English    Türkçe    فارسی   

3
675-724

  • Âlemde eşek sıpasına kim yük yükler? Ebumerre’ye kim Farsça okutabilir? 675
  • بار کی نهد در جهان خرکره را ** درس کی دهد پارسی بومره را
  • At topallamaya başladı mı, üstündeki yükü alırlar. Çünkü Allah “ Köre teklif yok” dedi.
  • بار بر گیرند چون آمد عرج ** گفت حق لیس علی الاعمی حرج
  • Ben de kendime karşı kör, fakat Allah’ı görür oldum. Şu halde azdan da affedilmişim, çoktan da!
  • سوی خود اعمی شدم از حق بصیر ** پس معافم از قلیل و از کثیر
  • Hâlbuki sen, dervişlikten dem vuruyorsun, kendinde olmadığını söylüyorsun, ebedî sarhoşlar gibi hayhuylarda bulunuyor, naralar atıyorsun.
  • لاف درویشی زنی و بی‌خودی ** های هوی مستیان ایزدی
  • Yeri gökten fark etmiyorum diyorsun ama Allah gayreti seni bir sınadı ki!
  • که زمین را من ندانم ز آسمان ** امتحانت کرد غیرت امتحان
  • Eşek sıpasının yellenmesi seni böyle rüsvay etti, senin, ben yokum diye kendini nefyedişini reddederek, varlığını ispat etti. 680
  • باد خرکره‌ی چنین رسوات کرد ** هستی نفی ترا اثبات کرد
  • Allah, sersem adamı böyle rüsvay eder, kaçan avı böyle yakalar işte!”
  • این چنین رسوا کند حق شید را ** این چنین گیرد رمیده‌صید را
  • Hey babam hey… Ben, padişah kapısına çavuş oldum diyene yüz binlerce sınama var.
  • صد هزاران امتحانست ای پسر ** هر که گوید من شدم سرهنگ در
  • Halk, onu bu sınamayla tanımasa bile ileri gelenler, onun dâvasına delil ister, yolundan nişan sorarlar.
  • گر نداند عامه او را ز امتحان ** پختگان راه جویندش نشان
  • Aşağılık bir adam, terzilik dâvasına kalkışsa padişah, onun önüne bir atlas kumaş atar.
  • چون کند دعوی خیاطی خسی ** افکند در پیش او شه اطلسی
  • Bundan bir geniş kaftan yap der. Bu sınamayla yersiz dâvaya kalkışanın başında iki boynuzdur peyda olur, öküzlüğü anlaşılıverir. 685
  • که ببر این را بغلطاق فراخ ** ز امتحان پیدا شود او را دو شاخ
  • Eğer kötüleri sınama olmasaydı her puşt, savaşta Rüstem kesilirdi!
  • گر نبودی امتحان هر بدی ** هر مخنث در وغا رستم بدی
  • Farz et ki puşt zırh giymiş, kaç para eder? Savaşa girişip sıkışınca esir olacak değil mi?
  • خود مخنث را زره پوشیده گیر ** چون ببیند زخم گردد چون اسیر
  • Allah sarhoşu, kasırgadan ayrılır mı hiç? O, sur üfürülünceye kadar kendine gelmez.
  • مست حق هشیار چون شد از دبور ** مست حق ناید به خود تا نفخ صور
  • Allah şarabı doğrudur, doğru… Yalanı yok. Sense şarap değil, ayran içmişsin, ayran içmişsin, ayran içmişsin!
  • باده‌ی حق راست باشد بی دروغ ** دوغ خوردی دوغ خوردی دوغ دوغ
  • Kendini Cüneyd ve Bayezid gösteriyorsun. Yürü be… Ben, baltayı kilitten fark edemem ki diyorsun ama. 690
  • ساختی خود را جنید و بایزید ** رو که نشناسم تبر را از کلید
  • A düzenbaz, kötülüğü tembelliği, kızgınlığı ve ihtirası bu sersemlikle nasıl gizleyebileceksin?
  • بدرگی و منبلی و حرص و آز ** چون کنی پنهان بشید ای مکرساز
  • Kendini Mansur-ı Hallâc göstermede, dostların pamuğuna ateş urmadasın.
  • خویش را منصور حلاجی کنی ** آتشی در پنبه‌ی یاران زنی
  • Ben Ömer’i Ebuleheb’den ayırt edemem de gece yarısı eşek sıpasının yellenmesini tanırım diyorsun ha!
  • که بنشناسم عمر از بولهب ** باد کره‌ی خود شناسم نیمشب
  • Senin gibi eşeğin bu sözüne inanan da kendisini, hatırım için kör ve sağır eden bir eşektir.
  • ای خری کین از تو خر باور کند ** خویش را بهر تو کور و کر کند
  • Kendini öyle pek yol erlerinden sanma. Sen yol kesicilerin adamısın, herze yiyip durma! 695
  • خویش را از ره‌روان کمتر شمر ** تو حریف ره‌ریانی گه مخور
  • Sersemlikten uç, akla doğru koş. Mecazi akıl, göklere uçabilir mi hiç?
  • باز پر از شید سوی عقل تاز ** کی پرد بر آسمان پر مجاز
  • Kendini Allah âşıkı gösteriyorsun ama kapkara Şeytan’la aşkbazlık ediyorsun.
