English    Türkçe    فارسی   

3
3212-3261

  • Suyu az ara, susuzluğu elde et de sular yukardan da coşsun, aşağıdan da fışkırsın!
  • آب کم جو تشنگی آور بدست ** تا بجوشد آب از بالا و پست
  • Boğazcağızı nazik yavrucak doğmasaydı onu besleyecek süt nasıl olur da memeden akardı?
  • تا نزاید طفلک نازک گلو ** کی روان گردد ز پستان شیر او
  • Yürü, bu inişlerde, bu yokuşlarda koş da susa hararetlen!
  • رو بدین بالا و پستیها بدو ** تا شوی تشنه و حرارت را گرو
  • Ey ulu er, ondan sonra havadaki arı(gibi) bulutlardaki ırmakların sesini iç! 3215
  • بعد از آن بانگ زنبور هوا ** بانگ آب جو بنوشی ای کیا
  • İhtiyacın, otlardan, sebzelerden az mı ki suyun önünü keser, sebzelere akıtırsın…
  • حاجت تو کم نباشد از حشیش ** آب را گیری سوی او می‌کشیش
  • Suyun kulağını çeker, kurumuş nebatlar yeşersin, gelişsin diye o tarafa yürütürsün.
  • گوش گیری آب را تو می‌کشی ** سوی زرع خشک تا یابد خوشی
  • Cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da sana “Onları Rableri sular” hitabı gelsin…
  • زرع جان را کش جواهر مضمرست ** ابر رحمت پر ز آب کوثرست
  • Allah, doğrusunu daha iyi bilir!
  • تا سقاهم ربهم آید خطاب ** تشنه باش الله اعلم بالصواب
  • Kâfir karısının, süt emer çocuğuyla Mustafa aleyhisselâm’ın yanına gelmesi ve çocuğun, Rasûl sallallâhu aleyhi vesellem’in mucizesiyle İsa gibi dile gelip konuşması
  • آمدن آن زن کافر با طفل شیرخواره به نزدیک مصطفی علیه السلام و ناطق شدن عیسی‌وار به معجزات رسول صلی الله علیه و سلم
  • Yine o köyden bir kâfir karısı Peygamber’i sınamak için koşa koşa, 3220
  • هم از آن ده یک زنی از کافران ** سوی پیغامبر دوان شد ز امتحان
  • Eşeğiyle beraber yanına geldi, kucağında da iki aylık bir çocuk vardı.
  • پیش پیغامبر در آمد با خمار ** کودکی دو ماه زن را بر کنار
  • Çocuk, Peygamber’e “Allah, sana selâm söyledi Ya Rasûllâllah, sana geldik işte” dedi.
  • گفت کودک سلم الله علیک ** یا رسول الله قد جنا الیک
  • Anası kızgınlıkla “Sus be, bu şahadeti kulağına kim üfürdü?
  • مادرش از خشم گفتش هی خموش ** کیت افکند این شهادت را بگوش
  • A yumurcak, bunu sana kim söyledi de böyle dilin açıldı, söyleyip duruyorsun?” dedi.
  • این کیت آموخت ای طفل صغیر ** که زبانت گشت در طفلی جریر
  • Çocuk dedi ki: “Evvelâ Allah, sonra da Cebrail! Ben, bu sözde Cebrail’e ahenk uyduruyorum.“ 3225
  • گفت حق آموخت آنگه جبرئیل ** در بیان با جبرئیلم من رسیل
  • Kadın “Nerede Cebrail?” deyince çocuk dedi ki: “Nah; başının üstünde. Görmüyor musun? Kafanı kaldır da bir yukarıya bak!
  • گفت کو گفتا که بالای سرت ** می‌نبینی کن به بالا منظرت
  • Cebrail, başının üstünde duruyor; bana yüz çeşit delil olmakta!“
  • ایستاده بر سر تو جبرئیل ** مر مرا گشته به صد گونه دلیل
  • Kadın, “Sahi görüyor musun?“ dedi. Çocuk dedi ki: “Evet, başının üstünde ayın on dördü gibi durmakta.
