English    Türkçe    فارسی   

2
3446-3495

  • Fare, “Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var.
  • گفت مور تست و ما را اژدهاست ** که ز زانو تا به زانو فرق‏هاست‏
  • Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer.” dedi.
  • گر ترا تا زانو است ای پر هنر ** مر مرا صد گز گذشت از فرق سر
  • Deve dedi ki: “ Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın.
  • گفت گستاخی مکن بار دگر ** تا نسوزد جسم و جانت زین شرر
  • Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur.”
  • تو مری با مثل خود موشان بکن ** با شتر مر موش را نبود سخن‏
  • Fare, “Tövbe ettim, Allah hakkı için beni bu helâk edici sudan geçir.” dedi. 3450
  • گفت توبه کردم از بهر خدا ** بگذران زین آب مهلک مر مرا
  • Deve acıdı, “Haydi hörgücüme sıçra, otur.
  • رحم آمد مر شتر را گفت هین ** برجه و بر کودبان من نشین‏
  • Bu geçiş, benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm” dedi.
  • این گذشتن شد مسلم مر مرا ** بگذرانم صد هزاران چون ترا
  • Mademki peygamber değilsin, yola düş de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erişesin.
  • چون پیمبر نیستی پس رو به راه ** تا رسی از چاه روزی سوی جاه‏
  • Sultan değilsen yürü, riayet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle alabildiğine yürütme.
  • تو رعیت باش چون سلطان نه‏ای ** خود مران چون مرد کشتیبان نه‏ای‏
  • Ticarette kâmil değilsen yalnız başına dükkân açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir. 3455
  • چون نه‏ای کامل دکان تنها مگیر ** دست‏خوش می‏باش تا گردی خمیر
  • “Susun, dinleyin” emrini işit, sükût et. Mademki Allah dili olamadın, kulak kesil.
  • أنصتوا را گوش کن خاموش باش ** چون زبان حق نگشتی گوش باش‏
  • Söylersen bile sual tarzında söz söyle. Padişahlar padişahıyla edepli konuş!
  • ور بگویی شکل استفسار گو ** با شهنشاهان تو مسکین‏وار گو
  • Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de itiyat yüzündendir.
  • ابتدای کبر و کین از شهوت است ** راسخی شهوتت از عادت است‏
  • Kötü huy, âdet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.
  • چون ز عادت گشت محکم خوی بد ** خشم آید بر کسی کت واکشد
  • Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. 3460
  • چون که تو گل خوار گشتی هر که او ** واکشد از گل ترا باشد عدو
  • Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır.
  • بت پرستان چون که خو با بت کنند ** مانعان راه بت را دشمنند
  • İblis, ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Âdem’i kendisinden aşağı gördü.
  • چون که کرد ابلیس خو با سروری ** دید آدم را حقیر او از خری‏
  • “Benden daha ulu başka birisi yok ki. Benim gibi bir kişi, ona secde eder mi?” dedi.
  • که به از من سروری دیگر بود ** تا که او مسجود چون من کس شود
  • Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh müstesna.
  • سروری زهر است جز آن روح را ** کاو بود تریاق لانی ز ابتدا
  • Dağ, yılanla dolu ise içerisinde panzehir yeri bulundukça korkma. 3465
  • کوه اگر پر مار شد باکی مدار ** کاو بود در اندرون تریاق‏زار
  • Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezelî düşman sayarsın.
  • سروری چون شد دماغت را ندیم ** هر که بشکستت شود خصم قدیم‏
  • Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin.
  • چون خلاف خوی تو گوید کسی ** کینه‏ها خیزد ترا با او بسی‏
  • Beni huyumdan çevirecek, şakirt haline sokacak, kendisine tâbi kılacak dersin.
  • که مرا از خوی من بر می‏کند ** خویش را بر من چو سرور می‏کند
  • Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye ateşlenir, kızar;
  • چون نباشد خوی بد سرکش در او ** کی فروزد آن خلاف آتش در او
  • Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır? 3470
  • با مخالف او مدارایی کند ** در دل او خویش را جایی کند
  • Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir. Karınca gibi olan şehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir.