  • خویشتن را عاشق حق ساختی ** عشق با دیو سیاهی باختی
  • Kıyamet günü aâşıkla mâşuku birbirine bağlarlar da herkesin önüne çıkarıverirler.
  • عاشق و معشوق را در رستخیز ** دو بدو بندند و پیش آرند تیز
  • Sen kendini nasıl oluyor da ahmak, dalgın gösteriyorsun? Üzümün kanı nerede? Sen bizim kanımızı içmişsin!
  • تو چه خود را گیج و بی‌خود کرده‌ای ** خون رز کو خون ما را خورده‌ای
  • Yürü, benden uzaklaş hemen. Ben seni tanımıyorum. Kendini bilmeyen bir ârifim ben, köyün Behlûl’üyüm ben diyorsun ha! 700
  • رو که نشناسم ترا از من بجه ** عارف بی‌خویشم و بهلول ده
  • Allah yakınlığına eriştin de sanat, sanatkârdan ayrı olmaz sanıyorsun ha!
  • تو توهم می‌کنی از قرب حق ** که طبق‌گر دور نبود از طبق
  • Şunu olsun görmez misin? Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.
  • این نمی‌بینی که قرب اولیا ** صد کرامت دارد و کار و کیا
  • Meselâ demir, Davud’un elinde mum oluyor… Hâlbuki senin elinde mum, demir kesiliyor!
  • آهن از داوود مومی می‌شود ** موم در دستت چو آهن می‌بود
  • Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar.
  • قرب خلق و رزق بر جمله‌ست عام ** قرب وحی عشق دارند این کرام
  • Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da! 705
  • قرب بر انواع باشد ای پدر ** می‌زند خورشید بر کهسار و زر
  • Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok!
  • لیک قربی هست با زر شید را ** که از آن آگه نباشد بید را
  • Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki?
  • شاخ خشک و تر قریب آفتاب ** آفتاب از هر دو کی دارد حجاب
  • Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin.
  • لیک کو آن قربت شاخ طری ** که ثمار پخته از وی می‌خوری
  • Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir?
  • شاخ خشک از قربت آن آفتاب ** غیر زوتر خشک گشتن گو بیاب
  • Akıllı, aklın başına gelince pişman olacak bir sarhoşluğa düşme. 710
  • آنچنان مستی مباش ای بی‌خرد ** که به عقل آید پشیمانی خورد
  • O sarhoşlardan ol ki onlar şarap içmeye koyuldular mı olgun akıllar bile onlara hasret çeker.
  • بلک از آن مستان که چون می می‌خورند ** عقلهای پخته حسرت می‌برند
  • Ey kedi gibi kocalmış fareyi tutan, o şaraptan içmiş onunla gıdalanmışsan aslan tut aslan!
  • ای گرفته همچو گربه موش پیر ** گر از آن می شیرگیری شیر گیر
  • Ey hayale kapılıp aslı olmayan kadehten hayal şarabı içen, hakikat sarhoşları gibi sarhoşluk etme, o tarafa sarkıntılıkta bulunma!
  • ای بخورده از خیالی جام هیچ ** همچو مستان حقایق بر مپیچ
  • Sarhoş gibi şu yana, bu yana düşüp durmadasın ama sana bu tarafa yol yok, o tarafa yürü.
  • می‌فتی این سو و آن سو مست‌وار ** ای تو این سو نیستت زان سو گذار
  • O yana yol bulursan ondan sonra bazen bu tarafa salın, bazen o tarafta. 715
  • گر بدان سو راه یابی بعد از آن ** گه بدین سو گه بدان سو سر فشان
  • Tamamıyla bu tarafa mensupken o tarafta dem varma. Madem ölümün gelmemiş, yalan yere can çekişme.
  • جمله این سویی از آن سو کپ مزن ** چون نداری مرگ هرزه جان مکن
  • Fakat ebedî hayata erişen ve ecelden korkmayan Hızır canlı kişi, mahlûku tanımasa da caiz.
  • آن خضرجان کز اجل نهراسد او ** شاید ار مخلوق را نشناسد او
  • Damağını vehmin zevkiyle çeşnilendirir, varlık tulumuna üfürür, kendini havayla şişirip gururlanırsın ama,
  • کام از ذوق توهم خوش کنی ** در دمی در خیک خود پرش کنی
  • Bir iğneyle o yel kaçıp gider. Dilerim akıllı adam, bu çeşit semirmesin!
  • پس به یک سوزن تهی گردی ز باد ** این چنین فربه تن عاقل مباد
  • Kışın kardan testiler yapıyorsun, iyi ama hiç onlar suya dayanır mı? 720
  • کوزه‌ها سازی ز برف اندر شتا ** کی کند چون آب بیند آن وفا
  • Çakalın boyacı küpüne düşüp boyanması ve çakallar arasında tavusluk dâvasına kalkışması
  • افتادن شغال در خم رنگ و رنگین شدن و دعوی طاوسی کردن میان شغالان
  • Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı.
  • آن شغالی رفت اندر خم رنگ ** اندر آن خم کرد یک ساعت درنگ
  • Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı.
  • پس بر آمد پوستش رنگین شده ** که منم طاووس علیین شده
  • Postu boyanmış, pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu.
  • پشم رنگین رونق خوش یافته ** آفتاب آن رنگها بر تافته
  • Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü.
  • دید خود را سبز و سرخ و فور و زرد ** خویشتن را بر شغالان عرضه کرد