  • گفت می‌بینی تو گفتا که بلی ** بر سرت تابان چو بدری کاملی
  • Bana Peygamber’i vasfediyor. Beni, bu suretle bu aşağılıklardan yüceltmede!
  • می‌بیاموزد مرا وصف رسول ** زان علوم می‌رهاند زین سفول
  • Sonra Peygamber, “Ey süt emer yavru, adın ne? Hadi bunu da söyle de sonra ananın isteğine uy, sus“ dedi. 3230
  • پس رسولش گفت ای طفل رضیع ** چیست نامت باز گو و شو مطیع
  • Çocuk, “Adım, Allah yanında Abdülâziz, fakat bu bir avuç edepsize göre Abdül Uzzâ!
  • گفت نامم پیش حق عبدالعزیز ** عبد عزی پیش این یک مشت حیز
  • Hâlbuki ben sana bu peygamberliği veren Allah hakkı için Uzzâ’dan usanmışım, berîyim!“ dedi.
  • من ز عزی پاک و بیزار و بری ** حق آنک دادت این پیغامبری
  • İki aylık, çocuk, ayın on dördü gibi parlamış, başköşeye geçen bilgi sahipleri gibi yetişmiş kişilere ders veriyordu.
  • کودک دو ماهه همچون ماه بدر ** درس بالغ گفته چون اصحاب صدر
  • Bu sırada çocuğun burnuna da, anasının burnuna da cennetten kâfuru kokusu geldi.
  • پس حنوط آن دم ز جنت در رسید ** تا دماغ طفل و مادر بو کشید
  • Her ikisi de yaşarsak yine bu mertebeden düşer, kâfir oluruz korkusuyla bunu söylediler ve bu kokuyu duya duya can verdiler. 3235
  • هر دو می‌گفتند کز خوف سقوط ** جان سپردن به برین بوی حنوط
  • Birisini, Allah överse ona cansızlar da yüzlerce kere doğrudur, haktır der, canlılar da!
  • آن کسی را کش معرف حق بود ** جامد و نامیش صد صدق زند
  • Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da!
  • آنکسی را کش خدا حافظ بود ** مرغ و ماهی مر ورا حارس شود
  • Tavşancıl kuşunun Mustafa Aleyhisselâm’ın pabucunu kapıp havalanması ve havada pabucu ters çevirmesi, içindeki karayılanın düşmesi
  • ربودن عقاب موزه‌ی مصطفی علیه السلام و بردن بر هوا و نگون کردن و از موزه مار سیاه فرو افتادن
  • Tam bu sırada Mustafa, yücelerden ezan sesini duydu.
  • اندرین بودند کواز صلا ** مصطفی بشنید از سوی علا
  • Abdest tazelemek üzere su istedi. O soğuk suyla elini, yüzünü yıkadı.
  • خواست آبی و وضو را تازه کرد ** دست و رو را شست او زان آب سرد
  • Ayaklarını da yıkayıp pabuçlarını giymek üzereyken bir kuş gelip pabucunun bir tekini kapıverdi. 3240
  • هر دو پا شست و به موزه کرد رای ** موزه را بربود یک موزه‌ربای
  • O güzel sözlü Peygamber, tam pabucu eline almışken tavşancıl pabucunu elinden kapıvermişti.
  • دست سوی موزه برد آن خوش‌خطاب ** موزه را بربود از دستش عقاب
  • Kuş, yel gibi havalandı, pabucu, tersine çevirdi, içinden bir yılan düştü.
  • موزه را اندر هوا برد او چو باد ** پس نگون کرد و از آن ماری فتاد
  • Kapkara bir yılandı o… tavşancıl, bu hareketiyle Peygamber’e iyilik etmek istemiş, Allah inayetine sebep olmuştu.
  • در فتاد از موزه یک مار سیاه ** زان عنایت شد عقابش نیکخواه
  • Kuş, sonra pabucu getirip “Buyur, namaza git” diye Peygamber’in önüne koydu.
