English    Türkçe    فارسی   

3
2585-2634

  • O afsunu, o İsm-i Âzam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu. 2585
  • کان فسون و اسم اعظم را که من ** بر کر و بر کور خواندم شد حسن
  • Taş gibi dağa okudum, yarıldı göbeğine kadar hırkasını yırttı!
  • بر که سنگین بخواندم شد شکاف ** خرقه را بدرید بر خود تا بناف
  • Ölüye okudum dirildi. Hiçbir şey olmayan, vücudu bulunmayan şeye okudum, meydana geldi, bir şey oldu!
  • برتن مرده بخواندم گشت حی ** بر سر لاشی بخواندم گشت شی
  • Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi.
  • خواندم آن را بر دل احمق بود ** صد هزاران بار و درمانی نشد
  • Mermer bir kaya kesildi, ona tesir bile etmedi. Âdeta kuma döndü, ondan bir şey bitmesine imkân yok!”
  • سنگ خارا گشت و زان خو بر نگشت ** ریگ شد کز وی نروید هیچ کشت
  • Adam, “Allah adının köre, sağıra ölüye tesir edip de ahmağa tesir ermemesinin hikmeti ne? 2590
  • گفت حکمت چیست کنجا اسم حق ** سود کرد اینجا نبود آن را سبق
  • Onlar da illet, bu da illet... Neden onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?” dedi.
  • آن همان رنجست و این رنجی چرا ** او نشد این را و آن را شد دوا
  • İsa dedi ki. “Ahmaklık, Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir, bir iptilâdır.
  • گفت رنج احمقی قهر خداست ** رنج و کوری نیست قهر آن ابتلاست
  • İptilâ, acınacak bir illettir, ona kul da acır, Allah da… Fakat ahmaklık, öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da!
  • ابتلا رنجیست کان رحم آورد ** احمقی رنجیست کان زخم آورد
  • Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!”
  • آنچ داغ اوست مهر او کرده است ** چاره‌ای بر وی نیارد برد دست
  • İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet, nice kanlar döktü! 2595
  • ز احمقان بگریز چون عیسی گریخت ** صحبت احمق بسی خونها که ریخت
  • Hava, suyu yavaş yavaş çeker, alır ya… Ahmak da dininizi böyle çalar, böyle alır işte.
  • اندک اندک آب را دزدد هوا ** دین چنین دزدد هم احمق از شما
  • Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı iştiyakı çalar, size soğukluk verir!
  • گرمیت را دزدد و سردی دهد ** همچو آن کو زیر کون سنگی نهد
  • İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı.
  • آن گریز عیسی نه از بیم بود ** آمنست او آن پی تعلیم بود
  • Zemheri rüzgârları, âlemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam?
  • زمهریر ار پر کند آفاق را ** چه غم آن خورشید با اشراق را
  • Sebâlılar’ın ahmaklığı, peygamberlerin nasihatlarının o ahmaklara tesir etmemesi
  • قصه‌ی اهل سبا و حماقت ایشان و اثر ناکردن نصیحت انبیا در احمقان
  • Hatırıma Sebalılar’ın hikâyesi geldi. Ahmaklık yüzünden seher yeli, onlara veba kesilmişti. 2600
  • یادم آمد قصه‌ی اهل سبا ** کز دم احمق صباشان شد وبا
  • Sebâ, çocuklardan duyduğun masallardaki gibi pek büyük bir şehirdi.
  • آن سبا ماند به شهر بس کلان ** در فسانه بشنوی از کودکان
  • Hani çocuklar masal söylerler ya… Fakat masallarında nice sırlar, nice öğütler vardır.
  • کودکان افسانه‌ها می‌آورند ** درج در افسانه‌شان بس سر و پند
  • Görünüşte saçma şeyler söylerler ama sen onları masal sanma sakın… Bütün viranelerde define aramaya koyul!
  • هزلها گویند در افسانه‌ها ** گنج می‌جو در همه ویرانه‌ها
  • Sebâ şehri, pek büyük, pek azametli bir şehirdi… Büyüklüğü bir tepsiden fazla değil!
  • بود شهری بس عظیم و مه ولی ** قدر او قدر سکره بیش نی
  • Pek ulu, pek geniş, pek uzun, pek kocamandı… bir soğan kadar! 2605
  • بس عظیم و بس فراخ و بس دراز ** سخت زفت زفت اندازه‌ی پیاز
  • On şehir halkı oraya toplanmıştı; fakat hepsi de yüzleri yıkanmamış üç kişiden ibaret!
  • مردم ده شهر مجموع اندرو ** لیک جمله سه تن ناشسته‌رو
  • Orada sayısız adam vardı ama hepsi yalnız ölmüş hayvan eti yiyen o üç ham adam!
  • اندرو خلق و خلایق بی‌شمار ** لیک آن جمله سه خام پخته‌خوار
  • Canana ulaşmayan, sevgiliye kavuşmaya çalışmayan can, binlerce bile olsa yarım tenden ibarettir.
  • جان ناکرده به جانان تاختن ** گر هزارانست باشد نیم تن
  • Üç kişinin birisi pek uzakları görürdü, fakat gözü kör; Süleyman’ı görmezdi de karıncanın ayağını görürdü!
  • آن یکی بس دور بین و دیده‌کور ** از سلیمان کور و دیده پای مور
  • Öbürü pek keskin işitirdi, fakat sağır! Âdeta bir defineydi. İçinde yarım arpa kadar bile altın yok! 2610
  • و آن دگر بس تیزگوش و سخت کر ** گنج و در وی نیست یک جو سنگ زر
  • Üçüncüsü çırılçıplak, edep yeri açık bir adamdı. Elbisesinin etekleri uzun!
