English    Türkçe    فارسی   

3
656-705

  • Köylü, “Hayır. Yellendi ya... Tanıdım ben. Onun yellenmesini suyu şaraptan nasıl ayırt edersem öyle ayırt eder, anlarım.
  • گفت نه بادی که جست از فرج وی ** می‌شناسم همچنانک آبی ز می
  • Çayırlıkta benim sıpamı vurdun, öldürdün. Dilerim, neşe yüzü görmeyesin” dedi.
  • کشته‌ای خرکره‌ام را در ریاض ** که مبادت بسط هرگز ز انقباض
  • Şehirli, “İyi, bak… Vakit gece. İnsan, geceleyin iyi göremez.
  • گفت نیکوتر تفحص کن شبست ** شخصها در شب ز ناظر محجبست
  • Gece ekseriye adamı yanıltır, başka şeyler gösterir. Herkes geceleyin gördüğünü fark edemez.
  • شب غلط بنماید و مبدل بسی ** دید صایب شب ندارد هر کسی
  • Hele bu gece hem karanlık, hem bulut var, hem şiddetli yağmur yağmada. Bu üç karanlık, adamı pek yanıltır.” dedi ama 660
  • هم شب و هم ابر و هم باران ژرف ** این سه تاریکی غلط آرد شگرف
  • Köylü “Hayır. Bu bana gün gibi aşikâr. Tanırım ben, bu yellenme, benim eşeğimin sıpasının yellenmesi.
  • گفت آن بر من چو روز روشنست ** می‌شناسم باد خرکره‌ی منست
  • Yolcu, azığı nasıl tanırsa ben de yüz yel arasında bile o yeli tanırım” deyince,
  • در میان بیست باد آن باد را ** می‌شناسم چون مسافر زاد را
  • Şehirli dayanamadı, sıçrayıp köylünün yakasına yapıştı.
  • خواجه بر جست و بیامد ناشکفت ** روستایی را گریبانش گرفت
  • Dedi ki: “A hilebaz sersem, a bunak mendebur, sen hem afyon yutmuş, hem esrar içmişsin.
  • کابله طرار شید آورده‌ای ** بنگ و افیون هر دو با هم خورده‌ای
  • Bu üç karanlık içinde eşeğin yellenmesini tanıyorsun da beni nasıl tanımıyorsun be hey avare! 665
  • در سه تاریکی شناسی باد خر ** چون ندانی مر مرا ای خیره‌سر
  • Gece yarısı eşek sıpasını tanıyan adam, güpegündüz dostunu nasıl tanımaz?
  • آنک داند نیمشب گوساله را ** چون نداند همره ده‌ساله را
  • Kendini dalgın ve arif gösteriyor da mürüvvetin, vefanın gözüne toprak serpiyorsun.
  • خویشتن را عارف و واله کنی ** خاک در چشم مروت می‌زنی
  • Benim kendimden bile haberim yok, gönlüme Allah’tan başka hiçbir şey sığmıyor ki.
  • که مرا از خویش هم آگاه نیست ** در دلم گنجای جز الله نیست
  • Dün yediğim bile aklımda değil. Bu gönül, hayretten başka bir şeyden neşelenmiyor diye kendini müstağrak gösteriyorsun ama
  • آنچ دی خوردم از آنم یاد نیست ** این دل از غیر تحیر شاد نیست
  • Asıl akıllı, fakat Allah mecnunu benim, bunu hatırında tut da şu kendimde olmayışımı mazur gör. 670
  • عاقل و مجنون حقم یاد آر ** در چنین بی‌خویشیم معذور دار
  • Bir insan, şer’an murdar olan hurma şarabı içse kendinde değilse şeriat, onu mazur tutar.
  • آنک مرداری خورد یعنی نبید ** شرع او را سوی معذوران کشید
  • Sarhoş ve esrarkeşin karı boşaması ve bir şey satması, makbul ve muteber değildir. O, çocuğa benzer, yaptığı affedilir, hürdür, serbesttir.
  • مست و بنگی را طلاق و بیع نیست ** همچو طفلست او معاف و معتقیست
  • Asıl tek padişah olan Allah’tan gelen sarhoşluksa insana yüz küpün şarabından ziyade tesir eder, yüz küpün şarabından ziyade adamın aklını alır.
  • مستیی کید ز بوی شاه فرد ** صد خم می در سر و مغز آن نکرد
  • Haydi yürü artık böyle adama nasıl teklif olabilir ki? At düştü, elsiz, ayaksız bir hâle geldi.
  • پس برو تکلیف چون باشد روا ** اسب ساقط گشت و شد بی دست و پا
  • Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir? 675
  • بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را
  • At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
  • بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
  • Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
  • سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
  • Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
  • لاف درویشی زنی و بی‌خودی ** های هوی مستیان ایزدی
  • Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
  • که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان
  • Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti. 680
  • باد خرکره‌ی چنین رسوات کرد ** هستی نفی ترا اثبات کرد
  • Allah, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar işte!”
  • این چنین رسوا کند حق شید را ** این چنین گیرد رمیده‌صید را
  • Hey babam hey… Ben, padişah kapısına çavuş oldum diyene yüz binlerce sınama var.