  • پس عقاب آن موزه را آورد باز ** گفت هین بستان و رو سوی نماز
  • Âdeta “Bu küstahlığı zoraki yaptım, yoksa benim de edep ağacından bir dalcağızım var, ben de haddimce edep erkân nedir, bilirim“ diyordu. 3245
  • از ضرورت کردم این گستاخیی ** من ز ادب دارم شکسته‌شاخیی
  • Vay o kişiye ki küstahça adım atar, nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir!
  • وای کو گستاخ پایی می‌نهد ** بی ضرورت کش هوا فتوی دهد
  • Peygamber, şükretti de dedi ki: “Biz, bunu cefa sanıyorduk, hâlbuki vefanın ta kendisiymiş!“
  • پس رسولش شکر کرد و گفت ما ** این جفا دیدیم و بود این خود وفا
  • Pabucumu kaptın, aklım karıştı, canım sıkıldı, sen beni gamdan kurtarıyormuşsun, bense gama düşmüştüm!
  • موزه بربودی و من درهم شدم ** تو غمم بردی و من در غم شدم
  • Allah, bize bütün gaypları gösterdi ama o sırada gönlüm, kendimle meşguldü! “
  • گرچه هر غیبی خدا ما را نمود ** دل در آن لحظه به خود مشغول بود
  • Tavşancıl, “Sen, gafil olmazsın, bu, senden uzak. Ey Mustafa, benim gaybı görmem de sendeki bilginin aksinden! 3250
  • گفت دور از تو که غفلت در تو رست ** دیدنم آن غیب را هم عکس تست
  • Havadayken pabucun içindeki yılanı görmem, kendimden değil, senden aksetti bu bana“ dedi.
  • مار در موزه ببینم بر هوا ** نیست از من عکس تست ای مصطفی
  • Nurlu kişinin aksi de aydındır. Zulmette kalanın aksiyse baştanbaşa külhan kesilir.
  • عکس نورانی همه روشن بود ** عکس ظلمانی همه گلخن بود
  • Allah kulunun aksi tamamıyla nurdur, yabancının aksiyse tamamıyla körlük!
  • عکس عبدالله همه نوری بود ** عکس بیگانه همه کوری بود
  • Ey can, herkesin aksi nedir, bunu bil… dilediğin kişinin yanında otur!
  • عکس هر کس را بدان ای جان ببین ** پهلوی جنسی که خواهی می‌نشین
  • Bu hikâyeden ibret alış şüphesiz olarak her güçlüğün bir kolaylığı olduğunu biliş
  • وجه عبرت گرفتن ازین حکایت و یقین دانستن کی ان مع العسر یسرا
  • Ey can o hikâye, Allah hükmüne razı olasın diye sana ibrettir. 3255
  • عبرتست آن قصه ای جان مر ترا ** تا که راضی باشی در حکم خدا
  • İbret al da kötü bir işe düşünce aklını başına devşir, ye’se düşme, hüsnü zanda bulun!
  • تا که زیرک باشی و نیکوگمان ** چون ببینی واقعه‌ی بد ناگهان
  • Başkaları, o hâdiseden korkup sapsarı kesilse bile sen aldırış etme. Fayda, zamanında da, ziyan zamanında da gül gibi gülmeye bak!
  • دیگران گردند زرد از بیم آن ** تو چو گل خندان گه سود و زیان
  • Gülün yapraklarını birer birer koparsan da yine gülmeyi bırakmaz, yine solup gamlanmaz.
  • زانک گل گر برگ برگش می‌کنی ** خنده نگذارد نگردد منثنی
  • Bir dikenden niçin gama düşeyim? Zaten bu gülmeyi diken yüzünden buldum der.
  • گوید از خاری چرا افتم بغم ** خنده را من خود ز خار آورده‌ام
  • Takdir yüzünden kaybettiğin şeyler, muhakkak senden belâyı giderir… Bunu böyle bil! 3260
  • هرچه از تو یاوه گردد از قضا ** تو یقین دان که خریدت از بلا
  • Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: Sıkıntı zamanı, gönülde neşe, ferah bulmak!
  • ما التصوف قال وجدان الفرح ** فی الفاد عند اتیان الترح