English    Türkçe    فارسی   

3
4731-4780

  • Âşıksın, sarhoşsun, dilin açılmış… Allah, Allah… Sen, oluk üstünde bir devesin!
  • عاشق و مستی و بگشاده زبان ** الله الله اشتری بر ناودان
  • Dil, onun sırrından, onun nazından bahse kalkıştı mı gök, “Ey hakikatini güzelce örten Allah” demeye başlar.
  • چون ز راز و ناز او گوید زبان ** یا جمیل الستر خواند آسمان
  • Fakat aşkı örtmek nedir? Ateşi yün ve pamuk içinde gizlemek! Ne kadar örtersen o kadar meydana çıkar!
  • ستر چه در پشم و پنبه آذرست ** تا همی‌پوشیش او پیداترست
  • Ben, onu örtmeye çalıştım mı o, bayrak gibi başkaldırır, işte buracıktayım der.
  • چون بکوشم تا سرش پنهان کنم ** سر بر آرد چون علم کاینک منم
  • Benim inadıma o, iki kulağımdan yakalar da, a kendi bildiğine giden, beni nasıl örteceksin, nasıl gizleyeceksin? Hadi, gizle bakalım der. 4735
  • رغم انفم گیردم او هر دو گوش ** کای مدمغ چونش می‌پوشی بپوش
  • Derim ki: Hadi git, coşmuşsun ama can gibi hem meydandasın, hem gizli!
  • گویمش رو گرچه بر جوشیده‌ای ** همچو جان پیدایی و پوشیده‌ای
  • Der ki: Bu tenim küp içinde mahpus… Fakat şarap gibi küp içinde ıslık çalmaktayım!
  • گوید او محبوس خنبست این تنم ** چون می اندر بزم خنبک می‌زنم
  • Derim ki: bir yere rehin olmadan, sarhoşluk afeti gelmeden çekil, git.
  • گویمش زان پیش که گردی گرو ** تا نیاید آفت مستی برو
  • Der ki: İçimi güzel lâtif kadehin içinde ta akşam namazı vaktine kadar gündüzün dostuyum.
  • گوید از جام لطیف‌آشام من ** یار روزم تا نماز شام من
  • Akşam gelip de kadehimi çaldı mı, ona daha benim akşamım gelmedi, kadehimi ver derim! 4740
  • چون بیاید شام و دزدد جام من ** گویمش وا ده که نامد شام من
  • Şarap içmeye alışmış olan, şaraba doyamaz. Arap, onun için şaraba müdam adını taktı,
  • زان عرب بنهاد نام می مدام ** زانک سیری نیست می‌خور را مدام
  • Hakikat şarabını aşk, kaynatır coşturur. Doğru sözlü, doğru özlü âşıka gizlice saiklik eden aşktır.
  • عشق جوشد باده‌ی تحقیق را ** او بود ساقی نهان صدیق را
  • Allah inayetiyle aşka ulaşmayı dilersem şarap, can suyudur, sürahi de beden!
  • چون بجویی تو بتوفیق حسن ** باده آب جان بود ابریق تن
  • Hidayet şarabı çoğaldı, arttı mı şaraptaki kuvvet, sürahiyi kırar.
  • چون بیفزاید می توفیق را ** قوت می بشکند ابریق را
  • Sâki de su kesilir, sarhoş da… Nasıl olur deme, doğrusunu Allah daha iyi bilir. 4745
  • آب گردد ساقی و هم مست آب ** چون مگو والله اعلم بالصواب
  • Şaraba vuran ışık, sâkinin ışığıdır… Şarap, bu ışıkla coşar, köpürür, oynar kuvvetlenir!
  • پرتو ساقیست کاندر شیره رفت ** شیره بر جوشید و رقصان گشت و زفت
  • Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
  • اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
  • Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
  • بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
  • Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
  • حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
  • Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
  • یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** می‌ندادش روزگار وصل دست
  • Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir? 4750
  • بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین
  • Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
  • عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
  • O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
  • چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راه‌زن
  • Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
  • ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
  • Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
  • ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
  • Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı. 4755
  • رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی
  • Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
  • راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
  • Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
  • بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
  • Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
  • گاه گفتی کین بلای بی‌دواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
  • Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
  • گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
  • Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu! 4760
  • چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمه‌ی اتحاد
  • Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
  • چونک با بی‌برگی غربت بساخت ** برگ بی‌برگی به سوی او بتاخت
  • Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
  • خوشه‌های فکرتش بی‌کاه شد ** شب‌روان را رهنما چون ماه شد
  • Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
  • ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرین‌روان رو ترش
  • Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
  • رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخن‌گو را ببین
  • Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki! 4765
  • لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان
  • Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
  • شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
  • Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
  • تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
  • Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
  • بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
  • Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
  • نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
  • Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! 4770
  • همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها
  • Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
  • بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
  • Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
  • آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
  • Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir!
  • هر که دور از حالت ایشان بود ** پیشش آن آوازها یکسان بود
  • O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!
  • آن درختی جنبد از زخم تبر ** و آن درخت دیگر از باد سحر
  • Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım… Çünkü kapağı kaynıyor! 4775
  • بس غلط گشتم ز دیگ مردریگ ** زانک سرپوشیده می‌جوشید دیگ
  • Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… Yalanla, riya ile kaynayan da!
  • جوش و نوش هرکست گوید بیا ** جوش صدق و جوش تزویر و ریا
  • Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü… Kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış!
  • گر نداری بو ز جان روشناس ** رو دماغی دست آور بوشناس
  • O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakupların gözünü bile o dimağ, aydınlatır.
  • آن دماغی که بر آن گلشن تند ** چشم یعقوبان هم او روشن کند
  • Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
  • هین بگو احوال آن خسته‌جگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
  • Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
  • یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
  • O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! 4780
  • کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال