English    Türkçe    فارسی   

4
1791-1840

  • Şeytanları, o gönüllerin beğendikleri ruhları kıskandıklarından gökten böyle baş aşağı atarlar...
  • آن ز رشک روحهای دل‌پسند ** از فلکشان سرنگون می‌افکنند
  • Artık çolak, topal, kör ve sağır değilsen ulu ve yüce ruhlara karşı bu zanda bulunma...
  • تو اگر شلی و لنگ و کور و کر ** این گمان بر روحهای مه مبر
  • Utan, az söylen, can çekişme... Cismi gözeten, sırlarını anlayan nice casus var!
  • شرم دار و لاف کم زن جان مکن ** که بسی جاسوس هست آن سوی تن
  • Allah doktorlarının, müridin ve yabancının yüzünden, sesinin tonundan, gözünün renginden din ve gönüllerdeki hastalığı anlamaları. Bu şöyle dursun, gönül yolundan da anlarlar; çünkü onlar kalp casuslarıdır. Onlarla oturunca doğru yürekle oturun!
  • دریافتن طبیبان الهی امراض دین و دل را در سیمای مرید و بیگانه و لحن گفتار او و رنگ چشم او و بی این همه نیز از راه دل کی انهم جواسیس القلوب فجالسوهم بالصدق
  • Bu beden doktorları pek bilgilidirler... Senin hastalıklarını senden daha iyi bilirler!
  • این طبیبان بدن دانش‌ورند ** بر سقام تو ز تو واقف‌ترند
  • İdrara bakıp ahvalini anlar... Fakat sen; hastalığını o tarzda bilemez, teşhis edemezsin. 1795
  • تا ز قاروره همی‌بینند حال ** که ندانی تو از آن رو اعتلال
  • Sonra nabızdan benizden, kandan da her türlü hastalığın kokusunu alırlar.
  • هم ز نبض و هم ز رنگ و هم ز دم ** بو برند از تو بهر گونه سقم
  • Âlemdeki Allah doktorları, artık sen söylemeden nasıl olur da halini anlamazlar senin?
  • پس طبیبان الهی در جهان ** چون ندانند از تو بی‌گفت دهان
  • Nabzından da gözünden de, benzinin renginden de, sende derhal yüzlerce hastalık bulur, anlarlar.
  • هم ز نبضت هم ز چشمت هم ز رنگ ** صد سقم بینند در تو بی‌درنگ
  • Beden doktorları, doktorluğu yeni öğrenmişlerdir zaten... Onlar, hastalığı teşhis için idrara vesaireye muhtaçtır.
  • این طبیبان نوآموزند خود ** که بدین آیاتشان حاجت بود
  • Fakat kâmil, Allah doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derinlerine kadar girerler! 1800
  • کاملان از دور نامت بشنوند ** تا به قعر باد و بودت در دوند
  • Hatta sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görürler!
  • بلک پیش از زادن تو سالها ** دیده باشندت ترا با حالها
  • Ebuyezid’in, Hasan Harkani’nin, Allah ruhlarını kutlasın, doğacağını yıllarca önce müjdelemesi. Onun suret ve siretine ait nişaneleri birer birer söylemesi ve tarihçilerin, tahkik için bunları yazmaları
  • مژده دادن ابویزید از زادن ابوالحسن خرقانی قدس الله روحهما پیش از سالها و نشان صورت او سیرت او یک به یک و نوشتن تاریخ‌نویسان آن در جهت رصد
  • Bayezid’in Ebulhasan’ın halini daha evvelce nasıl gördüğünü duymadın mı?
  • آن شنیدی داستان بایزید ** که ز حال بوالحسن پیشین چه دید
  • Bir gün o takva sultanı, dervişleriyle sahradan geçerken,
  • روزی آن سلطان تقوی می‌گذشت ** با مریدان جانب صحرا و دشت
  • Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.
  • بوی خوش آمد مر او را ناگهان ** در سواد ری ز سوی خارقان
  • Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı. 1805
  • هم بدانجا ناله‌ی مشتاق کرد ** بوی را از باد استنشاق کرد
  • Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
  • بوی خوش را عاشقانه می‌کشید ** جان او از باد باده می‌چشید
  • Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
  • کوزه‌ای کو از یخابه پر بود ** چون عرق بر ظاهرش پیدا شود
  • O, havanın soğukluğundan meydana gelir... Yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
  • آن ز سردی هوا آبی شدست ** از درون کوزه نم بیرون نجست
  • Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... İşte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!
