English    Türkçe    فارسی   

3
1429-1478

  • Bir an eksilen, bir an artıp kemâl bulan hal, Halil’in mâbudu olamaz, batar gider.
  • آنک یک دم کم دمی کامل بود ** نیست معبود خلیل آفل بود
  • Batıp giden, gâh böyle, gâh şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem. 1430
  • وانک آفل باشد و گه آن و این ** نیست دلبر لا احب افلین
  • Bazen hoş, bazen nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen,
  • آنک او گاهی خوش و گه ناخوشست ** یک زمانی آب و یک دم آتشست
  • Ayın burcudur ama ay değil… Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok!
  • برج مه باشد ولیکن ماه نه ** نقش بت باشد ولی آگاه نه
  • Saf sofi, "İbn-al vakit"tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır.
  • هست صوفی صفاجو ابن وقت ** وقت را همچون پدر بگرفته سخت
  • Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur. Kimsenin oğlu değildir o… vakitlerden de kurtulmuştur, hallerden de!
  • هست صافی غرق عشق ذوالجلال ** ابن کس نه فارغ از اوقات و حال
  • Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğurmayan zatsa ancak Allah’tır. 1435
  • غرقه‌ی نوری که او لم یولدست ** لم یلد لم یولد آن ایزدست
  • Diriysen yürü, böyle bir aşk ara… Yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun.
  • رو چنین عشقی بجو گر زنده‌ای ** ورنه وقت مختلف را بنده‌ای
  • Çirkin, güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak!
  • منگر اندر نقش زشت و خوب خویش ** بنگر اندر عشق و در مطلوب خویش
  • Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak!
  • منگر آنک تو حقیری یا ضعیف ** بنگر اندر همت خود ای شریف
  • Ne halde olursan ol, boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır!
  • تو به هر حالی که باشی می‌طلب ** آب می‌جو دایما ای خشک‌لب
  • O susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de… Nihayet kaynağa ulaşacağını bildirmede. 1440
  • کان لب خشکت گواهی می‌دهد ** کو بخر بر سر منبع رسد
  • Dudak kuruluğu, suyu haber verir… Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet der;
  • خشکی لب هست پیغامی ز آب ** که بمات آرد یقین این اضطراب
  • Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, maniler giderir.
  • کین طلب‌کاری مبارک جنبشیست ** این طلب در راه حق مانع کشیست
  • Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır.
  • این طلب مفتاح مطلوبات تست ** این سپاه و نصرت رایات تست
  • Bu istek, horoz gibi “Sabah geliyor” diye nara atarak müjdeler verir.
  • این طلب همچون خروسی در صیاح ** می‌زند نعره که می‌آید صباح
  • Âletin yoksa bile iste ara… Allah yolunda âlete ihtiyaç yoktur. 1445
  • گرچه آلت نیستت تو می‌طلب ** نیست آلت حاجت اندر راه رب
  • Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir.
  • هر که را بینی طلب‌کار ای پسر ** یار او شو پیش او انداز سر
  • De isteklilerin civarında sen de istekli ol… Galiplerin sayesinde sen de galebe et!
  • کز جوار طالبان طالب شوی ** وز ظلال غالبان غالب شوی
  • Karınca Süleymanlık dilerse onun bu dileğini hor görme, himmetine bak!
  • گر یکی موری سلیمانی بجست ** منگر اندر جستن او سست سست
  • Elinde mala, sanat ve hünere dair ne varsa önce onu istemez, düşünmez miydin, ona bu sayede nail olmadın mı?
  • هرچه داری تو ز مال و پیشه‌ای ** نه طلب بود اول و اندیشه‌ای
  • Davut aleyhisselâm zamanında bir adamın gece gündüz “Yarabbi, bana eziyetsiz ve helâl rızık ver” diye dua etmesi
  • حکایت آن شخص کی در عهد داود شب و روز دعا می‌کرد کی مرا روزی حلال ده بی رنج
  • Birisi, Davut Peygamber zamanında her akıllı ve ahmak adamın yanında, 1450
  • آن یکی در عهد داوود نبی ** نزد هر دانا و پیش هر غبی
  • Daima şöyle dua edip dururdu. “Yarabbi, bana zahmetsiz, eziyetsiz bir rızık bir servet ver.
  • این دعا می‌کرد دایم کای خدا ** ثروتی بی رنج روزی کن مرا
  • Beni tembel, hor, hakir, ağır ve miskin yaratan sensin.
  • چون مرا تو آفریدی کاهلی ** زخم‌خواری سست‌جنبی منبلی
  • Zayıf ve sırtı yaralı eşeklere, atlarla katırlara yüklenen yük yüklenemez ki.
  • بر خران پشت‌ریش بی‌مراد ** بار اسپان و استران نتوان نهاد
  • Yarabbi, mademki beni tembel yarattın, rızkımı da tembelliğime bakarak ben çalışmadan ver.
  • کاهلم چون آفریدی ای ملی ** روزیم ده هم ز راه کاهلی
  • Yarabbi, ben tembelim varlık gölgesine yıkılmış, yatmışım. Bu ihsan ve cömertlik gölgesinde uyuyorum. 1455
  • کاهلم من سایه‌ی خسپم در وجود ** خفتم اندر سایه‌ی این فضل و جود
  • Tembellerle gölgelikte uyuyanlara da elbette başka çeşitte bir rızık vermişsindir.
