English    Türkçe    فارسی   

3
1731-1780

  • Rüyada kendini ikiye biçilmiş görsen bile kalktın mı vücudun da sağlamdır, bir hastalığında yoktur.
  • از ره تقلید تو کردی قبول ** سالکان این دیده پیدا بی رسول
  • Hâsılı rüyada vücudunu noksan görmekten ne çıkar? Yüzlerce parçaya ayrılsan bile ne korkacaksın ki?
  • روز در خوابی مگو کین خواب نیست ** سایه فرعست اصل جز مهتاب نیست
  • Suretle kaim olan bu cihan hakkında da Peygamber, uyuyanın gördüğü bir rüya dedi.
  • خواب و بیداریت آن دان ای عضد ** که ببیند خفته کو در خواب شد
  • Sen, bu sözü taklit yoluyla kabul ettin, fakat salikler bunu rivayet edilmeden de gözleriyle gördüler.
  • او گمان برده که این دم خفته‌ام ** بی‌خبر زان کوست درخواب دوم
  • Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme. Gölge feridir, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir. 1735
  • هاون گردون اگر صد بارشان ** خرد کوبد اندرین گلزارشان
  • Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer.
  • اصل این ترکیب را چون دیده‌اند ** از فروع وهم کم ترسیده‌اند
  • Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir.
  • سایه‌ی خود را ز خود دانسته‌اند ** چابک و چست و گش و بر جسته‌اند
  • Testici, bir testiyi kırarsa dilediği zaman yine yapar da.
  • کوزه‌گر گر کوزه‌ای را بشکند ** چون بخواهد باز خود قایم کند
  • Kör, her adımda kuyuya, çukura düşmekten korkar da binlerce korkuyla yol yürür.
  • کور را هر گام باشد ترس چاه ** با هزاران ترس می‌آید براه
  • Fakat gören kişi yolun enini, boyunu görür, çukuru, kuyuyu bilir. 1740
  • مرد بینا دید عرض راه را ** پس بداند او مغاک و چاه را
  • Her adımda ayakları, dizleri titremez. Her dertten yüzünü ekşitir mi ki?
  • پا و زانواش نلرزد هر دمی ** رو ترش کی دارد او از هر غمی
  • Sihirbazlar, “Ey firavun, halk, biz, her sesten, her gulyabaniden ürküp duracak adam değiliz.
  • خیز فرعونا که ما آن نیستیم ** که بهر بانگی و غولی بیستیم
  • Bizim hırkamızı yırt, onu diken var… Olmasa bile çıplak olmamız daha iyi.
  • خرقه‌ی ما را بدر دوزنده هست ** ورنه ما را خود برهنه‌تر به است
  • Bu güzeli çıplak olarak koçmamız daha hoş. A bir işe yaramaz, bir şey beceremez düşman!
  • بی لباس این خوب را اندر کنار ** خوش در آریم ای عدو نابکار
  • Tenden mizaçtan soyunmaktan daha hoş bir şey yoktur, a ilhama mazhar olmayan sersem Firavun!” dediler. 1745
  • خوشتر از تجرید از تن وز مزاج ** نیست ای فرعون بی الهام گیج
  • Devenin önünde giden katırın “Ben yol yürürken ikide bir yüzüstü kapanıyorum, sense pek nadir düşüyorsun” diye şikâyet etmesi
  • حکایت استر پیش شتر کی من بسیار در رو می‌افتم و تو نمی‌افتی الا به نادر
  • Katırın biri deveye “Arkadaş, yokuş olsun, iniş olsun en dar yolda bile,
  • گفت استر با شتر کای خوش رفیق ** در فراز و شیب و در راه دقیق
  • Sen güzelce gidiyor, hiç kapaklanmıyorsun. Bense durmadan tepesi üstü düşüp duruyorum.
  • تو نه آیی در سر و خوش می‌روی ** من همی‌آیم بسر در چون غوی
  • Yol ister kuru olsun, ister balçık… Daima yüzüstü kapaklanıyorum.
  • من همی‌افتم برو در هر دمی ** خواه در خشکی و خواه اندر نمی
  • Bunun sebebi ne? Bana bir söyle de ne yapmalı, nasıl etmeli anlayayım” dedi.
  • این سبب را باز گو با من که چیست ** تا بدانم من که چون باید بزیست
  • Deve dedi ki: “Benim gözüm senin gözünden daha kuvvetlidir, daha iyi görür. 1750
  • گفت چشم من ز تو روشن‌ترست ** بعد از آن هم از بلندی ناظرست
  • Yüce bir dağın başına çıktım mı en son çukuru bile görürüm.
  • چون برآیم بر سرکوه بلند ** آخر عقبه ببینم هوشمند
  • Allah, bütün inişleri çıkışları özüme gösterir.
  • پس همه پستی و بالایی راه ** دیده‌ام را وا نماید هم اله
  • Her adımımı nereye atacaksam görür de öyle atarım. Bu yüzden de sürçmekten, düşmekten kurtulurum.
  • هر قدم من از سر بینش نهم ** از عثار و اوفتادن وا رهم
  • Sense iki üç adım ötesini görmezsin. Taneyi görürsün de tuzağı görmezsin.
  • تو ببینی پیش خود یک دو سه گام ** دانه بینی و نبینی رنج دام
  • Konak, iniş ve yürüyüş yerlerinde hiç körle gözlü bir olur mu? 1755
  • یستوی الاعمی لدیکم والبصیر ** فی المقام و النزول والمسیر
  • Allah, ana karnında ki çocuğa can verdi mi mizacına vücudunu kuvvetlendirecek cüzüleri çekmek kabiliyetini verir.
