English    Türkçe    فارسی   

3
3907-3956

  • Ümmet, bunda ittifak etmiştir. Karanlıklarda gizli olan Âbıhayat yok mu? Ölümdür o.
  • مرگ دان آنک اتفاق امتست ** کاب حیوانی نهان در ظلمتست
  • Nilüfer gibi ırmağın bu tarafında bit… Susama hastalığına uğrayan adam gibi haris ol, ölümü ara!
  • همچو نیلوفر برو زین طرف جو ** همچو مستسقی حریص و مرگ‌جو
  • Susama hastalığına uğrayanın ölümü sudur da yine su arar, su içer durur. Allah, doğrusunu daha iyi bilir.
  • مرگ او آبست و او جویای آب ** می‌خورد والله اعلم بالصواب
  • Ey ayıp ve ar hırkasını giyinen donmuş, üşümüş âşık sen can korkusuyla candan kaçıyorsun. 3910
  • ای فسرده عاشق ننگین نمد ** کو ز بیم جان ز جانان می‌رمد
  • Ey karılara bile ayıp ve ar olan kişi, hele bak… onun aşk kılıcının önünde yüz binlerce can, elceğizlerini çırparak ölüme müştak!
  • سوی تیغ عشقش ای ننگ زنان ** صد هزاران جان نگر دستک‌زنان
  • Irmağı gördün ya… Testideki suyu ırmağa döküver. Su, hiç ırmaktan kaçar, çekinir mi?
  • جوی دیدی کوزه اندر جوی ریز ** آب را از جوی کی باشد گریز
  • Testideki su, ırmağa döküldü mü ırmakta mahvolur, ırmak kesilir.
  • آب کوزه چون در آب جو شود ** محو گردد در وی و جو او شود
  • Vasfı yok olur da zatı kalır… Artık bundan böyle ne kaybolur, ne kötüleşir, pislenir!
  • وصف او فانی شد و ذاتش بقا ** زین سپس نه کم شود نه بدلقا
  • Ben de ondan kaçtığım için pişmanım, özrümü bildirmek üzere kendimi onun fidanına astım!” 3915
  • خویش را بر نخل او آویختم ** عذر آن را که ازو بگریختم
  • Canından el yıkayan o âşığın mâşukuna ulaşması
  • رسیدن آن عاشق به معشوق خویش چون دست از جان خود بشست
  • Top gibi başının, yüzünün üstüne kapanıp secdeler ederek gözleri yaşlı bir halde Sad-ı Cihan’ın huzuruna gitti.
  • همچو گویی سجده کن بر رو و سر ** جانب آن صدر شد با چشم تر
  • Herkes, acaba onu yakacak mı, asacak mı diye başını havaya dikmiş bekliyordu.
  • جمله خلقان منتظر سر در هوا ** کش بسوزد یا برآویزد ورا
  • Sadr-ı Cihan, işte o vakit zaman, talihsiz kişilere ne gösterirse bu bir avuç ahmağa onu gösterdi.
  • این زمان این احمق یک لخت را ** آن نماید که زمان بدبخت را
  • İşten anlamayan ahmak, pervane gibi alevi nur sandı, ahmakçasına aleve atıldı, canından oldu.
  • همچو پروانه شرر را نور دید ** احمقانه در فتاد از جان برید
  • Fakat aşk mumu, o muma benzemez ki. Aşk, aydınlıklar içindeki aydınlıklar aydınlığıdır. 3920
  • لیک شمع عشق چون آن شمع نیست ** روشن اندر روشن اندر روشنیست
  • O ateşli mumların aksine bir şeydir. Ateş gibi görünür ama baştanbaşa nurdur, güzellikten, hoşluktan ibarettir.
  • او به عکس شمعهای آتشیست ** می‌نماید آتش و جمله خوشیست
  • Âşık öldüren mescidle ölümünü arayıp hiçbir şeye aldırış etmeyerek orada konuklayan âşık
  • صفت آن مسجد کی عاشق‌کش بود و آن عاشق مرگ‌جوی لا ابالی کی درو مهمان شد
  • Ey izi, tozu güzel, bir hikâye söyleyeyim, dinle:
  • یک حکایت گوش کن ای نیک‌پی ** مسجدی بد بر کنار شهر ری
  • Rey şehrinin kıyısında bir mescit vardı.
