English    Türkçe    فارسی   

3
1626-1675

  • Kuyumcu dedi ki. “Dükkânımda süpürge yok” Adam: “Kâfi yahu, bırak alayı”
  • گفت جاروبی ندارم در دکان ** گفت بس بس این مضاحک رابمان
  • Ben senden terazi istiyorum. Sağırlıktan gelme; şu tarafa, bu tarafa, bu tarafa gidip durma, ver teraziyi” dedi.
  • من ترازویی که می‌خواهم بده ** خویشتن را کر مکن هر سو مجه
  • Kuyumcu dedi ki. “Sağır değilim, sözünü duydum, söylediğim sözleri de manasız sanma.
  • گفت بشنیدم سخن کر نیستم ** تا نپنداری که بی معنیستم
  • Sözünü duydum ama sen kuvveti, kudreti kalmamış bir ihtiyarsın, hiç şüphem yok, zayıflıktan elin titreyecek.
  • این شنیدم لیک پیری مرتعش ** دست لرزان جسم تو نا منتعش
  • Tartacağın altın da külçe değil, tozu var, kırık dökük bir şey. Elin titreyecek, yere dökeceksin, 1630
  • وان زر تو هم قراضه‌ی خرد مرد ** دست لرزد پس بریزد زر خرد
  • Sonra bana bir süpürge ver de toza, toprağa dökülen altınımı süpüreyim diyeceksin.
  • پس بگویی خواجه جاروبی بیار ** تا بجویم زر خود را در غبار
  • Altını süpürüp bir yere toplayınca da güzelim, kalbur isterim diye tutturacaksın.
  • چون بروبی خاک را جمع آوری ** گوییم غلبیر خواهم ای جری
  • Ben, işin sonunu önceden gördüm, iyisi mi hadi sen başka bir yere git!”
  • من ز اول دیدم آخر را تمام ** جای دیگر رو ازینجا والسلام
  • Dağlardaki ağaçlardan meyve düşürmeyeyim, ağacı silkmeyeyim, hiç kimseden açıkça, yahut gizli kapalı bir şey istemeyeyim, şu ağacı silk demeyeyim, yalnız ağaçtan kendiliğinden düşen meyveleri yiyeyim diye nezretmiş olan ve dağlarda halvet etmiş bulunan zahidin hikâyesinin son kısmı
  • بقیه‌ی قصه‌ی آن زاهد کوهی کی نذر کرده بود کی میوه‌ی کوهی از درخت باز نکنم و درخت نفشانم و کسی را نگویم صریح و کنایت کی بیفشان آن خورم کی باد افکنده باشد از درخت
  • O dağlarda ağaçlar, meyveler, sayısız elmalar, armutlar, narlar vardı.
  • اندر آن که بود اشجار و ثمار ** بس مرودی کوهی آنجا بی‌شمار
  • Allah’a “Yarabbi seninle ahdım olsun. Bu ağaçlardan meyve toplamayayım. 1635
  • گفت آن درویش یا رب با تو من ** عهد کردم زین نچینم در زمن
  • Rüzgârla yere düşen meyvelerden başka hiçbir meyve yemeyeyim, elimi hiçbir dala uzatmayayım.” dedi.
  • جز از آن میوه که باد انداختش ** من نچینم از درخت منتعش
  • Bir müddet nezrine vefa etti. Fakat nihayet kaza ve kaderin imtihanları çıkageldi.
  • مدتی بر نذر خود بودش وفا ** تا در آمد امتحانات قضا
  • Bu yüzden, sözlerinizde daima inşallah deyin, ahitlerinizde de Allah dilerse sözünü söyleyin.
  • زین سبب فرمود استثنا کنید ** گر خدا خواهد به پیمان بر زنید
  • Çünkü ben, gönle her zaman başka bir meyil verir, her an gönle başka bir dağ vururum.
