English    Türkçe    فارسی   

3
1639-1688

  • Çünkü ben, gönle her zaman başka bir meyil verir, her an gönle başka bir dağ vururum.
  • هر زمان دل را دگر میلی دهم ** هرنفس بر دل دگر داغی نهم
  • Biz her sabah yeni bi işte, yeni bir güçteyiz. Her şey, bizim dileğimize göre meydana gelir denmiştir. 1640
  • کل اصباح لنا شان جدید ** کل شیء عن مرادی لا یحید
  • Hadiste “ Gönül, ovada rüzgârlara tabi bir tüy benzer.
  • در حدیث آمد که دل همچون پریست ** در بیابانی اسیر صرصریست
  • Rüzgâr, tüyü her tarafa uçurur, gâh sola, gâh sağa götürür durur.” denmektedir.
  • باد پر را هر طرف راند گزاف ** گه چپ و گه راست با صد اختلاف
  • Başka bir hadiste de denmiştir ki: “ Bu gönlü ateş üstündeki kazanda kaynayan bir su bil!”
  • در حدیث دیگر این دل دان چنان ** کب جوشان ز آتش اندر قازغان
  • Gönlün her an başka bir dileği vardır. Fakat bu dilek kendisinden değildir, başka bir yerdendir.
  • هر زمان دل را دگر رایی بود ** آن نه از وی لیک از جایی بود
  • Şu halde gönlün reyine, gönlün dileğine neden emin olur da ahdeder, sonunda da pişman olur, nedamete düşersin? 1645
  • پس چرا آمن شوی بر رای دل ** عهد بندی تا شوی آخر خجل
  • Fakat bu yine de Allah’ın hükmündendir. Allah’ın takdiridir. Kuyuyu görürsün de çekinmeye kudretin olmaz.
  • این هم از تاثیر حکمست و قدر ** چاه می‌بیینی و نتوانی حذر
  • Uçan kuşun tuzağı görmeyip hapse düşmesine taaccüp edilmez ki.
  • نیست خود ازمرغ پران این عجب ** که نبیند دام و افتد در عطب
  • Şaşılacak şey şudur: Hem tuzağı görür, hem mıhı görür de yine sonunda ister istemez o tuzağa düşer!
  • این عجب که دام بیند هم وتد ** گر بخواهد ور نخواهد می‌فتد
  • Gözü açık kulağı açık, tuzak önde… Yine de kendi kanadıyla tuzağa doğru uçar!
  • چشم باز و گوش باز و دام پیش ** سوی دامی می‌پرد با پر خویش
  • Kaza ve kader tuzağının eseri görünen, kendisi görünmeyen bir şeye benzemesi
  • تشبیه بند و دام قضا به صورت پنهان به اثر پیدا
  • Bir kişizade görürsün… Çula, çuvala bürünmüş, baş açık, belâlara uğramış. 1650
  • بینی اندر دلق مهتر زاده‌ای ** سر برهنه در بلا افتاده‌ای
  • Bir kahpenin sevdasıyla yanıp tutuşuyor. Elbiselerini, malını, mülkünü sarmış.
  • در هوای نابکاری سوخته ** اقمشه و املاک خود بفروخته
  • Elindeki, avucundaki gitmiş, adı kötüye çıkmış hor hakir bir hale gelmiş, düşmanlarının isteği gibi tepesi üstüne yuvarlanıp gidiyor!
  • خان و مان رفته شده بدنام و خوار ** کام دشمن می‌رود ادبیروار
  • Adamcağız bir zahit gördü mü “Ey ulu, Allah için bana bir himmet et.
  • زاهدی بیند بگوید ای کیا ** همتی می‌دار از بهر خدا
  • Bu aşağılık ve kötü sevdaya düştüm, elimdeki maldan, altından, nimetten oldum.
  • کاندرین ادبار زشت افتاده‌ام ** مال و زر و نعمت از کف داده‌ام
  • Bir himmet et, belki bu dertten kurtulur, bu kara balçıktan sıçrar, çıkarmı der”. 1655
  • همتی تا بوک من زین وا رهم ** زین گل تیره بود که بر جهم
  • Halktan da dua etmelerini istemektedir. İleri gelenlerden de..“ Aman, beni kurtarın, kurtarın, kurtarın!” demektedir.
  • این دعا می‌خواهد او از عام و خاص ** کالخلاص و الخلاص و الخلاص
  • Eli de açık, ayağı da. Ne onu bağlamışlar, ne başında bir adam var, ne ayağın da bukağı!
  • دست باز و پای باز و بند نی ** نه موکل بر سرش نه آهنی
  • A adam, hangi bağdan kurtulmak istiyor, hangi hapisten kaçmak diliyorsun?
  • از کدامین بند می‌جویی خلاص ** وز کدامین حبس می‌جویی مناص
  • Hangi bağdan olacak? Tertemiz ruhtan başka kimsenin göremediği takdir bağından gizli olan kaza bağından!
  • بند تقدیر و قضای مختفی ** کی نبیند آن بجز جان صفی
  • Ortada değil görünmüyor, gizli ama zindandan da beter, demir zincirlerden de! 1660
  • گرچه پیدا نیست آن در مکمنست ** بتر از زندان و بند آهنست
  • Çünkü demir zincirleri demirci kırabilir, bir adam zindanın temelini kazıp duvarını yıkabilir.
  • زانک آهنگر مر آن را بشکند ** حفره گر هم خشت زندان بر کند
  • Fakat şaşılacak şey şu ki gizli olan kuvvetli bağı kırmaktan demirciler bile âcizdir.
  • ای عجب این بند پنهان گران ** عاجز از تکسیر آن آهنگران
  • O bağı Ahmed görebilir de, “Boynunda da hurma lifinden bir ip var” der.
  • دیدن آن بند احمد را رسد ** بر گلوی بسته حبل من مسد
  • Ahmed, Ebuleheb’in karısının sırtındaki odun yükünü gördü de ona “ Odun hamalı” dedi.
  • دید بر پشت عیال بولهب ** تنگ هیزم گفت حماله‌ی حطب
  • İpi de ondan başka kimse görmedi, odunu da. Ona her görünmeyen şey, görünür. 1665
  • حبل و هیزم را جز او چشمی ندید ** که پدید آید برو هر ناپدید
  • Başkaları umumiyetle tevil ederler; bu akılsızlıktan böyle söylüyor derler. Sanki onların akılları başlarındaymış!
  • باقیانش جمله تاویلی کنند ** کین ز بیهوشیست و ایشان هوشمند
  • Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
  • لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
  • Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
  • که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
  • Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
  • آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
  • Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler. 1670
  • داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال
  • Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
  • این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
  • Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
  • مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
  • Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
  • پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری می‌گریخت
  • Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
  • بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
  • Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
  • باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
  • Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu. 1675
  • جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بی‌وفا
  • Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
  • چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
  • Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
  • هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
  • Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
  • متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
  • Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
  • بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش می‌کردند مسروقات خویش
  • Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
  • شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
  • Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu. 1680
  • هم بدان‌جا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست
  • O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
  • دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را می‌خواست هم کردن سقط
  • Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
  • در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
  • Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
  • این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
  • Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
  • آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
  • Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe, 1685
  • شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه
  • Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
  • هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
  • Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
  • گفت می‌دانم سبب این نیش را ** می‌شناسم من گناه خویش را
  • Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
  • من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او