English    Türkçe    فارسی   

3
728-777

  • Mimbere çıkmaya, lâfla ulu görünüp bu halkı, kendine meftûn etmeye kalkıştın.
  • شید کردی تا به منبر بر جهی ** تا ز لاف این خلق را حسرت دهی
  • Bir hayli çalıştım, fakat bir aşk, bir hararet görmeyince hileye sapıp utanmazlığı ele aldım” dedi.
  • بس بکوشیدی ندیدی گرمیی ** پس ز شید آورده‌ای بی‌شرمیی
  • Doğruluk ve yanıp yakılma, velilere âdettir. Utanmazlık da her aşağılık kişinin sığındığı bir sanat. 730
  • گرمی آن اولیا و انبیاست ** باز بی‌شرمی پناه هر دغاست
  • Bu suretle neşeliyiz diye halkı kendilerine çekerler ama iç yüzlerine bakılırsa hiç de hoş değildirler.
  • که التفات خلق سوی خود کشند ** که خوشیم و از درون بس ناخوشند
  • Yalan dâvalarda bulunan birisinin her sabah bir kuyruk parçasıyla dudağını, bıyığını yağlayıp “Ben şunu yedim, bunu yedim” diye dostlarının arasına çıkması
  • چرب کردن مرد لافی لب و سبلت خود را هر بامداد به پوست دنبه و بیرون آمدن میان حریفان کی من چنین خورده‌ام و چنان
  • Aşağılık bir adam, bir kuyruk parçası buldu. Her sabah bıyıklarını onunla da yağlar,
  • پوست دنبه یافت شخصی مستهان ** هر صباحی چرب کردی سبلتان
  • Devlet sahiplerinin yanına varıp “Evde yağlı yemek yedim” der,
  • در میان منعمان رفتی که من ** لوت چربی خورده‌ام در انجمن
  • Sözünün doğruluğunu ispat için de, bıyıklarıma bakın gibilerden eliyle bıyıklarını sıvazlar.
  • دست بر سبلت نهادی در نوید ** رمز یعنی سوی سبلت بنگرید
  • “İşte sözümün doğruluğuna şahit... Bıyıklarım, yağlı, yağlı şeyler yediğime delil” demek isterdi. 735
  • کین گواه صدق گفتار منست ** وین نشان چرب و شیرین خوردنست
  • Karnı ise sessiz, sadasız “Allah, yalancıların düzenini kurutsun!
  • اشکمش گفتی جواب بی‌طنین ** که اباد الله کید الکاذبین
  • Senin lâfın bizi ateşlere yaktı. O yağlı bıyığın kökünden kopsun.
  • لاف تو ما را بر آتش بر نهاد ** کان سبال چرب تو بر کنده باد
  • A yoksul, şu kötü dâvan olmasaydı belki bir kerem sahibi bize acırdı.
  • گر نبودی لاف زشتت ای گدا ** یک کریمی رحم افکندی به ما
  • Yahut da noksanını, yoksulluğunu söyleseydin, bu yalanları, bu düzenleri düzüp koşmasaydın, bir doktor çıkarda derdine deva ederdi.” derdi.
  • ور نمودی عیب و کژ کم باختی ** یک طبیبی داروی او ساختی
  • Allah ”Ey eğri adam, kulağını, kuyruğunu sallama. Doğrulara, doğrulukları fayda verir” dedi. 740
  • گفت حق که کژ مجنبان گوش و دم ** ینفعن الصادقین صدقهم
  • A cenabet, mağarada eğri büğrü yatma. Neyin varsa göster, “doğrul, doğru ol”
  • گفت اندر کژ مخسپ ای محتلم ** آنچ داری وا نما و فاستقم
  • Ayıbını söylemiyorsan bari sus, gösterişte, hileyle kendini öldürme!
  • ور نگویی عیب خود باری خمش ** از نمایش وز دغل خود را مکش
  • Bir para elde ettiysen ağzını açma. Yolda sınama taşları var.
