyletmesi
  • به اقرار آوردن معاویه ابلیس را
  • Sen niçin beni uyandırdın? Be hilebaz, sen uyanıklığa düşmansın.
  • تو چرا بیدار کردی مر مرا ** دشمن بیداریی تو ای دغا
  • Sen, afyona benzersin, daima uyutursun. Şaraba benzersin, aklı, bilgiyi giderirsin.
  • همچو خشخاشی همه خواب آوری ** همچو خمری عقل و دانش را بری‏
  • Seni çarmıha gerdim. Haydi, doğru söyle. Ben doğruyu bilir, anlarım, hileye sapma.
  • چار میخت کرده‏ام هین راست گو ** راست را دانم تو حیلتها مجو
  • Ben herkesten, tabiatında, huyunda ne varsa, neye sahipse onu ararım.
  • من ز هر کس آن طمع دارم که او ** صاحب آن باشد اندر طبع و خو
  • Sirkeden şeker lezzetini aramam. Karı tabiatlı erkeği asker yerine saymam. 2760
  • من ز سرکه می‏نجویم شکری ** مر مخنث را نگیرم لشکری‏
  • Gâvurlar gibi, bir putun Hak oluşunu yahut Hak’tan bir alâmet, bir nişan buluşunu ummam.
  • همچو گبران من نجویم از بتی ** کاو بود حق یا خود از حق آیتی‏
  • Fışkıdan misk kokusunu istemem. Irmak içinde kuru kerpiç araştırmam.
  • من ز سرگین می‏نجویم بوی مشک ** من در آب جو نجویم خشت خشک‏
  • Ağyar olan Şeytan’dan beni hayır için uyandırmayı ummam.”
  • من ز شیطان این نجویم کاوست غیر ** که مرا بیدار گرداند به خیر
  • İblis’in, hilesini Muaviye’ye doğru söylemesi
  • راست گفتن ابلیس ضمیر خود را به معاویه‏
  • İblis, birçok hileye, düzene kalkıştıysa da Emîr, onun inadını, inkârını dinlemedi.
  • گفت بسیار آن بلیس از مکر و غدر ** میر از او نشنید کرد استیز و صبر
  • Bunun üzerine sözü ağzının içinde geveleyerek dedi ki: “Ey Muaviye, ben seni şunun için uyandırdım: 2765
  • از بن دندان بگفتش بهر آن ** کردمت بیدار می‏دان ای فلان‏
  • Cemaate yetişesin, devletli Peygamber’in ardında namaz kılasın.
  • تا رسی اندر جماعت در نماز ** از پی پیغمبر دولت فراز
  • Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapkaranlık kesilecekti.
  • گر نماز از وقت رفتی مر ترا ** این جهان تاریک گشتی بی‏ضیا
  • Bu ziyandan bu dertten dolayı ağlayacak, gözlerinden âdeta kâselerle yaş dökecektin.
  • از غبین و درد رفتی اشکها ** از دو چشم تو مثال مشکها
  • Herkes, ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur.
  • ذوق دارد هر کسی در طاعتی ** لاجرم نشکیبد از وی ساعتی‏
  • Fakat o dert, o gussa yüzlerce namaza değer. Nerede namaz, nerede o niyazın ışığı?” 2770
  • آن غبین و درد بودی صد نماز ** کو نماز و کو فروغ آن نیاز
  • İhlâs sahibi birisinin cemaati kaçırdığından dolayı tahassür ve iştiyakı
  • فضیلت حسرت خوردن آن مخلص بر فوت نماز جماعت‏
  • Birisi mescide girerken baktı ki halk mescitten çıkıyor.
  • آن یکی می‏رفت در مسجد درون ** مردم از مسجد همی‏آمد برون‏
  • Cemaat dağıldı mı ki herkes acele, acele mescitten çıkıyor?” diye sordu.
  • گفت پرسان که جماعت را چه بود ** که ز مسجد می‏برون آیند زود
  • Birisi, “Peygamber, cemaatle namazını eda etti, duasını bile bitirdi.
  • آن یکی گفتش که پیغمبر نماز ** با جماعت کرد و فارغ شد ز راز