English    Türkçe    فارسی   

4
1200-1249

  • Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu. 1200
  • رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد
  • İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
  • محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند
  • Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı... Vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı!
  • ظالمان مردند و ماند آن ظلمها ** وای جانی کو کند مکر و دها
  • Peygamber “Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı” demiştir.
  • گفت پیغامبر خنک آن را که او ** شد ز دنیا ماند ازو فعل نکو
  • İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki... Allah indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir!
  • مرد محسن لیک احسانش نمرد ** نزد یزدان دین و احسان نیست خرد
  • Eyvanlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı... Sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha! 1205
  • وای آنکو مرد و عصیانش نمود ** تا نپنداری به مرگ او جان ببرد
  • Bırak bunu şimdi... Şair, yol üstünde borçlu ve paraya pek ihtiyacı var!
  • این رها کن زانک شاعر بر گذر ** وام‌دارست و قوی محتاج زر
  • Şair önceki ihsana nail olurum ümidiyle söylediği şiiri götürüp padişaha sundu.
  • برد شاعر شعر سوی شهریار ** بر امید بخشش و احسان پار
  • Güzelim incilerle dolu olan o lâtif ve nefis şiiri, evvelki ihsan ve ikramın ümidiyle arz etti.
  • نازنین شعری پر از در درست ** بر امید و بوی اکرام نخست
  • Padişahın âdetiydi, yine âdeti veçhile bin altın verin dedi.
  • شاه هم بر خوی خود گفتش هزار ** چون چنین بد عادت آن شهریار
  • Fakat bu sefer bu cömert vezir yücelik Burak’ına binmiş, dünyadan göçüp gitmişti. 1210
  • لیک این بار آن وزیر پر ز جود ** بر براق عز ز دنیا رفته بود
  • Onun yerine başka birisi vezir olmuştu... Bu vezir pek merhametsiz, pek hasisti.
  • بر مقام او وزیر نو رئیس ** گشته لیکن سخت بی‌رحم و خسیس
  • Dedi ki: Padişahım, masraflarımız var... Bir şaire bu kadar ihsanda bulunmak lâyık değil!
  • گفت ای شه خرجها داریم ما ** شاعری را نبود این بخشش جزا
  • Ben, o şairi bu ihsanın onda on da birinin dörtte biriyle hoşnut ve razı ederim.
  • من به ربع عشر این ای مغتنم ** مرد شاعر را خوش و راضی کنم
  • Oradakiler, önce o, padişahtan tam on bin altın almıştı.
  • خلق گفتندش که او از پیش‌دست ** ده هزاران زین دلاور برده است
  • Şeker yedikten sonra şeker kamışını nasıl çiğner... Padişahtan sonra nasıl olur da dilencilik eder? dediler. 1215
  • بعد شکر کلک خایی چون کند ** بعد سلطانی گدایی چون کند
  • Vezir dedi ki: Ben onu öyle bir sıkarım ki nihayet beklemeden usanır, bizar olur...
  • گفت بفشارم ورا اندر فشار ** تا شود زار و نزار از انتظار
  • Yoldan toprak alıp versem yeşillikten gül yaprağı veriyorum gibi kapar.
  • آنگه ار خاکش دهم از راه من ** در رباید هم‌چو گلبرگ از چمن
  • Bunu bana bırakın... Bu işte üstadım ben; işe girişen ateş bile olsa ben yatıştırmasını bilirim!
  • این به من بگذار که استادم درین ** گر تقاضاگر بود هر آتشین
  • Süreyya yıldızından saraya dek uçsa yine beni görünce yumuşar!
  • از ثریا گر بپرد تا ثری ** نرم گردد چون ببیند او مرا
  • Padişah, peki dedi... Ne yaparsan yap, hüküm senin. Yalnız onu sevindir, çünkü bizim iyiliğimizi söyler. 1220
  • گفت سلطانش برو فرمان تراست ** لیک شادش کن که نیکوگوی ماست
  • Vezir, onu da, onun gibi daha iki yüz tane ümitlenip duran kişiyi de bana bırak sen, dedi.
  • گفت او را و دو صد اومیدلیس ** تو به من بگذار این بر من نویس
  • Vezir, şairi bekletti durdu... Kış geldi geçti de bahar geldi!
  • پس فکندش صاحب اندر انتظار ** شد زمستان و دی و آمد بهار
  • Şair bekleye bekleye ihtiyarladı... Bu dertle, bu tedbirle âdeta zebun oldu.
  • شاعر اندر انتظارش پیر شد ** پس زبون این غم و تدبیر شد
  • Dedi ki: Altın yoksa bari bana söv de canımı kurtar, kölen olayım!
  • گفت اگر زر نه که دشنامم دهی ** تا رهد جانم ترا باشم رهی
  • Bekleme beni öldürdü, bari git de, yoksul canım rehinden kurtulsun! 1225
  • انتظارم کشت باری گو برو ** تا رهد این جان مسکین از گرو
  • Nihayet vezir, şaire o bin altının onda birinin tam dörtte birini, yani yirmi beş altın verdi... Şair derin bir düşünceye daldı.
  • بعد از آنش داد ربع عشر آن ** ماند شاعر اندر اندیشه‌ی گران
  • Kendi kendisine önce verilen ihsan, hem peşindi, hem de o kadar çoktu. Bu ise hem geç açıldı, hem de açılınca gördüm ki bir deste diken, dedi.
