English    Türkçe    فارسی   

3
9-58

  • Sen de ulu Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlandın... Halil’e olduğu gibi sana da ateş gül bahçesi haline geldi.
  • چونک موصوفی باوصاف جلیل ** ز آتش امراض بگذر چون خلیل
  • Ey unsurlar, mizacına köle olan, beş duyguyla altı cihet râm oldu. 10
  • گردد آتش بر تو هم برد و سلام ** ای عناصر مر مزاجت را غلام
  • Her mizacın mayası anasırdır. Fakat senin şu mizacın, her mertebeden üstün.
  • هر مزاجی را عناصر مایه‌است ** وین مزاجت برتر از هر پایه است
  • Senin mizacın, şu yayılmış, şu geniş âlemden birlik vasfını bir araya derleyip toplayıvermiştir.
  • این مزاجت از جهان منبسط ** وصف وحدت را کنون شد ملتقط
  • Ne yazık, halkın anlayış sahası pek dar... Halkın havsalası yok!
  • ای دریغا عرصه‌ی افهام خلق ** سخت تنگ آمد ندارد خلق حلق
  • Fakat ey Hak ziyası, reyindeki isabet ve kudret, o kadar büyüktür ki helvan, taşa bile boğaz verir.
  • ای ضیاء الحق بحذق رای تو ** حلق بخشد سنگ را حلوای تو
  • Tur dağı, tecelliye uğrayınca boğazlandı, şarap içti, hatta o şaraba tahammül edemedi de 15
  • کوه طور اندر تجلی حلق یافت ** تا که می نوشید و می را بر نتافت
  • Yarıldı, zerre zerre oldu. Hiç dağın deve gibi oynadığını gördünüz mü?
  • صار دکا منه وانشق الجبل ** هل رایتم من جبل رقص الجمل
  • Herkes, herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah işidir.
  • لقمه‌بخشی آید از هر کس به کس ** حلق‌بخشی کار یزدانست و بس
  • Allah, cisme de boğaz verir, ruha da. Her uzvuna ayrı, ayrı boğaz bağışlar.
  • حلق بخشد جسم را و روح را ** حلق بخشد بهر هر عضوت جدا
  • Fakat bu ihsanı, kendini ululuğa verdiğin, kötülükten ve hileden arındığın vakit yapar da
  • این گهی بخشد که اجلالی شوی ** وز دغا و از دغل خالی شوی
  • Sen de padişahın sırrını kimseye söylemez, şekeri sineğe sunamazsın. 20
  • تا نگویی سر سلطان را به کس ** تا نریزی قند را پیش مگس
  • Ululuk şarabını o adamın kulağı içer ki sûsen gibi yüzlerce dili olduğu halde dilsizdir.
  • گوش آنکس نوشد اسرار جلال ** کو چو سوسن صدزبان افتاد و لال
  • Allah’ın lütfu, su içsin de yüzlerce ot bitirsin diye toprağa da boğaz ihsan eder.
  • حلق بخشد خاک را لطف خدا ** تا خورد آب و بروید صد گیا
  • Sonra topraktan yaratılan mahlûklara boğaz verir, dudak verir... Onlar da arayıp topraktan biten otları otlarlar.
  • باز خاکی را ببخشد حلق و لب ** تا گیاهش را خورد اندر طلب
  • Hayvan, ot yedi de semirdi mi... insana gıda olur, ortadan kalkar.
  • چون گیاهش خورد حیوان گشت زفت ** گشت حیوان لقمه‌ی انسان و رفت
  • Fakat toprak da, ruh çıktı, insan görüşten ayrıldı mı insanı yiyip sömürür. 25
  • باز خاک آمد شد اکال بشر ** چون جدا شد از بشر روح و بصر
  • Zerreler gördüm: Hepsi ağızlarını açmışlar, gıdalarını söylesem söz uzar gider.
  • ذره‌ها دیدم دهانشان جمله باز ** گر بگویم خوردشان گردد دراز
  • Yaprakların gıdası onun kereminden… Dallara dadı, onun umumi ve şâmil lütfu.
  • برگها را برگ از انعام او ** دایگان را دایه لطف عام او
  • Rızıkların rızkını o vermekte. Buğday, rızıksız nasıl baş gösterir, biter?
  • رزقها را رزقها او می‌دهد ** زانک گندم بی غذایی چون زهد
  • Bu sözün sonu gelmez. Ben, bir miktarını söyledim, öbürlerini sen anlayıver.
  • نیست شرح این سخن را منتهی ** پاره‌ای گفتم بدانی پاره‌ها
  • Bil ki bütün âlem yiyen ve yenenden ibarettir. Hak’la bâki olanları da Hakk’a yönelmiş ve Hakk’ın makbulü olmuş bil. 30
  • جمله عالم آکل و ماکول دان ** باقیان را مقبل و مقبول دان
  • Bu âlem de daima neşre uğrayıp durur, bu âlemdekiler de. O âlemle o âleme gidenlerse daimî ve ebedîdir.
