English    Türkçe    فارسی   

2
3165-3214

  • Onu vurmak isterken atlı bağırdı: “Ben cüssece iriyim ama hakikatte zayıf bir adamım. 3165
  • تا زند تیری سوارش بانگ زد ** من ضعیفم گر چه زفت استم جسد
  • Sakın benim iriliğime bakma, savaş zamanı kocakarıdan da aşağıyım.”
  • هان و هان منگر تو در زفتی من ** که کمم در وقت جنگ از پیر زن‏
  • Okçu “haydi git, iyi ki söyledin, yoksa korkumdan seni vuracaktım” dedi.
  • گفت رو که نیک گفتی ور نه نیش ** بر تو می‏انداختم از ترس خویش‏
  • Nice adamlar vardır ki erkek olmadıklarından ellerinde kılıç olduğu halde karşıdakini silâhla tepelenmişlerdir.
  • بس کسان را کالت پیکار کشت ** بی‏رجولیت چنان تیغی به مشت‏
  • Rüstemlerin silâhını bile kuşansan ehli olmadıktan sonra canından olursun.
  • گر بپوشی تو سلاح رستمان ** رفت جانت چون نباشی مرد آن‏
  • Oğul, kılıcı bırak da can siperini ele al. Bu padişahtan ancak başsız olan başını kurtarır. 3170
  • جان سپر کن تیغ بگذار ای پسر ** هر که بی‏سر بود از این شه برد سر
  • Senin silâhın; hilen, düzenindir. Hem senden doğar hem canına kast eder.
  • آن سلاحت حیله و مکر تو است ** هم ز تو زایید و هم جان تو خست‏
  • Bu hilelerden mademki bir fayda elde edemedin, hileyi bırak da devletlere kavuşasın.
  • چون نکردی هیچ سودی زین حیل ** ترک حیلت کن که پیش آید دول‏
  • Mademki hileden bir meyve elde edip yiyemedin, bırak hileyi, Allah’ı ara!
  • چون که یک لحظه نخوردی بر ز فن ** ترک فن گو می‏طلب رب المنن‏
  • Bu bilgiler, sana mademki kutlu değil, kendini ahmak yerine koy, şom şeyi terk et!
  • چون مبارک نیست بر تو این علوم ** خویشتن گولی کن و بگذر ز شوم‏
  • Melekler gibi “Allah’ım, bizim bilgimiz, ancak senin bildirdiğin bilgidir, başka bir şey bilmiyoruz” de! 3175
  • چون ملایک گو که لا علم لنا ** یا الهی غیر ما علمتنا
  • Bedevinin çuvala kum doldurması ve filozofun onu kınaması
  • قصه‏ی اعرابی و ریگ در جوال کردن و ملامت کردن آن فیلسوف او را
  • Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş, birisi onu lâfa tuttu.
  • یک عرابی بار کرده اشتری ** دو جوال زفت از دانه پری‏
  • Vatanından sorup konuşturdu ve o suallerle bir hayli inciler deldi.
  • او نشسته بر سر هر دو جوال ** یک حدیث انداز کرد او را سؤال‏
  • EKSIK
  • از وطن پرسید و آوردش به گفت ** و اندر آن پرسش بسی درها بسفت‏
  • Sonra dedi ki: “O iki çuvalda ne dolu? Doğruca söyle!”
  • بعد از آن گفتش که این هر دو جوال ** چیست آگنده بگو مصدوق حال‏
  • Bedevi “ Bir tanesinde buğday var. Öbürü kum, yiyecek bir şey değil! ” dedi. 3180
  • گفت اندر یک جوالم گندم است ** در دگر ریگی نه قوت مردم است‏
  • Adam “Neden bu kumu doldurdun” diye sordu. Bedevi cevap verdi: “O çuval boş kalmasın diye”.
  • گفت تو چون بار کردی این رمال ** گفت تا تنها نماند آن جوال‏
  • Adam; “Akıllılık edip buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koy.
  • گفت نیم گندم آن تنگ را ** در دگر ریز از پی فرهنگ را
  • Bu suretle hem çuvallar hafifler, hem devenin yükü “ dedi. Bedevi bu fikri pek beğenip “ Ey akıllı ve hür hakîm,
  • تا سبک گردد جوال و هم شتر ** گفت شاباش ای حکیم اهل و حر
  • Böyle bir ince fikir, böyle bir güzel rey sahibi olduğun halde neden böyle çırçıplaksın, yaya yürüyor, yoruluyorsun?”
  • این چنین فکر دقیق و رای خوب ** تو چنین عریان پیاده در لغوب‏
  • Dedi. O iyi kalpli bedevi, hakîme acıdı, onu deveye bindirmek istedi. Tekrar 3185
  • رحمتش آمد بر حکیم و عزم کرد ** کش بر اشتر بر نشاند نیک مرد
  • “Ey güzel sözlü hakîm, birazcık halinden bahset.
  • باز گفتش ای حکیم خوش سخن ** شمه‏ای از حال خود هم شرح کن‏
  • Böyle bir akılla, böyle bir kifayetle sen ya vezirsin, ya padişah. Doğru söyle!” dedi.
  • این چنین عقل و کفایت که تراست ** تو وزیری یا شهی بر گوی راست‏
  • Hakîm dedi ki: “İkisi de değilim, halktan bir adamım. Halime, elbiseme baksana!”