  • کانچنان نقد و چنان بسیار بود ** این که دیر اشکفت دسته‌ی خار بود
  • Şaire dediler ki: O cömert vezir dünyadan gitti, Allah rahmet etsin!
  • پس بگفتندش که آن دستور راد ** رفت از دنیا خدا مزدت دهاد
  • O ihsan, onun yüzünden kat kat artmıştı... Onun zamanında ihsanlarda yanlışlık pek az olurdu.
  • که مضاعف زو همی‌شد آن عطا ** کم همی‌افتاد بخشش را خطا
  • Şimdi o gitti, ihsanı da beraber götürdü... O ölmedi, doğrucası kerem ve ihsan öldü! 1230
  • این زمان او رفت و احسان را ببرد ** او نمرد الحق بلی احسان بمرد
  • O cömert, o akıllı vezir geçip gitti. Yoksulların derisini yüzen bu vezir gelip çattı.
  • رفت از ما صاحب راد و رشید ** صاحب سلاخ درویشان رسید
  • Yürü, bunu al da hemencecik bu gece buradan kaç... Yoksa bu inatçı, seni yakalar, elindekini de alır!
  • رو بگیر این را و زینجا شب گریز ** تا نگیرد با تو این صاحب‌ستیز
  • Senin bizim çalışmamızdan haberin bile yok... Biz, ondan bu hediyeyi de yüzlerce hileye başvurduk da aldık!
  • ما به صد حیلت ازو این هدیه را ** بستدیم ای بی‌خبر از جهد ما
  • Şair, yüzünü onlara çevirdi de dedi ki: “Ey beni esirgeyenler, bu kötü vezirler nereden geldi?
  • رو بایشان کرد و گفت ای مشفقان ** از کجا آمد بگویید این عوان
  • Bu insanın elbiselerini soyan vezirin adı ne? Söyleyin bana! Onlar adı “Hasan” dediler. 1235
  • چیست نام این وزیر جامه‌کن ** قوم گفتندش که نامش هم حسن
  • Şair, Yarabbi dedi... Onun adı da Hasan, bunun adı da... Ey din Rabbi, yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir oluyor.
  • گفت یا رب نام آن و نام این ** چون یکی آمد دریغ ای رب دین
  • Onun adı Hasan... Fakat onun kaleminin bir yazısıyla yüzlerce cömert kişi padişaha vezir ve muhasip olabilirdi...
  • آن حسن نامی که از یک کلک او ** صد وزیر و صاحب آید جودخو
  • Bunun adı da Hasan... Fakat bu Hasan’ın çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin!
  • این حسن کز ریش زشت این حسن ** می‌توان بافید ای جان صد رسن
  • Padişah, böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini de rezil rüsvay eder, devletini de!
  • بر چنین صاحب چو شه اصغا کند ** شاه و ملکش را ابد رسوا کند
  • Bu alçak vezirin, padişahın adamlığını bozma hususundaki kötü reyi Firavun’un kabiliyetini bozan veziri Haman’ın rey ve tedbirine benzer
  • مانستن بدرایی این وزیر دون در افساد مروت شاه به وزیر فرعون یعنی هامان در افساد قابلیت فرعون
  • Firavun, Musa’nın sözlerini işittikçe kaç defa yumuşadı, ram oldu. 1240
  • چند آن فرعون می‌شد نرم و رام ** چون شنیدی او ز موسی آن کلام
  • Musa’nın sözleri, öyle sözlerdi ki o eşsiz sözlerin güzelliğini duysa, taştan süt akardı.
  • آن کلامی که بدادی سنگ شیر ** از خوشی آن کلام بی‌نظیر
  • Fakat huyu kinden ibaret olan veziri Haman’la görüşüp danışınca,
  • چون بهامان که وزیرش بود او ** مشورت کردی که کینش بود خو
  • Haman, ona “Şimdiye kadar padişahtın... Şimdi bir yamalı hırka giyenin hilesine kapılıp kul mu oldun?” derdi.
  • پس بگفتی تا کنون بودی خدیو ** بنده گردی ژنده‌پوشی را بریو
  • Bu söz, mancınıktan atılan taş gibi gelir, Firavun’un sırçadan yapılma sarayını kırıverirdi!
  • هم‌چو سنگ منجنیقی آمدی ** آن سخن بر شیشه خانه‌ی او زدی
  • Güzel sözlü Kelîm’in yüz gün uğraşıp yaptığını o, bir anda yıkar giderdi! 1245
  • هر چه صد روز آن کلیم خوش‌خطاب ** ساختی در یک‌دم او کردی خراب
  • Senin aklın da vezirdir ve heva ve hevesine mağlûptur... Vücudun da Allah yolunu kesip durmaktadır...
  • عقل تو دستور و مغلوب هواست ** در وجودت ره‌زن راه خداست
  • Allah’a mensup bir öğütçü, sana öğüt verse o sözü, bir hileyle tesirsiz bırakmakta;
  • ناصحی ربانیی پندت دهد ** آن سخن را او به فن طرحی نهد
  • Bu, yerinde bir söz değil, kendine gel de yerinden, yurdundan olma... İş öyle değil, kendine gel, delirme demektedir.
  • کین نه بر جایست هین از جا مشو ** نیست چندان با خود آ شیدا مشو
  • Vay o padişaha ki veziri budur... Her ikisinin yeri de kin güden cehennemdir.
  • وای آن شه که وزیرش این بود ** جای هر دو دوزخ پر کین بود