  • هر زمان دل را دگر میلی دهم ** هرنفس بر دل دگر داغی نهم
  • Biz her sabah yeni bi işte, yeni bir güçteyiz. Her şey, bizim dileğimize göre meydana gelir denmiştir. 1640
  • کل اصباح لنا شان جدید ** کل شیء عن مرادی لا یحید
  • Hadiste “ Gönül, ovada rüzgârlara tabi bir tüy benzer.
  • در حدیث آمد که دل همچون پریست ** در بیابانی اسیر صرصریست
  • Rüzgâr, tüyü her tarafa uçurur, gâh sola, gâh sağa götürür durur.” denmektedir.
  • باد پر را هر طرف راند گزاف ** گه چپ و گه راست با صد اختلاف
  • Başka bir hadiste de denmiştir ki: “ Bu gönlü ateş üstündeki kazanda kaynayan bir su bil!”
  • در حدیث دیگر این دل دان چنان ** کب جوشان ز آتش اندر قازغان
  • Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir.
  • هر زمان دل را دگر رایی بود ** آن نه از وی لیک از جایی بود
  • Şu halde gönlün reyine, gönlün dileğine neden emin olur da ahdeder, sonunda da pişman olur, nedamete düşersin? 1645
  • پس چرا آمن شوی بر رای دل ** عهد بندی تا شوی آخر خجل
  • Fakat bu yine de Allah’ın hükmündendir. Allah’ın takdiridir. Kuyuyu görürsün de çekinmeye kudretin olmaz.
  • این هم از تاثیر حکمست و قدر ** چاه می‌بیینی و نتوانی حذر
  • Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine taaccüp edilmez ki.
  • نیست خود ازمرغ پران این عجب ** که نبیند دام و افتد در عطب
  • Şaşılacak şey şudur: Hem tuzağı görür, hem mıhı görür de yine sonunda ister istemez o tuzağa düşer!
  • این عجب که دام بیند هم وتد ** گر بخواهد ور نخواهد می‌فتد
  • Gözü açık kulağı açık, tuzak önde… Yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar!
  • چشم باز و گوش باز و دام پیش ** سوی دامی می‌پرد با پر خویش
  • Kaza ve kader tuzağının eseri görünen, kendisi görünmeyen bir şeye benzemesi
  • تشبیه بند و دام قضا به صورت پنهان به اثر پیدا
  • Bir kişizade görürsün… Çula, çuvala bürünmüş, baş açık, belâlara uğramış. 1650
  • بینی اندر دلق مهتر زاده‌ای ** سر برهنه در بلا افتاده‌ای
  • Bir kahpenin sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Elbiselerini, malını, mülkünü sarmış.
  • در هوای نابکاری سوخته ** اقمشه و املاک خود بفروخته
  • Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor!
  • خان و مان رفته شده بدنام و خوار ** کام دشمن می‌رود ادبیروار
  • Adamcağız bir zahit gördü mü “Ey ulu, Allah için bana bir himmet et.
  • زاهدی بیند بگوید ای کیا ** همتی می‌دار از بهر خدا
  • Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.
  • کاندرین ادبار زشت افتاده‌ام ** مال و زر و نعمت از کف داده‌ام
  • Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”. 1655
  • همتی تا بوک من زین وا رهم ** زین گل تیره بود که بر جهم
  • Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
  • این دعا می‌خواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
  • Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
  • دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
  • A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
  • از کدامین بند می‌جویی خلاص ** وز کدامین حبس می‌جویی مناص
  • Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
  • بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
  • Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de! 1660
  • گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست
  • Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
  • زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
  • Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
  • ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
  • O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
  • دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
  • Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
  • دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حماله‌ی حطب
  • İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür. 1665
  • حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید
  • Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
  • باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
  • Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
  • لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
  • Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
  • که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
  • Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
  • آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
  • Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler. 1670
  • داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال
  • Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
  • این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
  • Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
  • مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
  • Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
  • پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری می‌گریخت
  • Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
  • بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
  • Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
  • باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
  • Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu. 1675
  • جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بی‌وفا