  • صد هزاران امتحانست ای پسر ** هر که گوید من شدم سرهنگ در
  • Halk, onu bu sınamayla tanımasa bile ileri gelenler, onun dâvasına delil ister, yolundan nişan sorarlar.
  • گر نداند عامه او را ز امتحان ** پختگان راه جویندش نشان
  • Aşağılık bir adam, terzilik dâvasına kalkışsa padişah, onun önüne bir atlas kumaş atar.
  • چون کند دعوی خیاطی خسی ** افکند در پیش او شه اطلسی
  • Bundan bir geniş kaftan yap der. Bu sınamayla yersiz dâvaya kalkışanın başında iki boynuzdur peyda olur, öküzlüğü anlaşılıverir. 685
  • که ببر این را بغلطاق فراخ ** ز امتحان پیدا شود او را دو شاخ
  • Eğer kötüleri sınama olmasaydı her puşt, savaşta Rüstem kesilirdi!
  • گر نبودی امتحان هر بدی ** هر مخنث در وغا رستم بدی
  • Farz et ki puşt zırh giymiş, kaç para eder? Savaşa girişip sıkışınca esir olacak değil mi?
  • خود مخنث را زره پوشیده گیر ** چون ببیند زخم گردد چون اسیر
  • Allah sarhoşu, kasırgadan ayrılır mı hiç? O, sur üfürülünceye kadar kendine gelmez.
  • مست حق هشیار چون شد از دبور ** مست حق ناید به خود تا نفخ صور
  • Allah şarabı doğrudur, doğru… Yalanı yok. Sense şarap değil, ayran içmişsin, ayran içmişsin, ayran içmişsin!
  • باده‌ی حق راست باشد بی دروغ ** دوغ خوردی دوغ خوردی دوغ دوغ
  • Kendini Cüneyd ve Bayezid gösteriyorsun. Yürü be… Ben, baltayı kilitten fark edemem ki diyorsun ama. 690
  • ساختی خود را جنید و بایزید ** رو که نشناسم تبر را از کلید
  • A düzenbaz, kötülüğü tembelliği, kızgınlığı ve ihtirası bu sersemlikle nasıl gizleyebileceksin?
  • بدرگی و منبلی و حرص و آز ** چون کنی پنهان بشید ای مکرساز
  • Kendini Mansur-ı Hallâc göstermede, dostların pamuğuna ateş urmadasın.
  • خویش را منصور حلاجی کنی ** آتشی در پنبه‌ی یاران زنی
  • Ben Ömer’i Ebuleheb’den ayırt edemem de gece yarısı eşek sıpasının yellenmesini tanırım diyorsun ha!
  • که بنشناسم عمر از بولهب ** باد کره‌ی خود شناسم نیمشب
  • Senin gibi eşeğin bu sözüne inanan da kendisini, hatırım için kör ve sağır eden bir eşektir.
  • ای خری کین از تو خر باور کند ** خویش را بهر تو کور و کر کند
  • Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin adamısın, herze yiyip durma! 695
  • خویش را از ره‌روان کمتر شمر ** تو حریف ره‌ریانی گه مخور
  • Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecazi akıl, göklere uçabilir mi hiç?
  • باز پر از شید سوی عقل تاز ** کی پرد بر آسمان پر مجاز
  • Kendini Allah âşıkı gösteriyorsun ama kapkara Şeytan’la aşkbazlık ediyorsun.
  • خویشتن را عاشق حق ساختی ** عشق با دیو سیاهی باختی
  • Kıyamet günü aâşıkla mâşuku birbirine bağlarlar da herkesin önüne çıkarıverirler.
  • عاشق و معشوق را در رستخیز ** دو بدو بندند و پیش آرند تیز
  • Sen kendini nasıl oluyor da ahmak, dalgın gösteriyorsun? Üzümün kanı nerede? Sen bizim kanımızı içmişsin!
  • تو چه خود را گیج و بی‌خود کرده‌ای ** خون رز کو خون ما را خورده‌ای
  • Yürü, benden uzaklaş hemen. Ben seni tanımıyorum. Kendini bilmeyen bir ârifim ben, köyün Behlûl’üyüm ben diyorsun ha! 700
  • رو که نشناسم ترا از من بجه ** عارف بی‌خویشم و بهلول ده
  • Allah yakınlığına eriştin de sanat, sanatkârdan ayrı olmaz sanıyorsun ha!
  • تو توهم می‌کنی از قرب حق ** که طبق‌گر دور نبود از طبق
  • Şunu olsun görmez misin? Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.
  • این نمی‌بینی که قرب اولیا ** صد کرامت دارد و کار و کیا
  • Meselâ demir, Davud’un elinde mum oluyor… Hâlbuki senin elinde mum, demir kesiliyor!
  • آهن از داوود مومی می‌شود ** موم در دستت چو آهن می‌بود
  • Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar.
  • قرب خلق و رزق بر جمله‌ست عام ** قرب وحی عشق دارند این کرام
  • Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da! 705
  • قرب بر انواع باشد ای پدر ** می‌زند خورشید بر کهسار و زر