  • باد بوی‌آور مر او را آب گشت ** آب هم او را شراب ناب گشت
  • Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip 1810
  • چون درو آثار مستی شد پدید ** یک مرید او را از آن دم بر رسید
  • Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
  • پس بپرسیدش که این احوال خوش ** که برونست از حجاب پنج و شش
  • Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
  • گاه سرخ و گاه زرد و گه سپید ** می‌شود رویت چه حالست و نوید
  • Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
  • می‌کشی بوی و به ظاهر نیست گل ** بی‌شک از غیبست و از گلزار کل
  • Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
  • ای تو کام جان هر خودکامه‌ای ** هر دم از غیبت پیام و نامه‌ای
  • Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte. 1815
  • هر دمی یعقوب‌وار از یوسفی ** می‌رسد اندر مشام تو شفا
  • Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
  • قطره‌ای بر ریز بر ما زان سبو ** شمه‌ای زان گلستان با ما بگو
  • Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
  • خو نداریم ای جمال مهتری ** که لب ما خشک و تو تنها خوری
  • Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
  • ای فلک‌پیمای چست چست‌خیز ** زانچ خوردی جرعه‌ای بر ما بریز
  • Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
  • میر مجلس نیست در دوران دگر ** جز تو ای شه در حریفان در نگر
  • Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder! 1820
  • کی توان نوشید این می زیردست ** می یقین مر مرد را رسواگرست
  • Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
  • بوی را پوشیده و مکنون کند ** چشم مست خویشتن را چون کند
  • Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
  • خود نه آن بویست این که اندر جهان ** صد هزاران پرده‌اش دارد نهان
  • O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
  • پر شد از تیزی او صحرا و دشت ** دشت چه کز نه فلک هم در گذشت
  • Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!
  • این سر خم را به کهگل در مگیر ** کین برهنه نیست خود پوشش‌پذیر
  • Ey sırlar bilen sır söyleyici, seni avlayanı lütfet, söyle! 1825
  • لطف کن ای رازدان رازگو ** آنچ بازت صید کردش بازگو
  • Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
  • گفت بوی بوالعجب آمد به من ** هم‌چنانک مر نبی را از یمن
  • Muhammet demiştir ki. Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte.
  • که محمد گفت بر دست صبا ** از یمن می‌آیدم بوی خدا
  • Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
  • بوی رامین می‌رسد از جان ویس ** بوی یزدان می‌رسد هم از اویس
  • Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!
  • از اویس و از قرن بوی عجب ** مر نبی را مست کرد و پر طرب
  • Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu! 1830
  • چون اویس از خویش فانی گشته بود ** آن زمینی آسمانی گشته بود
  • Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
  • آن هلیله‌ی پروریده در شکر ** چاشنی تلخیش نبود دگر
  • Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... Yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
  • آن هلیله‌ی رسته از ما و منی ** نقش دارد از هلیله طعم نی
  • Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb âleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا چه گفت از وحی غیب آن شیرمرد
  • Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in “Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım” demesi
  • قول رسول صلی الله علیه و سلم انی لاجد نفس الرحمن من قبل الیمن
  • Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... Bu köyden bir padişah geliyor!
  • گفت زین سو بوی یاری می‌رسد ** کاندرین ده شهریاری می‌رسد
  • Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... Otağını göklere kuracak! 1835
  • بعد چندین سال می‌زاید شهی ** می‌زند بر آسمانها خرگهی
  • Yüzü Allah’ın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... Makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
  • رویش از گلزار حق گلگون بود ** از من او اندر مقام افزون بود
  • Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... Onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
  • چیست نامش گفت نامش بوالحسن ** حلیه‌اش وا گفت ز ابرو و ذقن
  • Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
  • قد او و رنگ او و شکل او ** یک به یک واگفت از گیسو و رو
  • İç huylarını, manevi sıfatlarını... Ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.
  • حلیه‌های روح او را هم نمود ** از صفات و از طریقه و جا و بود
  • Ten şekli, ten gibi iğretidir... Ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer! 1840
  • حلیه‌ی تن هم‌چو تن عاریتیست ** دل بر آن کم نه که آن یک ساعتیست