  • گر تو نقدی یافتی مگشا دهان ** هست در ره سنگهای امتحان
  • Sınama taşlarının önünde de halli hallerine sınamalar var, onlar da imtihanlara tabi!
  • سنگهای امتحان را نیز پیش ** امتحانها هست در احوال خویش
  • Allah, “Doğumdan bu ana kadar onlara her iki kere sınanırlar” dedi. 745
  • گفت یزدان از ولادت تا بحین ** یفتنون کل عام مرتین
  • Babam, imtihan içinde imtihan var. Derlen toplan da ufacık bir imtihanla kendini satma!
  • امتحان در امتحانست ای پدر ** هین به کمتر امتحان خود را مخر
  • Bâbûr oğlu Bel’am’ın Allah imtihanlarından yüzü ak çıkacağına emin olması
  • آمن بودن بلعم باعور کی امتحانها کرد حضرت او را و از آنها روی سپید آمده بود
  • Bâbûr oğlu Bel’am’la melûn iblis, en son imtihanda alçaldılar.
  • بلعم باعور و ابلیس لعین ** ز امتحان آخرین گشته مهین
  • “O adam da kendi iddiasınca devletli görünürdü ya, fakat midesi, bıyığına lânet eder,
  • او بدعوی میل دولت می‌کند ** معده‌اش نفرین سبلت می‌کند
  • “Yarabbi, şu adamın gizlendiğini sen dışarıya vur, meydana çıkar. Bizi yaktı, yandırdı, sen onu rüsvay et” derdi.
  • کانچ پنهان می‌کند پیدایش کن ** سوخت ما را ای خدا رسواش کن
  • Onun bedeninin bütün cüzleri, ona düşman olmuştu. O, bahardan dem vurdu ama onlar, kışın ta kendisindeydiler. 750
  • جمله اجزای تنش خصم ویند ** کز بهاری لافد ایشان در دیند
  • Adam, ihsandan, keremden dem vururdu ama merhamet dalını, ta kökünden kesmekteydi.
  • لاف وا داد کرمها می‌کند ** شاخ رحمت را ز بن بر می‌کند
  • Ya doğru ol, doğruluğunu göster yahut sus da merhamete eriş, sonra coş!
  • راستی پیش آر یا خاموش کن ** وانگهان رحمت ببین و نوش کن
  • Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor,
  • آن شکم خصم سبال او شده ** دست پنهان در دعا اندر زده
  • “Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.
  • کای خدا رسوا کن این لاف لام ** تا بجنبد سوی ما رحم کرام
  • Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi. 755
  • مستجاب آمد دعای آن شکم ** شورش حاجت بزد بیرون علم
  • Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu da olsam, putperest de olsam ben, yine icabet ederim.
  • گفت حق گر فاسقی و اهل صنم ** چون مرا خوانی اجابتها کنم
  • Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” demiştir.
  • تو دعا را سخت گیر و می‌شخول ** عاقبت برهاندت از دست غول
  • Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü.
  • چون شکم خود را به حضرت در سپرد ** گربه آمد پوست آن دنبه ببرد
  • Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı.
  • از پس گربه دویدند او گریخت ** کودک از ترس عتابش رنگ ریخت
  • Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti. 760
  • آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد
  • Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
  • گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب می‌کردی لبان و سبلتان
  • Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
  • گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
  • Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
  • خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
  • Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
  • دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
  • O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu. 765
  • او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام
  • Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
  • دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
  • O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
  • و آن شغال رنگ‌رنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامت‌گر بکفت
  • “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
  • بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
  • Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
  • چون گلستان گشته‌ام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
  • Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
  • کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
  • Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim. 770
  • مظهر لطف خدایی گشته‌ام ** لوح شرح کبریایی گشته‌ام
  • Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
  • ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
  • Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
  • آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
  • “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
  • پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
  • Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
  • پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوه‌ها دارند اندر گلستان
  • “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. 775
  • تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی
  • ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
  • بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نه‌ای طاووس خواجه بوالعلا
  • Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
  • خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
  • Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
  • تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی می‌کرد