  • هیچ کس در وی نخفتی شب ز بیم ** که نه فرزندش شدی آن شب یتیم
  • Hiç kimse yoktu ki orada gecelesin, yatsın da korkudan ödü patlayıp ölmesin; oğlu o gece yetim kalmasın.
  • بس که اندر وی غریب عور رفت ** صبحدم چون اختران در گور رفت
  • Ona nice aç, çıplak garip gitti… Hepsi de sabah çağı yıldızlar gibi battı, mezara girdi! 3925
  • خویشتن را نیک ازین آگاه کن ** صبح آمد خواب را کوتاه کن
  • Sen de bunu iyice anla, kendine gel. Sabah geldi çattı, uykuyu bırak artık!
  • هر کسی گفتی که پریانند تند ** اندرو مهمان کشان با تیغ کند
  • Herkes, orada kuvvetli periler var, orada konaklayanları kör kılıçla kesip öldürüyorlar derdi.
  • آن دگر گفتی که سحرست و طلسم ** کین رصد باشد عدو جان و خصم
  • Bazıları sihir ve tılsım var. Düşmanın canını almak için gözetip durmada diyordu.
  • آن دگر گفتی که بر نه نقش فاش ** بر درش کای میهمان اینجا مباش
  • Bazı kimseler, kapısına açıkça “Ey konuk, burada kalma. Canına kastın yoksa geceyi burada geçirme, burada yatıp uyuma. Yoksa ölüm sana pusu kurar” diye yazalım demekteydi.
  • شب مخسپ اینجا اگر جان بایدت ** ورنه مرگ اینجا کمین بگشایدت
  • Bir diğeri de derdi ki. “Geceleri kilitleyin de bilmeyen bir adam girip kalmasın!” 3930
  • وان یکی گفتی که شب قفلی نهید ** غافلی کاید شما کم ره دهید
  • Mescide konuk gelmesi
  • مهمان آمدن در آن مسجد
  • Nihayet bir gece vakti mescide bir konuk geldi… Mescidin o aşılacak şöhretini o da duymuştu.
  • تا یکی مهمان در آمد وقت شب ** کو شنیده بود آن صیت عجب
  • Bir tecrübe etmek istiyordu. Çünkü hem pek yiğitti, hem de canından bezmişti, hayatına doymuştu.
  • از برای آزمون می‌آزمود ** زانک بس مردانه و جان سیر بود
  • Dedi ki: “Bu başa, bu gövdeye pek o kadar aldırış etmem… tut ki can hazinesi için bir habbe gitmiş.. Ne çıkar?
  • گفت کم گیرم سر و اشکمبه‌ای ** رفته گیر از گنج جان یک حبه‌ای
  • Ten sureti gidiversin, ben o suretten ibaret değilim ya. Ben baki oldukça suret eksik olmaz elbet.
  • صورت تن گو برو من کیستم ** نقش کم ناید چو من باقیستم
  • Allah lütfuyla “Ben insana ruhumdan ruh üfürdüm” sırrına mazharım… Kamış gibi olan tenden ayrılırsam yalnız Allah nefesi olarak kalırım. 3935
  • چون نفخت بودم از لطف خدا ** نفخ حق باشم ز نای تن جدا
  • Allah’ın nefesi, bu tene gelmesin de inci de bu dar sedeften kurtulsun artık.
  • تا نیفتد بانگ نفخش این طرف ** تا رهد آن گوهر از تنگین صدف
  • Allah “Ey doğru kişiler, ölümü dinleyin” dedi. Ben de doğrucuyum, bu söze canımı veririm!”
  • چون تمنوا موت گفت ای صادقین ** صادقم جان را برافشانم برین
  • Mescid halkının o âşık konuğu, geceleyin mescide konaklama niyetinden dolayı kınamaları, burada kalma diye tehdit etmeleri
  • ملامت کردن اهل مسجد مهمان عاشق را از شب خفتن در آنجا و تهدید کردن مرورا
  • Halk, “Sakın burada geceleme. Yoksa can alıcı, seni posa gibi eziverir!
