English    Türkçe    فارسی   

2
3352-3401

  • Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce koyul,
  • باری از دوری ز خدمت یار باش ** در ندامت چابک و بر کار باش‏
  • Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun?
  • تا از آن راهت نسیمی می‏رسد ** آب رحمت را چه بندی از حسد
  • Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, “Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!”
  • گر چه دوری دور می‏جنبان تو دم ** حیث ما کنتم فولوا وجهکم‏
  • Eşek bile hızlı yürüyeyim derken balçığa saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur. 3355
  • چون خری در گل فتد از گام تیز ** دم‏به‏دم جنبد برای عزم خیز
  • Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim yeri değildir.
  • جای را هموار نکند بهر باش ** داند او که نیست آن جای معاش‏
  • Duygun, eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile.
  • حس تو از حس خر کمتر بده ست ** که دل تو زین وحلها بر نجست‏
  • Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin. Çünkü oradan gönlünü almak istemiyorsun ki.
  • در وحل تاویل رخصت می‏کنی ** چون نمی‏خواهی کز آن دل بر کنی‏
  • “ Bana bu lâyık, ihtiyarım elimde değil. Allah kerimdir. Bir âcizi de suçlu tutacak değil ya” dersin.
  • کاین روا باشد مرا من مضطرم ** حق نگیرد عاجزی را از کرم‏
  • Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi, sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun. 3360
  • خود گرفته ستت تو چون کفتار کور ** این گرفتن را نبینی از غرور
  • Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler,
  • می‏گوند این جایگه کفتار نیست ** از برون جویید کاندر غار نیست‏
  • De mağarayı kapatırlar, hâlbuki sırtlan “Benden haberleri yok.
  • این همی‏گویند و بندش می‏نهند ** او همی‏گوید ز من بی‏آگهند
  • Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya, diye bağırırlar mıydı” der.
  • گر ز من آگاه بودی این عدو ** کی ندا کردی که آن کفتار کو
  • Birinin Ulu Allah günah yüzünden beni suçlu tutmuyor, bana ceza vermiyor diye iddiaya girişmesi ve Şuayb aleyhisselâm’ın ona cevap vermesi
  • دعوی‏کردن آن شخص که خدای تعالی مرا نمی‏گیرد به گناه و جواب گفتن شعیب علیه السلام مر او را
  • Şuayb zamanında birisi, “Allah benden nice ayıplar gördü.”
  • آن یکی می‏گفت در عهد شعیب ** که خدا از من بسی دیده ست عیب‏
  • Nice suçlarda bulundum. Böyle olduğum halde kereminden bana ceza vermiyor, beni muahaze etmiyor” dedi. 3365
  • چند دید از من گناه و جرمها ** و ز کرم یزدان نمی‏گیرد مرا
  • Ulu Allah, Şuayb’ın kulağına dedi ki. “Ona gayp âleminden fasih bir dille cevap ver:
  • حق تعالی گفت در گوش شعیب ** در جواب او فصیح از راه غیب‏
  • Sen, ben ne kadar suç işledim, öyle olduğu halde Allah kereminden suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor dedin ama
  • که بگفتی چند کردم من گناه ** و ز کرم نگرفت در جرمم اله‏
  • Ey aykırı düşünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmuş!
  • عکس می‏گویی و مقلوب ای سفیه ** ای رها کرده ره و بگرفته تیه‏
  • Seni nice kereler cezalandırdım. Fakat senin haberin yok. Ayağından tepene kadar zincirler içinde kalmışsın.
  • چند چندت گیرم و تو بی‏خبر ** در سلاسل مانده‏ای پا تا به سر
  • A kara kazan, isin, pasın kat, kat; için, yüzün berbat! 3370
  • زنگ تو بر تویت ای دیگ سیاه ** کرد سیمای درونت را تباه‏
  • Gönlünde is üstünde is, kurum üstünde kurum. Bu is ve kurum bir derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara karşı kör olmuş.
  • بر دلت زنگار بر زنگارها ** جمع شد تا کور شد ز اسرارها
  • Eğer o is, kurum, yeni bir kazana ursa bir arpa tanesi kadar küçük bile olsa eseri görünür.
  • گر زند آن دود بر دیگ نوی ** آن اثر بنماید ار باشد جوی‏
  • Çünkü her şey, zıddı ile meydana çıkar. Bembeyaz kazanın beyazlığı ütünde o kara is berbat bir şekilde kendini gösterir.
  • ز انکه هر چیزی به ضد پیدا شود ** بر سپیدی آن سیه رسوا شود
  • Fakat dumanın tesiriyle kazan karardı mı artık onun üstünde isi, kurumu kim görür a inatçı?
  • چون سیه شد دیگ پس تاثیر دود ** بعد از این بروی که بیند زود زود
  • Demirci zenci olursa yüzü, dumanla isle aynı renktedir. 3375
  • مرد آهنگر که او زنگی بود ** دود را با روش هم رنگی بود
  • Fakat beyaz adam demirciliğe kalkışırsa yüzü yer, yer kararır, kızarır.
  • مرد رومی کاو کند آهنگری ** رویش ابلق گردد از دود آوری‏
  • Bu takdirde de günahın tesirini derhal anlar da ağlayıp sızlamaya başlar ve “ Aman Yarabbi” demeye koyulur.