  • چون جنین را در شکم حق جان دهد ** جذب اجزا در مزاج او نهد
  • Yediği şeylerle bu cüzüleri çeker, bu suretle de cisminin nescini dokur durur.
  • از خورش او جذب اجزا می‌کند ** تار و پود جسم خود را می‌تند
  • Allah, insana kırk yaşına kadar bu cüzüleri çekme kabiliyetini, bu hırsı verir, o da kendisini yetiştirir büyür, gelişir, kuvvetlenir.
  • تا چهل سالش بجذب جزوها ** حق حریصش کرده باشد در نما
  • Ruha, cüzüleri çekmeyi öğreten o tek padişah, nasıl olur da cesedin cüzüleri bir araya getirmeyi bilmez?
  • جذب اجزا روح را تعلیم کرد ** چون نداند جذب اجزا شاه فرد
  • Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan, sana hayat kabiliyetini veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir. 1760
  • جامع این ذره‌ها خورشید بود ** بی غذا اجزات را داند ربود
  • Uykudan uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder.
  • آن زمانی که در آیی تو ز خواب ** هوش و حس رفته را خواند شتاب
  • Buna bak da ölünce de bil ki onlar kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti mi gelirler.
  • تا بدانی کان ازو غایب نشد ** باز آید چون بفرماید که عد
  • Uzeyr Aleyhisselâm’ın merkebinin cüc’ülerinin çürüdükden sonra Allah izniyle bir araya gelip Uzeyr’in gözünün önünde dirilmesi
  • اجتماع اجزای خر عزیر علیه السلام بعد از پوسیدن باذن الله و درهم مرکب شدن پیش چشم عزیر علیه السلام
  • Allah dedi ki. “Uzeyr, eşeğine bir iyice bak. Çürümüş etleri dökülmüş…
  • هین عزیرا در نگر اندر خرت ** که بپوسیدست و ریزیده برت
  • Onun cüz’ülerini gözünün önünde bir araya getirecek, başını, kuyruğunu, kulaklarını, ayaklarını düzüp koşacağım.
  • پیش تو گرد آوریم اجزاش را ** آن سر و دم و دو گوش و پاش را
  • Görünürde bir el olmadığı halde bütün cüz’üleri bir araya getiren, cesedin parçalarını bir yere toplayan benim. 1765
  • دست نه و جزو برهم می‌نهد ** پاره‌ها را اجتماعی می‌دهد
  • Şu yama yamama sanatına bak hele. Eski palasları iğnesiz dikip durmada
  • در نگر در صنعت پاره‌زنی ** کو همی‌دوزد کهن بی سوزنی
  • Diktiği sıralarda ne ip var, ne iğne. Fakat öyle bir diker ki ortada terzi bile görünmez.
  • ریسمان و سوزنی نه وقت خرز ** آنچنان دوزد که پیدا نیست درز
  • Gözünü aç da haşri apaşikâr gör… Kıyamette hiçbir şüphen kalmasın.
  • چشم بگشا حشر را پیدا ببین ** تا نماند شبهه‌ات در یوم دین
  • Varlık zerrelerini nasıl tamamıyla topluyorum, gör de ölürken bu hayata sarılıp titreme.
  • تا ببینی جامعی‌ام را تمام ** تا نلرزی وقت مردن ز اهتمام
  • Uyurken bedeninin duygularının mahvolmayacağından eminsin ya. 1770
  • همچنانک وقت خفتن آمنی ** از فوات جمله حسهای تنی
  • Uykun geldi mi duyguların dağılır, harap bir hale gelir ama mahvolacaklar diye korkup titremezsin”
  • بر حواس خود نلرزی وقت خواب ** گرچه می‌گردد پریشان و خراب
  • Bir şeyhin, oğullarının ölümüne ağlaması
  • جزع ناکردن شیخی بر مرگ فرزندان خود
  • Bundan önce yol gösteren bir şeyh vardı. Yeryüzünde adeta göğe mensup bir çırağdı.
  • بود شیخی رهنمایی پیش ازین ** آسمانی شمع بر روی زمین
  • Ümmetler içinde peygambere benzer, halka cennet bahçelerinin kapılarını açardı.
  • چون پیمبر درمیان امتان ** در گشای روضه‌ی دار الجنان
  • Peygamber, “İleri giden şeyh, kavminin arasında peygambere benzer” dedi.
  • گفت پیغامبر که شیخ رفته پیش ** چون نبی باشد میان قوم خویش
  • Bir sabah evindekiler ona dediler ki: “A güzel huylu, nasıl da yüreğin katı, neden böylesin sen, 1775
  • یک صباحی گفتش اهل بیت او ** سخت‌دل چونی بگو ای نیک‌خو
  • Biz, senin oğullarının ölümünden iki büklüm oluyor, zarı zarı ağlıyoruz da,
  • ماز مرگ و هجر فرزندان تو ** نوحه می‌داریم با پشت دوتو
  • Sen hiç ağlamıyor, feryat etmiyorsun bile. Bu neden ki: Yoksa gönlünde merhamet mi yok.
  • تو نمی‌گریی نمی‌زاری چرا ** یا که رحمت نیست در دل ای کیا
  • Yüreğinde merhamet yoksa senden ne umabiliriz ki?
  • چون ترا رحمی نباشد در درون ** پس چه اومیدست‌مان از تو کنون
  • Ey ulumuz, rehberimiz, kıyamette bizi bırakmaz diyoruz, ümidimiz sende.
  • ما به ا اومید تویم ای پیشوا ** که بسنگذاری تو مارا در فنا
  • Mahşer günü tahtı bezedikleri zaman o şiddetli günde bize sen şefaat edersin diyoruz. 1780
  • چون بیارایند روز حشر تخت ** خود شفیع ما توی آن روز سخت