English    Türkçe    فارسی   

3
2997-3046

  • Çünkü onlar cebbar, başı dik kişilerdi. Onlara bu küçücük, bu alçacık kapı, niyaz kapısıdır, cehennemdir!
  • زآنک جباران بدند و سرفراز ** دوزخ آن باب صغیرست و نیاز
  • Allah, padişahların suretini Hakk’a tabi olmayanları yola getirmek için halk etmiştir. Nitekim Musa aleyhisselâm da Kudüs kalesinin duvarına dik başlı cebbarlar eğilerek girsinler ve girerken secde ederek, Yarabbi günahlarımızı al bizden, desinler diye küçücük, alçacık bir kapı yaptı
  • بیان آنک حق تعالی صورت ملوک را سبب مسخر کردن جباران کی مسخر حق نباشند ساخته است چنانک موسی علیه السلام باب صغیر ساخت بر ربض قدس جهت رکوع جباران بنی اسرائیل وقت در آمدن کی ادخلوا الباب سجدا و قولوا حطة
  • İyi bak, kendine gel! Allah, padişahları etten, kemikten küçücük bir kapı olarak halk etti ya.
  • آنچنانک حق ز گوشت و استخوان ** از شهان باب صغیری ساخت هان
  • Dünya ehli olanlar, onlara secde ederler. Çünkü Allah’a secde etmenin düşmanıdır onlar!
  • اهل دنیا سجده‌ی ایشان کنند ** چونک سجده‌ی کبریا را دشمنند
  • Dünya ehline bir fışkı yerceğizini mihrap düzdü… O mihrabın adı da bey, padişah! 3000
  • ساخت سرگین‌دانکی محرابشان ** نام آن محراب میر و پهلوان
  • Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki… Temiz kişiler, şeker kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
  • لایق این حضرت پاکی نه‌اید ** نیشکر پاکان شما خالی‌نیید
  • O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet ederler. Öyle adi kişiye hürmet etmek, öyle adi adama inanmak, aslana ardır.
  • آن سگان را این خسان خاضع شوند ** شیر را عارست کو را بگروند
  • Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
  • گربه باشد شحنه هر موش‌خو ** موش که بود تا ز شیران ترسد او
  • Fare huyludur, Allah köpeklerinden korkarlar,
  • خوف ایشان از کلاب حق بود ** خوفشان کی ز آفتاب حق بود
  • Uluların virdi, (Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Allah kuvveti vehmeden dünya büyükleridir. 3005
  • ربی الاعلاست ورد آن مهان ** رب ادنی درخور این ابلهان
  • Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
  • موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشک‌ناف
  • Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
  • رو به پیش کاسه‌لیس ای دیگ‌لیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
  • Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
  • بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
  • Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
  • حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
  • Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır. 3010
  • با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند
  • İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
  • زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
  • Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
  • هست طاغی بگلر زرین‌قبا ** هست شاکر خسته‌ی صاحب‌عبا
  • Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
  • شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر می‌روید ز بلوی و سقم
  • Sofinin boş sofraya sevdalanması
  • قصه عشق صوفی بر سفره‌ی تهی
  • Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
  • صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ می‌زد جامه‌ها را می‌درید
  • İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu. 3015
  • بانگ می‌زد نک نوای بی‌نوا ** قحطها و دردها را نک دوا
  • Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
  • چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
  • Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
  • کخ‌کخی و های و هویی می‌زدند ** تای چندی مست و بی‌خود می‌شدند
  • Herzevekilin biri, sofiye “Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi.
  • بوالفضولی گفت صوفی را که چیست ** سفره‌ای آویخته وز نان تهیست
  • Sofi dedi ki: “ Yürü git be… Sen manasız bir suretten ibaretsin… Sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
  • گفت رو رو نقش بی‌معنیستی ** تو بجو هستی که عاشق نیستی
  • Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi. Varlığa bağlanmaz. 3020
  • عشق نان بی نان غذای عاشق است ** بند هستی نیست هر کو صادقست
  • Âşıkların varlıkla işi yoktur… Âşıklar, kârı sermayesiz elde ederler.
  • عاشقان را کار نبود با وجود ** عاشقان را هست بی سرمایه سود
  • Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar… Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar!
  • بال نه و گرد عالم می‌پرند ** دست نه و گو ز میدان می‌برند
  • Mana kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya!
  • آن فقیری کو ز معنی بوی یافت ** دست ببریده همی زنبیل بافت
  • Âşıklar, yoklukta çadır kurarlar… Onlar, yokluk gibi bir renktedirler, bir tek ruhları vardır onların!
  • عاشقان اندر عدم خیمه زدند ** چون عدم یک‌رنگ و نفس واحدند
  • Süt emen çocuk yemekten nasıl zevk alabilir? Perinin gıdası kokudan ibarettir. 3025
  • شیرخواره کی شناسد ذوق لوت ** مر پری را بوی باشد لوت و پوت
  • Fakat insanoğlu perinin kokusundan koku alabilir mi? Huyu, onun huyunun zıddıdır.
  • آدمی کی بو برد از بوی او ** چونک خوی اوست ضد خوی او
  • Perinin az bir güzel kokudan aldığı zevki, sen yüz batman güzel yemekten bile alamazsın.