  • پس بداند زود تاثیر گناه ** تا بنالد زود گوید ای اله‏
  • Fakat bir adam, günahta ısrar eder, kötülüğü kendine sanat edinir, düşünce gözüne toprak saçarsa,
  • چون کند اصرار و بد پیشه کند ** خاک اندر چشم اندیشه کند
  • Artık tövbe etmeyi bile aklına getirmez; o suç gönlüne tatlı gelir; böyle böyle nihayet dinsiz olur gider.
  • توبه نندیشد دگر شیرین شود ** بر دلش آن جرم تا بی‏دین شود
  • O pişman oluş, o “Yarabbi” deyiş ondan zail olur, gönül aynasının yüzünü beş kat pas örter. 3380
  • آن پشیمانی و یا رب رفت از او ** شست بر آیینه زنگ پنج تو
  • Paslar, demirini yemeye gevherini yok etmeye başlar.
  • آهنش را زنگها خوردن گرفت ** گوهرش را زنگ کم کردن گرفت‏
  • Beyaz bir kâğıda yazı yazarsan o yazı, kâğıda bakar bakmaz okunur.
  • چون نویسی کاغذ اسپید بر ** آن نبشته خوانده آید در نظر
  • Yazılı kâğıda bir yazı yazarsan okunur ama iyi anlaşılmaz, insan yanılabilir.
  • چون نویسی بر سر بنوشته خط ** فهم ناید خواندنش گردد غلط
  • Çünkü o karalanmış kâğıt üstüne kara yazı yazıldı mı her iki yazı da körleşir, hiçbir manası kalmaz.
  • کان سیاهی بر سیاهی اوفتاد ** هر دو خط شد کور و معنیی نداد
  • O kâğıda üçüncü defa bir şey yazarsan kâfirlerin canı gibi tamamıyla kapkara olur. 3385
  • ور سوم باره نویسی بر سرش ** پس سیه کردی چو جان کافرش‏
  • Şu halde her şeye çare bulan Allah’a sığınmaktan başka ne çare var? Bakırın ümitsizliğine iksir, ancak onun nazarıdır.
  • پس چه چاره جز پناه چاره‏گر ** ناامیدی مس و اکسیرش نظر
  • Ümitsizlikleri ona arz edin de devasız derdinizden kurtuluverin!”
  • ناامیدیها به پیش او نهید ** تا ز درد بی‏دوا بیرون جهید
  • Şuayb ona bu nükteleri söyleyince Şuayb’ın nefesleri yüzünden adamın gönlünde güller açıldı.
  • چون شعیب این نکته‏ها با او بگفت ** ز آن دم جان در دل او گل شکفت‏
  • Canı, gökyüzünden gelen vahiy sesini duydu. Dedi ki. “ Eğer bizi cezalandırdıysa nişanesi nerede?”
  • جان او بشنید وحی آسمان ** گفت اگر بگرفت ما را کو نشان‏
  • Şuayb “Yarabbi, beni kabul etmiyor. Bu muhazeye, bu cezaya nişane aramakta” dedi. 3390
  • گفت یا رب دفع من می‏گوید او ** آن گرفتن را نشان می‏جوید او
  • Allah “Ben ayıpları örtücüyüm, sırlarını söylemem. Ancak iptilâsına dair şu tek remzi söyleyeyim:
  • گفت ستارم نگویم رازهاش ** جز یکی رمز از برای ابتلاش‏
  • Onu cezalandırdığımın bir nişanesi şu: Oruç tutmak da dua etmekte.
  • یک نشان آن که می‏گیرم و را ** آن که طاعت دارد از صوم و دعا
  • Namaz kılmakta, zekât vermekte, başka ibadetlerde bulunmakta. Fakat ruhu bir zerre bile zevk duymuyor.
  • و ز نماز و از زکات و غیر آن ** لیک یک ذره ندارد ذوق جان‏
  • Ne güzel ibadetler ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor. Fakat bir parçacık bile tat yok.
  • می‏کند طاعات و افعال سنی ** لیک یک ذره ندارد چاشنی‏
  • İbadeti kışırdan ibaret, iç, yok. Cevizler çok ama içleri boş! 3395
  • طاعتش نغز است و معنی نغز نی ** جوزها بسیار و در وی مغز نی‏
  • İbadetlerin netice vermesi için zevk gerek, tohumun ağaç olması için iç gerek!
  • ذوق باید تا دهد طاعات بر ** مغز باید تا دهد دانه شجر
  • İçsiz tohum, fidan olur mu? Cansız surette hayalden başka bir şey değil.
  • دانه‏ی بی‏مغز کی گردد نهال ** صورت بی‏جان نباشد جز خیال‏
  • O hale âşina olamayan müridin şeyhi kınaması hikâyesinin sonu
  • بقیه‏ی قصه‏ی طعنه زدن آن مرد بیگانه در شیخ‏
  • O habis, şeyh hakkında hezeyanlarda bulunmaktaydı. Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.
  • آن خبیث از شیخ می‏لایید ژاژ ** کژنگر باشد همیشه عقل کاژ
  • “Ben, onu bir mecliste gördüm, takvası yok, bir müflisten ibaret.
  • که منش دیدم میان مجلسی ** او ز تقوی عاری است و مفلسی‏
  • İnanmıyorsan bu gece kalk da şeyhinin fıskını apaçık gör” dedi. 3400
  • ور که باور نیستت خیز امشبان ** تا ببینی فسق شیخت را عیان‏
  • Geceleyin o adamı bir pencere başına götürdü, dedi ki: “Fasikliğe bak, işreti gör”
  • شب ببردش بر سر یک روزنی ** گفت بنگر فسق و عشرت کردنی‏