English    Türkçe    فارسی   

2
416-465

  • Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
  • در شب مهتاب مه را بر سماک ** از سگان و عوعو ایشان چه باک‏
  • Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur.
  • سگ وظیفه‏ی خود به جا می‏آورد ** مه وظیفه‏ی خود به رخ می‏گسترد
  • Herkes kendi işceğizini görür. Su, bir çöp için durulduğunu terk etmez.
  • کارک خود می‏گزارد هر کسی ** آب نگذارد صفا بهر خسی‏
  • Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, sâf su da bulanmadan akıp gider.
  • خس خسانه می‏رود بر روی آب ** آب صافی می‏رود بی‏اضطراب‏
  • Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebulehep, kininden saçma sapan söylenir! 420
  • مصطفی مه می‏شکافد نیم شب ** ژاژ می‏خاید ز کینه بو لهب‏
  • İsa ölüyü diriltir; Yahudi, hiddetinden sakalını yolar.
  • آن مسیحا مرده زنده می‏کند ** و آن جهود از خشم سبلت می‏کند
  • Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Allah hası olursa..
  • بانگ سگ هرگز رسد در گوش ماه ** خاصه ماهی کاو بود خاص اله‏
  • Padişah, sabaha kadar musiki âlemi yapar, su kenarında şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz.
  • می‏خورد شه بر لب جو تا سحر ** در سماع از بانگ چغزان بی‏خبر
  • Çocuğun parası, orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyh’in himmeti bu cömertliği de bağladı.
  • هم شدی توزیع کودک دانگ چند ** همت شیخ آن سخا را کرد بند
  • Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır. 425
  • تا کسی ندهد به کودک هیچ چیز ** قوت پیران از این بیش است نیز
  • İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
  • شد نماز دیگر آمد خادمی ** یک طبق بر کف ز پیش حاتمی‏
  • Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
  • صاحب مالی و حالی پیش پیر ** هدیه بفرستاد کز وی بد خبیر
  • Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
  • چار صد دینار بر گوشه‏ی طبق ** نیم دینار دگر اندر ورق‏
  • Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.
  • خادم آمد شیخ را اکرام کرد ** و آن طبق بنهاد پیش شیخ فرد
  • Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü. 430
  • چون طبق را از غطا واکرد رو ** خلق دیدند آن کرامت را از او
  • Hepsinden de feryat yüceldi: "Ey şeyhlerin de başı, şahların da, bu neydi?
  • آه و افغان از همه برخاست زود ** کای سر شیخان و شاهان این چه بود
  • Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi!
  • این چه سر است این چه سلطانی است باز ** ای خداوند خداوندان راز
  • Biz bilemedik, affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
  • ما ندانستیم ما را عفو کن ** بس پراکنده که رفت از ما سخن‏
  • Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.
  • ما که کورانه عصاها می‏زنیم ** لاجرم قندیلها را بشکنیم‏
  • Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk. 435
  • ما چو کران ناشنیده یک خطاب ** هرزه گویان از قیاس خود جواب‏
  • Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
  • ما ز موسی پند نگرفتیم کاو ** گشت از انکار خضری زرد رو
  • Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
  • با چنان چشمی که بالا می‏شتافت ** نور چشمش آسمان را می‏شکافت‏
  • Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı" dediler.
  • کرده با چشمت تعصب موسیا ** از حماقت چشم موش آسیا
  • Şeyh, bütün o sözleri size helâl ettim.
  • شیخ فرمود آن همه گفتار و قال ** من بحل کردم شما را آن حلال‏
  • Bunun sırrı şuydu, ben Allah’tan bunu diledim, Allah da bana doğru yolu gösterdi. 440
  • سر این آن بود کز حق خواستم ** لاجرم بنمود راه راستم‏
  • O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
  • گفت آن دینار اگر چه اندک است ** لیک موقوف غریو کودک است‏
  • Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
  • تا نگرید کودک حلوا فروش ** بحر رحمت در نمی‏آید به جوش‏
  • Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
  • ای برادر طفل طفل چشم تست ** کام خود موقوف زاری دان درست‏
  • O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!
  • گر همی‏خواهی که آن خلعت رسد ** پس بگریان طفل دیده بر جسد
  • Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması
  • ترسانیدن شخصی زاهد را که کم گری تا کور نشوی
  • Bir zahide, çalışıp, savaşan bir dostu “Az ağla ki gözün bozulmasın “ dedi. 445
  • زاهدی را گفت یاری در عمل ** کم گری تا چشم را ناید خلل‏
  • Zahit dedi ki: “İş iki halden dışarı olamaz. Göz, ya yüzü görür, ya görmez.