  • ز انکه خوی بد بگشته ست استوار ** مور شهوت شد ز عادت همچو مار
  • Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır.
  • مار شهوت را بکش در ابتدا ** ور نه اینک گشت مارت اژدها
  • Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor!
  • لیک هر کس مور بیند مار خویش ** تو ز صاحب دل کن استفسار خویش‏
  • Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.
  • تا نشد زر مس نداند من مسم ** تا نشد شه دل نداند مفلسم‏
  • Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek. 3475
  • خدمت اکسیر کن مس‏وار تو ** جور می‏کش ای دل از دل دار تو
  • Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir.
  • کیست دل دار اهل دل نیکو بدان ** که چو روز و شب جهانند از جهان‏
  • Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.
  • عیب کم گو بنده‏ی الله را ** متهم کم کن به دزدی شاه را
  • Gemide bir dervişi hırsızlıkla töhmet altına almaları
  • کرامات آن درویش که در کشتی متهمش کردند
  • Bir gemide bir derviş vardı. Erliği kendisine arka yastığı yapmış, ona dayanmıştı.
  • بود درویشی درون کشتیی ** ساخته از رخت مردی پشتیی‏
  • Gemide bir kese altın kayboldu. O, uyuyordu. Herkesi aradılar. Birisi onu da gösterip,
  • یاوه شد همیان زر او خفته بود ** جمله را جستند و او را هم نمود
  • “Bu uyuyan yoksulu da arayalım” dedi. Para sahibi derdinden onu da uyandırdı. 3480
  • کاین فقیر خفته را جوییم هم ** کرد بیدارش ز غم صاحب درم‏
  • “Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıştan sen kurtulamazsın.
  • که در این کشتی حرمدان گمشدست ** جمله را جستیم نتوانی تو رست‏
  • Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın” dedi.
  • دلق بیرون کن برهنه شو ز دلق ** تا ز تو فارغ شود اوهام خلق‏
  • Derviş “Yarabbi, şu aşağılık kişiler, kulunu töhmet altına alıyorlar, fermanını eriştir” dedi.
  • گفت یا رب مر غلامت را خسان ** متهم کردند فرمان در رسان‏
  • Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
  • چون به درد آمد دل درویش از آن ** سر برون کردند هر سو در زمان‏
  • Yüzbinlerce balık baş çıkardı. Her birinin ağzında bir inci vardı. Ama ne inci? 3485
  • صد هزاران ماهی از دریای ژرف ** در دهان هر یکی دری شگرف‏
  • Her tanesi bir memleket haracı. Allah’tan geliyor, elbette eşi bulunmaz.
  • صد هزاران ماهی از دریای پر ** در دهان هر یکی در و چه در
  • Derviş gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir taht edip oturdu.
  • هر یکی دری خراج ملکتی ** کز اله است این ندارد شرکتی‏
  • Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.
  • در چند انداخت در کشتی و جست ** مر هوا را ساخت کرسی و نشست‏
  • O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
  • خوش مربع چون شهان بر تخت خویش ** او فراز اوج و کشتی‏اش به پیش‏
  • Dedi ki: “Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim, yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın! 3490
  • گفت رو کشتی شما را حق مرا ** تا نباشد با شما دزد گدا
  • Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum, Hak’la çift, halktan tek!
  • تا که را باشد خسارت زین فراق ** من خوشم جفت حق و با خلق طاق‏
  • O, ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza verir!”
  • نه مرا او تهمت دزدی نهد ** نه مهارم را به غمازی دهد
  • Gemidekiler dediler ki: “Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?”
  • بانگ کردند اهل کشتی کای همام ** از چه دادندت چنین عالی مقام‏
  • Derviş, “Yoksulu töhmet altına almak, hor hakir bir şey için Hakk’ı incitmek yüzünden.
  • گفت از تهمت نهادن بر فقیر ** و ز حق آزاری پی چیزی حقیر
  • Hâşa, bu yüzden değil. Ululara tazim ettiğimden. Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna düşmedim. 3495
  • حاش لله بل ز تعظیم شهان ** که نبودم در فقیران بد گمان‏