  • قوم گفتندش که هین اینجا مخسپ ** تا نکوبد جانستانت همچو کسپ
  • Sen garipsin, bunu bilmezsin… Burada kim yattı, uyuduysa mahvoldu.
  • که غریبی و نمی‌دانی ز حال ** کاندرین جا هر که خفت آمد زوال
  • Bu bir tesadüf değil. Bunu biz de nice defalar gördük, akıllı bilgiler kişiler de. 3940
  • اتفاقی نیست این ما بارها ** دیده‌ایم و جمله اصحاب نهی
  • Kim bu mescitte konakladıysa gece yarısı müthiş bir zehirle zehirlendi gitti.
  • هر که آن مسجد شبی مسکن شدش ** نیم‌شب مرگ هلاهل آمدش
  • Bir kişiden yüz kişiye kadar nice ölenleri gördük. Birisinden duyup da rivayet etmiyoruz.
  • از یکی ما تابه صد این دیده‌ایم ** نه به تقلید از کسی بشنیده‌ایم
  • Peygamber “Din nasihattir” dedi. Nasihat, lûgatte hıyanetin zıddıdır.
  • گفت الدین نصیحه آن رسول ** آن نصیحت در لغت ضد غلول
  • Bu nasihatte dostlukta doğruluktan ibarettir. Doğru söylemez, aldatırsan, hainsin, köpek postuna bürünmüşsün, köpeksin!
  • این نصیحت راستی در دوستی ** در غلولی خاین و سگ‌پوستی
  • Sana bu nasihati muhabbetimizden veriyoruz. Sakın akıldan, insaftan ayrılma! dedi. 3945
  • بی خیانت این نصیحت از وداد ** می‌نماییمت مگرد از عقل و داد
  • Âşığın, kendisini menedenlere cevabı
  • جواب گفتن عاشق عاذلان را
  • Âşık dedi ki: “Ey öğüt verenler, ben yaptığım dan nâdim değilim. Hayata doydum.
  • گفت او ای ناصحان من بی ندم ** از جهان زندگی سیر آمدم
  • Ben yaralanmayı isteyen, arayan bir tembelim. Tembelden yola gitmeyi umma!
  • منبلی‌ام زخم جو و زخم‌خواه ** عافیت کم جوی از منبل براه
  • Ama yiyecek, içecek tembeli değilim ben… Hiçbir şeye aldırış etmeyen, ölümünü arayan bir tembelim!
  • منبلی نی کو بود خود برگ‌جو ** منبلی‌ام لاابالی مرگ‌جو
  • Âleme el avuç açan, kendisine para pul toplayan tembel değilim, bu köprüden çevikçe geçen bir tembelim.
  • منبلی نی کو به کف پول آورد ** منبلی چستی کزین پل بگذرد
  • Her dükkâna başvuran, halini söyleyen tembel değilim. Varlıktan sıçrayıp kurtulan ve bir madene ulaşan tembelim. 3950
  • آن نه کو بر هر دکانی بر زند ** بل جهد از کون و کانی بر زند
  • Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor.
  • مرگ شیرین گشت و نقلم زین سرا ** چون قفص هشتن پریدن مرغ را
  • Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür.
  • آن قفص که هست عین باغ در ** مرغ می‌بیند گلستان و شجر
  • Dışarıda, kafesin çevresinde ötüşen kuşlar, hürriyete ait güzel, güzel hikâyeler söylerler.
  • جوق مرغان از برون گرد قفص ** خوش همی‌خوانند ز آزادی قصص
  • Kafesteki kuş, onları duyar, o yeşilliği görürde ne iştahı kalır, ne sabrı, ne kararı!
  • مرغ را اندر قفص زان سبزه‌زار ** نه خورش ماندست و نه صبر و قرار
  • Başını kafesin her deliğinden çıkarır durur. Ayağındaki bağdan kurtulmak ister. 3955
  • سر ز هر سوراخ بیرون می‌کند ** تا بود کین بند از پا برکند
  • O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da… Böyleyken kafesi açıversen ne yapar?
  • چون دل و جانش چنین بیرون بود ** آن قفص را در گشایی چون بود