  • گفت زاهد از دو بیرون نیست حال ** چشم بیند یا نبیند آن جمال‏
  • Eğer Allah nurunu görürse ne gam? Allah visaline erişmek için iki gözden olmak pek değersiz bir şey!
  • گر ببیند نور حق خود چه غم است ** در وصال حق دو دیده چه کم است‏
  • Yok, eğer Allah nurunu, Allah ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi!”
  • ور نخواهد دید حق را گو برو ** این چنین چشم شقی گو کور شو
  • Gözden dolayı gam yeme ki İsa, senindir. Eğri yürüme de sana iki doğru göz bağışlasın.
  • غم مخور از دیده کان عیسی تراست ** چپ مرو تا بخشدت دو چشم راست‏
  • Ruhunun İsa’sı senin yanındadır, ondan yardım dile. Çünkü o, yardım etti mi adamakıllı eder. 450
  • عیسی روح تو با تو حاضر است ** نصرت از وی خواه کاو خوش ناصر است‏
  • Fakat ey temiz can, kemiklerle dolu olan tenle İsa’nın gönlüne saldırma, onun gönlünü çiğneme!
  • لیک بیگار تن پر استخوان ** بر دل عیسی منه تو هر زمان‏
  • Doğru kişilere anlattığımız hikâyedeki ahmağa benzeme.
  • همچو آن ابله که اندر داستان ** ذکر او کردیم بهر راستان‏
  • İsa’ndan ten diriliği arama, Musa’dan Firavunluk muradı dileme!
  • زندگی تن مجو از عیسی‏ات ** کام فرعونی مخواه از موسی‏ات‏
  • Gönlüne geçim kaygısını az koy, sen kapıda oldukça rızkın azalmaz.
  • بر دل خود کم نه اندیشه‏ی معاش ** عیش کم ناید تو بر درگاه باش‏
  • Bu beden, ruha bir otağdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer. 455
  • این بدن خرگاه آمد روح را ** یا مثال کشتیی مر نوح را
  • Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.
  • ترک چون باشد بیابد خرگهی ** خاصه چون باشد عزیز درگهی‏
  • Bütün kemiklerin İsa Aleyhisselâm’ın duasıyla dirilmesi
  • تمامی قصه‏ی زنده شدن استخوانها به دعای عیسی علیه السلام
  • İsa, o gencin isteğiyle kemiklere Allah adını okudu.
  • خواند عیسی نام حق بر استخوان ** از برای التماس آن جوان‏
  • Allah’ın hükmü, o çiğ herif için o kemikleri diriltti.
  • حکم یزدان از پی آن خام مرد ** صورت آن استخوان را زنده کرد
  • Aradan bir kara aslan da dirilip sıçradı, ahmağa bir pençe vurup öldürdü.
  • از میان بر جست یک شیر سیاه ** پنجه‏ای زد کرد نقشش را تباه‏
  • Kellesini kopardı, hemen beynini yere akıttı. Kafasında ceviz içi kadar beyin bile yoktu. 460
  • کله‏اش بر کند مغزش ریخت زود ** مغز جوزی کاندر او مغزی نبود
  • Zaten beyni bile olsaydı o kırılmakta, o helâk olmakla ancak bedeni zail olur, ruhu kalırdı.
  • گر و را مغزی بدی اشکستنش ** خود نبودی نقص الا بر تنش‏
  • İsa aslana ,”Neden derhal onu paraladın?” dedi. Aslan, ”Sen ondan sıkılmış, perişan bir hale gelmiştin de ondan “ diye cevap verdi.
  • گفت عیسی چون شتابش کوفتی ** گفت ز آن رو که تو زو آشوفتی‏
  • İsa, “O halde niçin kanını içmedin?” deyince de dedi ki: “O benim rızkım değildi. Bana nasip olmamıştı.”
  • گفت عیسی چون نخوردی خون مرد ** گفت در قسمت نبودم رزق خورد
  • Nice kişiler vardır ki, o kükremiş aslan gibi avını yemeden dünyadan gitmiştir.
  • ای بسا کس همچو آن شیر ژیان ** صید خود ناخورده رفته از جهان‏
  • Kısmeti bir saman çöpü bile değilken hırsı dağ kadar. Allah’a yüzü yok. Âlem yanında kadir kıymet kazanmış! 465
  • قسمتش کاهی نه و حرصش چو کوه ** وجه نه و کرده تحصیل وجوه‏