  • گفت این هر دو نیم از عامه‏ام ** بنگر اندر حال و اندر جامه‏ام‏
  • Bedevi “Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu. Hakîm cevap verdi: “Uzun etme. Ne ona malikim, ne buna!”
  • گفت اشتر چند داری چند گاو ** گفت نه این و نه آن ما را مکاو
  • Bedevi, “Peki, bari dükkânındaki mal ne, onu söyle!” dedi. Hakîm dedi ki “Benim dükkânım nerede, yerim yurdum nerede? 3190
  • گفت رختت چیست باری در دکان ** گفت ما را کو دکان و کو مکان‏
  • Bedevi, öyleyse paranı sorayım: sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlerde bulunuyorsun, ne kadar paran var?
  • گفت پس از نقد پرسم نقد چند ** که تویی تنها رو و محبوب پند
  • Âlemdeki bakırları altın yapacak kimya senin elinde, akıl ve bilgi incilerin tümen, tümen dedi!” dedi.
  • کیمیای مس عالم با تو است ** عقل و دانش را گهر تو بر تو است‏
  • Hakîm, “Ey Arabın iftiharı, vallahi para şöyle dursun, bir gecelik yiyecek alacak mangırım bile yok.
  • گفت و الله نیست یا وجه العرب ** در همه ملکم وجوه قوت شب‏
  • Yalınayak, başıkabak koşup duruyorum. Kim, bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum.
  • پا برهنه تن برهنه می‏دوم ** هر که نانی می‏دهد آن جا روم‏
  • Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” deyince; 3195
  • مر مرا زین حکمت و فضل و هنر ** نیست حاصل جز خیال و درد سر
  • Arap dedi ki : “ Yürü, yanımdan uzaklaş, senin nuhusetin benim başıma da çökmesin.
  • پس عرب گفتش که شو دور از برم ** تا نبارد شومی تو بر سرم‏
  • O şom hikmetini benden uzaklaştır. Sözün, zamane halkına şom.
  • دور بر آن حکمت شومت ز من ** نطق تو شرم است بر اهل زمن‏
  • Ya sen o yana git, ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim.
  • یا تو آن سو رو من این سو می‏دوم ** ور ترا ره پیش من واپس روم‏
  • Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız!
  • یک جوالم گندم و دیگر ز ریگ ** به بود زین حیله‏های مرده‏ریگ‏
  • Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Gönlümde azığım var, canım perhizkâr!” 3200
  • احمقی‏ام بس مبارک احمقی است ** که دلم با برگ و جانم متقی است‏
  • Sen de şekavetin azalmasını istiyorsan çalış, sendeki hikmet azalsın.
  • گر تو خواهی کت شقاوت کم شود ** جهد کن تا از تو حکمت کم شود
  • Tabiattan doğan, hayalden meydana gelen hikmet, Allah nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir.
  • حکمتی کز طبع زاید وز خیال ** حکمتی بی‏فیض نور ذو الجلال‏
  • Dünya hikmeti, zannı, şüpheyi artırır, din hikmetiyse insanı feleğin üstüne çıkarır.
  • حکمت دنیا فزاید ظن و شک ** حکمت دینی برد فوق فلک‏
  • Âhir zamanın âdi ukalâsı, kendilerini evvelce gelenlerden üstün görürler.
  • زوبعان زیرک آخر زمان ** بر فزوده خویش بر پیشینیان‏
  • Hileler öğrenip ciğerler yakmışlar, hileler, düzenler bellemişlerdir. 3205
  • حیله آموزان جگرها سوخته ** فعل‏ها و مکرها آموخته‏
  • Asıl sermaye iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliğiyle vermişlerdir.
  • صبر و ایثار و سخای نفس و جود ** باد داده کان بود اکسیر سود
  • Fikir ona derler ki bir yol açsın, yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin.
  • فکر آن باشد که بگشاید رهی ** راه آن باشد که پیش آید شهی‏
  • Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil.
  • شاه آن باشد که از خود شه بود ** نه به مخزنها و لشکر شه شود
  • Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Ahmet’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir.
  • تا بماند شاهی او سرمدی ** همچو عز ملک دین احمدی‏
  • Allah rahmet etsin, İbrahim Ethem’in deniz kıyısında gösterdiği keramet
  • کرامات ابراهیم ادهم بر لب دریا
  • İbrahim Ethem’den rivayet edilmiştir: Bir yerde deniz kıyısında oturmuş, 3210
  • هم ز ابراهیم ادهم آمده ست ** کاو ز راهی بر لب دریا نشست‏
  • O can sultanı, hırkasını dikmeğe koyulmuştu. Ansızın oraya bir emir geldi.
  • دلق خود می‏دوخت آن سلطان جان ** یک امیری آمد آن جا ناگهان‏
  • O emir, Şeyh’in kullarındandı. Şeyh’i tanıyıp hemen secde etti.
  • آن امیر از بندگان شیخ بود ** شیخ را بشناخت سجده کرد زود
  • Şeyh’in hırka dikmekte olduğunu görüp şaşırdı. Şekli de değişmişti, huyu da!
  • خیره شد در شیخ و اندر دلق او ** شکل دیگر گشته خلق و خلق او
  • Emîr, kendi kendisine “ Öyle bir ulu sultanlığı terk etti de şu yoksulluğu ihtiyar etti. Bu ne acayip iş!
  • کاو رها کرد آن چنان ملک شگرف ** بر گزید آن فقر بس باریک حرف‏