  • کاهلان و سایه‌خسپان را مگر ** روزیی بنوشته‌ای نوعی دگر
  • Ayağı olan rızık arar, ayağı olmayansa yanıp yakılır, durur.
  • هر که را پایست جوید روزیی ** هر که را پا نیست کن دلسوزیی
  • O hüzün sahibinin rızkını da ayağına götür, bulutu yeryüzüne doğru sür!
  • رزق را می‌ران به سوی آن حزین ** ابر را باران به سوی هر زمین
  • Yeryüzünün ayağı olmadığından cömertliğin, bulutu ona doğru iki kat sürüp durmakta.
  • چون زمین را پا نباشد جود تو ** ابر را راند به سوی او دوتو
  • Çocuğun ayağı olmadığı için anası gelir, çocuğun başına nimet ve ihsanlarını yağdırır. 1460
  • طفل را چون پا نباشد مادرش ** آید و ریزد وظیفه بر سرش
  • Yarabbi, senden zahmetsiz, eziyetsiz ve ummadığım bir rızık istiyorum. Zaten istemek den başka bir şeye çalıştığım nerede ki?”
  • روزیی خواهم بناگه بی تعب ** که ندارم من ز کوشش جز طلب
  • Birçok zaman gündüzleri geceye, geceleri ta kuşluk çağına kadar bu duayı eder dururdu.
  • مدت بسیار می‌کرد این دعا ** روز تا شب شب همه شب تا ضحی
  • Halk, onun sözlerine, ham tamahına, bu çalışıp çabalamasına gülerdi.
  • خلق می‌خندید بر گفتار او ** بر طمع‌خامی و بر بیگار او
  • Derlerdi ki “ Bu sersem ne söylüyor, yoksa birisi buna esrar mı yutturdu da aklını aldı.
  • که چه می‌گوید عجب این سست‌ریش ** یا کسی دادست بنگ بیهشیش
  • Rızık, kazançla, zahmet ve meşakkatle elde edilir. Herkes bir sanat, bir iş tutturmuş, rızkını öyle elde eder. 1465
  • راه روزی کسب و رنجست و تعب ** هر کسی را پیشه‌ای داد و طلب
  • Rızıkları, sebeplerine yapışarak elde edin... Evlere kapılarından girin denmiştir.
  • اطلبوا الارزاق فی اسبابها ** ادخلو الاوطان من ابوابها
  • Şimdiki zamanda Allah elçisi, padişah ve sultan, hünerlere sahip olan Davut Peygamber’dir.
  • شاه و سلطان و رسول حق کنون ** هست داود نبی ذو فنون
  • Yine de bu kadar yüceliğe, bu kadar naz ü naime sahip olduğu, dostun inayetleri onu seçmiş olduğu halde çalışıyor.
  • با چنان عزی و نازی کاندروست ** که گزیدستش عنایتهای دوست
  • Mucizelerin haddi, hesabı yok, ona ihsan dalgaları, birbiri üstüne gelip duruyor.
  • معجزاتش بی شمار و بی عدد ** موج بخشایش مدد اندر مدد
  • Âdem Peygamber’den bu zamana kadar öyle güzel sesli kimse gelmedi. 1470
  • هیچ کس را خود ز آدم تا کنون ** کی بدست آواز صد چون ارغنون
  • Her vaazında iki yüz kişi ölmekte… Güzel sesi insanları candan etmekte.
  • که بهر وعظی بمیراند دویست ** آدمی را صوت خوبش کرد نیست
  • Aslanlar, ceylânlar vaazına gelmekte… Ne onun bundan haberi var, ne bunun ondan!
  • شیر و آهو جمع گردد آن زمان ** سوی تذکیرش مغفل این از آن
  • Sesine dağlar da ses veriyor, kuşlarda. Onun davetine ikisi de mahrem.
  • کوه و مرغان هم‌رسایل با دمش ** هردو اندر وقت دعوت محرمش
  • Onun, bunun gibi ve daha buna benzer yüzlerce mucizeleri var. Yüzünün nuru, cihetlere sığmıyor, bütün cihetleri de kaplamış.
  • این و صد چندین مرورا معجزات ** نور رویش بی جهان و در جهات
  • Bunca yücelikle beraber Allah, onun bile rızkını çalışmadan vermiyor. Rızıklanması çalışmasına bağlı. 1475
  • با همه تمکین خدا روزی او ** کرده باشد بسته اندر جست و جو
  • Bunca yüceliğine rağmen zırh yapmadıkça, zahmet çekmedikçe rızkı gelmiyor.
  • بی زره‌بافی و رنجی روزیش ** می‌نیاید با همه پیروزیش
  • Hâlbuki sen böyle bayağı ve perişan bir halde kalmış, evinin bucağına kapanmış, felekzede olmuş gitmişsin.
  • این چنین مخذول واپس مانده‌ای ** خانه کنده دون و گردون‌رانده‌ای
  • Hâlbuki bu adam bunca tersliği ile bunca adiliği ile beraber hemencecik, ticaretsiz eteğini kârla doldurmayı istemekte.
  • این چنین مدبر همی خواهد که زود ** بی تجارت پر کند دامن ز سود