  • وآن دگر عور و برهنه لاشه‌باز ** لیک دامنهای جامه‌ی او دراز
  • Kör dedi ki: “İşte bak, şuracıktan atlılar gelmekte. Onların hangi kavimden olduklarını ve kaç kişiden ibaret bulunduklarını görüyorum.”
  • گفت کور اینک سپاهی می‌رسند ** من همی‌بینم که چه قومند و چند
  • Sağır “ Evet, ben de seslerini duydum, gizli açık ne söylüyorlarsa işittim” dedi.
  • گفت کر آری شنودم بانگشان ** که چه می‌گویند پیدا و نهان
  • Çıplak “Benim korkum da şundan: Gelirlerse elbisemin eteğini keserler!” dedi.
  • آن برهنه گفت ترسان زین منم ** که ببرند از درازی دامنم
  • Kör dedi ki: “İşte bak, yaklaştılar. Hadi onlar gelip çatmadan, bizi yakalayıp dövmeden, bağlamadan biz kaçalım.” 2615
  • کور گفت اینک به نزدیک آمدند ** خیز بگریزیم پیش از زخم و بند
  • Sağır dedi ki: “ Hakikaten dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, haydin!
  • کر همی‌گوید که آری مشغله ** می‌شود نزدیکتر یاران هله
  • Çıplak, eyvahlar olsun, dedi… Gelirlerse tamah ederler, elbisemi alırlar, ben hiç emin değilim!
  • آن برهنه گفت آوه دامنم ** از طمع برند و من ناآمنم
  • Şehri bırakıp çıktılar, koşa koşa bir köye geldiler.
  • شهر را هشتند و بیرون آمدند ** در هزیمت در دهی اندر شدند
  • O köyde semiz bir kuş buldular. Kuş pek semizdi, vücudunda zerre kadar et yoktu, öyle arıktı ki!
  • اندر آن ده مرغ فربه یافتند ** لیک ذره‌ی گوشت بر وی نه نژند
  • Ölmüş bir kuştu, kargaların gagalamasından kemikleri bile incelmiş, ipliğe dönmüştü. 2620
  • مرغ مرده‌ی خشک وز زخم کلاغ ** استخوانها زار گشته چون پناغ
  • Aslanların avlarını yemesi gibi o kuşu yediler… Üçü de tok filler gibi semirip şiştiler.
  • زان همی‌خوردند چون از صید شیر ** هر یکی از خوردنش چون پیل سیر
  • Üçü de üç tane besili, semiz ve büyük file döndüler!
  • هر سه زان خوردند و بس فربه شدند ** چون سه پیل بس بزرگ و مه شدند
  • Üç genç de öyle semirdi, öyle şişmanladı ki şişmanlıktan âleme sığamaz oldular!
  • آنچنان کز فربهی هر یک جوان ** در نگنجیدی ز زفتی در جهان
  • Bu kadar şişmanlıkta, bu koskocaman kelleyle, kulakla, bu iri yedi endamla beraber kapının çatlağından süzülüp geçtiler!
  • با چنین گبزی و هفت اندام زفت ** از شکاف در برون جستند و رفت
  • Ölüm de halka görünmez, ölümün yolu da gizlidir. Ölüm de göze gelmez… Acayip bir çıkış yeridir. 2625
  • راه مرگ خلق ناپیدا رهیست ** در نظر ناید که آن بی‌جا رهیست
  • İşte bak, kervanlar birbiri ardına ulanmış, o kapının gizli çatlağından geçip gitmede!
  • نک پیاپی کاروانها مقتفی ** زین شکاف در که هست آن مختفی
  • Fakat o çatlağı arasan göremezsen. Pek gizlidir ama ondan bunca kişileri geçirdiler, gelin evine güvey götürür gibi götürdüler.
  • بر در ار جویی نیابی آن شکاف ** سخت ناپیدا و زو چندین زفاف
  • Uzaktakini bile gören köle, keskin kulaklı sağır, uzun elbiseli çıplağın açıklanması
  • شرح آن کور دوربین و آن کر تیزشنو و آن برهنه دراز دامن
  • Sağır, istektir, dilektir. Bizim ölümümüzü duydu da kendi ölümünü duymadı, kendi görünüşünü görmedi.
  • کر امل را دان که مرگ ما شنید ** مرگ خود نشنید و نقل خود ندید
  • Kör de hırstır. Halkın ayıbını kıldan kıla görür. Taraf taraf söyler de,
  • حرص نابیناست بیند مو بمو ** عیب خلقان و بگوید کو بکو
  • Kör gözü kendi ayıbını zerre kadar göremez, fakat gene de âlemin ayıbını arar! 2630
  • عیب خود یک ذره چشم کور او ** می‌نبیند گرچه هست او عیب‌جو
  • Çıplak, elbisesinin eteğini kesecekler diye korkuyor ama çıplak adamın eteğimi olur ki kessinler!
  • عور می‌ترسد که دامانش برند ** دامن مرد برهنه چون درند
  • Dünyaya kapılan da hem müflistir, hem de korkmakta. Hâlbuki hırsızlardan hiç de korkmaması lâzım.
  • مرد دنیا مفلس است و ترسناک ** هیچ او را نیست از دزدانش باک
  • Zaten dünyaya çıplak geldi, çıplak gidecek… Böyle olduğu halde hırsızlardan korkusundan yüreği kan olmakta!
  • او برهنه آمد و عریان رود ** وز غم دزدش جگر خون می‌شود
  • Fakat hayattayken bunca feryad ü figan etti ağlayıp sızladıydı ya… Ölürken kendisi de bu korkusuna şaşar, güler!
  • وقت مرگش که بود صد نوحه بیش ** خنده آید جانش را زین ترس خویش