  • یابد از بو آن پری بوی‌کش ** تو نیابی آن ز صد من لوت خوش
  • Nil ırmağının suyu Mısırlılara kan kesildiği halde İsrailoğulları’na sudur.
  • پیش قبطی خون بود آن آب نیل ** آب باشد پیش سبطی جمیل
  • Deniz, Firavunu boğduğu halde İsrailoğulları’na bir ana cadde haline gelir.
  • جاده باشد بحر ز اسرائیلیان ** غرقه گه باشد ز فرعون عوان
  • Allah kadehini Yusuf’un yüzünden içmek, Allah kokusunu Yusuf’un kokusundan duymak, Yakup aleyhisselâm’a mahsustur. Yusuf’un kardeşleri de bunlardan mahrumdur başkaları da
  • مخصوص بودن یعقوب علیه السلام به چشیدن جام حق از روی یوسف و کشیدن بوی حق از بوی یوسف و حرمان برادران و غیر هم ازین هر دو
  • Yakup’un, Yusuf’un yüzünde gördüğü nur, ancak Yakup’a mahsustu. Kardeşleri bunu nereden görecekler? 3030
  • آنچ یعقوب از رخ یوسف بدید ** خاص او بد آن به اخوان کی رسید
  • Bu, sevgiliye olan sevdası yüzünden kendini kuyulara atar. Öbürü kininden sevgiliye kuyu kazar!
  • این ز عشقش خویش در چه می‌کند ** و آن بکین از بهر او چه می‌کند
  • Sofra, onun önünde ekmeksizdir, bomboştur… Fakat Yakup’un önünde nimetlerle dopdoludur, iştahını açar.
  • سفره‌ی او پیش این از نان تهیست ** پیش یعقوبست پر کو مشتهیست
  • Yüzünü yıkamayan, hurilerin yüzünü göremez. Peygamber, “Namaz, ancak huzur-u kalple kılınır” demiştir.
  • روی ناشسته نبیند روی حور ** لا صلوة گفت الا بالطهور
  • Canların gıdası aşktır. Bundan dolayı ruhların gıdası, açlıktır.
  • عشق باشد لوت و پوت جانها ** جوع ازین رویست قوت جانها
  • Yakup, Yusuf’a acıkmıştı, ekmek kokusu ona ta uzaklardan gelmekteydi. 3035
  • جوع یوسف بود آن یعقوب را ** بوی نانش می‌رسید از دور جا
  • Hâlbuki Yusuf’un gömleğini alıp koşa koşa Yakup’a getiren o gömleğin kokusunu duymadı bile!
  • آنک بستد پیرهن را می‌شتافت ** بوی پیراهان یوسف می‌نیافت
  • Aradaki mesafe yüzlerce fersahken Yakup, Yakup olduğundan Yusuf’un gömleğinin kokusunu duyuyordu.
  • و آنک صد فرسنگ زان سو بود او ** چونک بد یعقوب می‌بویید بو
  • Nice âlimler vardır ki hakikî ilimden hakiki irfandan nasipleri yoktur. Bu çeşit âlim, ilim hafızıdır, ilim sevgilisi değil.
  • ای بسا عالم ز دانش بی‌نصیب ** حافظ علمست آنکس نه حبیب
  • Onun sözlerini duyan kişi, alelâde bir adam olsa bile o sözleri anlar, hakikat korkusunu alır.
  • مستمع از وی همی‌یابد مشام ** گرچه باشد مستمع از جنس عام
  • Çünkü böyle âlimin eline düşen gömlek, eğretidir, bir zaman içindir… Esir tellâlının elindeki cariye gibi! 3040
  • زانک پیراهان بدستش عاریه‌ست ** چون بدست آن نخاسی جاریه‌ست
  • Tellâlın eline düşen cariye, müşteri içindir, tellâla ne fayda var?
  • جاریه پیش نخاسی سرسریست ** در کف او از برای مشتریست
  • Rızık vermek, Allah’ın işidir. Herkes Allah’ın takdirine göre hareket eder, başka türlü hareket etmesine imkân yoktur.
  • قسمت حقست روزی دادنی ** هر یکی را سوی دیگر راه نی
  • Güzel bir hayal, ona bağ, bahçe haline gelmiştir… Çirkin bir hayal, bunun yolunu kesmiştir!
  • یک خیال نیک باغ آن شده ** یک خیال زشت راه این زده
  • Allah öyle bir Allah’tır ki bir hayalden, bağ, bahçe düzmüş, bir hayalide cehennem haline getirmiş, yanıp yakılma yeri yapmıştır!
  • آن خدایی کز خیالی باغ ساخت ** وز خیالی دوزخ و جای گداخت
  • Peki… O halde onun gül bahçelerinin yolunu… Külhanlarının yerini kim bilebilir ki? 3045
  • پس کی داند راه گلشنهای او ** پس کی داند جای گلخنهای او
  • Gönül gözcüsü, bu hayal, canın ne yanından geliyor… Fırsat bulup göremez ki.
  • دیدبان دل نبیند در مجال ** کز کدامین رکن جان آید خیال