  • این جهان و ساکنانش منتشر ** وان جهان و سالکانش مستمر
  • Bu âlemin de sonu yoktur, bu âleme âşık olanların da. O âlem ehliyse ebedî ve bir aradadır.
  • این جهان و عاشقانش منقطع ** اهل آن عالم مخلد مجتمع
  • Kerem ona derler ki insan, kendisini ebedî kılacak âbıhayatı kendisine versin.
  • پس کریم آنست کو خود را دهد ** آب حیوانی که ماند تا ابد
  • Kerem sahibi, “Bâkıyât-us sâlihat”ın ta kendisidir. Yüzlerce âfetten, tehlikeden korkudan kurtulmuştur.
  • باقیات الصالحات آمد کریم ** رسته از صد آفت و اخطار و بیم
  • Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler. Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki. 35
  • گر هزارانند یک کس بیش نیست ** چون خیالاتی عدد اندیش نیست
  • Yiyenle yenenin boğazı, gırtlağı var… Galiple mağlûbun aklı reyi.
  • آکل و ماکول را حلقست و نای ** غالب و مغلوب را عقلست و رای
  • Allah adalet asâsına boğaz verdi de o kadar sopaları, o kadar ipleri yedi.
  • حلق بخشید او عصای عدل را ** خورد آن چندان عصا و حبل را
  • Öyle olduğu halde o yemeden semirmedi, şişmedi. Yiyişi de hayvan yiyişi değildi, kendisi de hayvan değil.
  • واندرو افزون نشد زان جمله اکل ** زانک حیوانی نبودش اکل و شکل
  • Allah her doğan hayali yesin diye yakına da, asâya verdiği gibi boğaz verdi.
  • مر یقین را چون عصا هم حلق داد ** تا بخورد او هر خیالی را که زاد
  • Âyan gibi maaninin de boğazı vardır… Maaniyi rızıklandıran da Allah’tır. 40
  • پس معانی را چو اعیان حلقهاست ** رازق حلق معانی هم خداست
  • Balıktan aya kadar mahlûkattan hiçbiri yoktur ki gıdayı çekecek, yiyecek ağzı olmasın.
  • پس ز مه تا ماهی هیچ از خلق نیست ** که بجذب مایه او را حلق نیست
  • Nefsin boğazı vesveseden boşaldı mı ululuk vahyine konuk olur.
  • حلق جان از فکر تن خالی شود ** آنگهان روزیش اجلالی شود
  • Fakat bil ki bunun şartı mizacı tebdil etmektir. Çünkü kötülerin ölümü kötü mizaçtandır.
  • شرط تبدیل مزاج آمد بدان ** کز مزاج بد بود مرگ بدان
  • İnsanın mizacı toprak yemeye alışırsa rengi sararır, kötüleşir. İnsan hastalanır, düşkün bir hale gelir.
  • چون مزاج آدمی گل‌خوار شد ** زرد و بدرنگ و سقیم و خوار شد
  • Fakat kötü mizacı değişirse kötülüğü gider, yüzü çırağ gibi parlar. 45
  • چون مزاج زشت او تبدیل یافت ** رفت زشتی از رخش چون شمع تافت
  • Dadı, süt emer çocuğunu türlü, türlü nimetlerden gıdalandırır.
  • دایه‌ای کو طفل شیرآموز را ** تا بنعمت خوش کند پدفوز را
  • Ama çoğunu memeden kesti mi ona yüzlerce bahçelerin, bostanların yolunu açar.
  • گر ببندد راه آن پستان برو ** برگشاید راه صد بستان برو
  • Çünkü meme, o zayıf çocuk için binlerce nimetlerin, binlerce yemeklerin, binlerce ekmeklerin hicabıdır.
  • زانک پستان شد حجاب آن ضعیف ** از هزاران نعمت و خوان و رغیف
  • Hulâsa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselâm.
  • پس حیات ماست موقوف فطام ** اندک اندک جهد کن تم الکلام
  • İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur. 50
  • ون جنین بد آدمی بد خون غذا ** از نجس پاکی برد مومن کذا 
  • Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar.
  • از فطام خون غذااش شیر شد ** وز فطام شیر لقمه‌گیر شد
  • Lokmadan kesildi mi Lokman kesilir, gizli matlûba talip olur.
  • وز فطام لقمه لقمانی شود ** طالب اشکار پنهانی شود
  • Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var…
  • گر جنین را کس بگفتی در رحم ** هست بیرون عالمی بس منتظم
  • Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler.
  • یک زمینی خرمی با عرض و طول ** اندرو صد نعمت و چندین اکول
  • Dağlar, denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar… 55
  • کوهها و بحرها و دشتها ** بوستانها باغها و کشتها
  • Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… Güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı.
  • آسمانی بس بلند و پر ضیا ** آفتاب و ماهتاب و صد سها
  • Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… Bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte.
  • از جنوب و از شمال و از دبور ** باغها دارد عروسیها و سور
  • O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… Sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin?
  • در صفت ناید عجایبهای آن ** تو درین ظلمت چه‌ای در امتحان