English    Türkçe    فارسی   

4
2187-2236

  • O her müşkülle seni oyalar... Kendi kötü tabiatına karşı gaflete daldırır.
  • تا ترا مشغول آن مشکل کند ** وز نهاد زشت خود غافل کند
  • Tam akılıyla yarı akıllının, tam adamla yarı adamın ve hiçbir şey olmayan mağrur kötü kişinin alâmetleri
  • علامت عاقل تمام و نیم‌عاقل و مرد تمام و نیم‌مرد و علامت شقی مغرور لاشی
  • Akıllı ona derler ki elinde meşalesi vardır... Kafilenin önünde gider, onlara kılavuzluk eder.
  • عاقل آن باشد که او با مشعله‌ست ** او دلیل و پیشوای قافله‌ست
  • O önde giden kendi nuruna uymuş, onun ardına düşmüştür... O kendinden geçmiş bir halde yola düşüp giden, kendisine tabidir.
  • پیرو نور خودست آن پیش‌رو ** تابع خویشست آن بی‌خویش‌رو
  • O kendisine inanmıştır... Sizde onun canının yayıldığı nura, o nur âlemince inanın. 2190
  • مومن خویشست و ایمان آورید ** هم بدان نوری که جانش زو چرید
  • Yarım akıllıda kendisine bir akıllıyı göz etmiş, göz diye bu akıllıyı bilmiş tanımıştır.
  • دیگری که نیم‌عاقل آمد او ** عاقلی را دیده‌ی خود داند او
  • Körün kendisini yedene sarılması gibi ona el atmıştır... Bu suretle onunla göz sahibi olmuş, çevikleşmiş ululaşmıştır.
  • دست در وی زد چو کور اندر دلیل ** تا بدو بینا شد و چست و جلیل
  • Bir arpa ağırlığınca bile aklı olmayan eşeğe gelince: Hem aklı yoktur, hem akıllıyı terk etmiştir.
  • وآن خری کز عقل جوسنگی نداشت ** خود نبودش عقل و عاقل را گذاشت
  • Az, çok... Bir yol da bilmez. Fakat yine de bir kılavuzun ardına düşmekten sıkılır, arlanıp utanır.
  • ره نداند نه کثیر و نه قلیل ** ننگش آید آمدن خلف دلیل
  • Upuzun, uçsuz bucaksız çöllerde gâh topallayıp meyus olarak, gâh koşup yortarak gider durur. 2195
  • می‌رود اندر بیابان دراز ** گاه لنگان آیس و گاهی بتاز
  • Bir kandil yoktur ki önünde tutsun, önünü görsün... Hatta yarım bir ışık bile bulamaz ki ondan bir nur dilensin.
  • شمع نه تا پیشوای خود کند ** نیم شمعی نه که نوری کد کند
  • Aklı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin.
  • نیست عقلش تا دم زنده زند ** نیم‌عقلی نه که خود مرده کند
  • O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin!
  • مرده‌ی آن عاقل آید او تمام ** تا برآید از نشیب خود به بام
  • Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir... Sözü diri bir akıllıya sığın.
  • عقل کامل نیست خود را مرده کن ** در پناه عاقلی زنده‌سخن
  • Böyle olmayan adam diri değildir ki İsa’ya hemdem olsun... Ölü değildir ki İsa’nın ölüleri dirilten nefesine mazhar olsun. 2200
  • زنده نی تا همدم عیسی بود ** مرده نی تا دمگه عیسی شود
  • Kör canı her yana adım atar, sıçrar durur ama bir türlü kurtulamaz.
  • جان کورش گام هر سو می‌نهد ** عاقبت نجهد ولی بر می‌جهد
  • Gölcük, gölcükte balık avlayanlar, birisi akıllı, öbürü yarı akıllı, üçüncüsü de mağrur, aptal, gafil ve değersiz üç balıkla akıbetleri
  • قصه‌ی آن آبگیر و صیادان و آن سه ماهی یکی عاقل و یکی نیم عاقل وان دگر مغرور و ابله مغفل لاشی و عاقبت هر سه
  • A inatçı, bu, içinde üç büyük balık bulunan gölcüğün hikâyesine benzer.
  • قصه‌ی آن آبگیرست ای عنود ** که درو سه ماهی اشگرف بود
  • “Kelile” de okumuşsundur ama o kabuktan ibarettir, bu anlatışımızsa canın ta içidir.
  • در کلیله خوانده باشی لیک آن ** قشر قصه باشد و این مغز جان
  • Birkaç balıkçı, o gölcüğün yanından geçtiler, o balıkları gördüler.
  • چند صیادی سوی آن آبگیر ** برگذشتند و بدیدند آن ضمیر
  • Derhal koşup ağ getirmeye gittiler. Balıklar bunu anladılar... 2205
  • پس شتابیدند تا دام آورند ** ماهیان واقف شدند و هوشمند
  • İçlerinden akıllı olan yola düştü; hiç de gidilmesi istenmeyen o güç yola yürüdü.
  • آنک عاقل بود عزم راه کرد ** عزم راه مشکل ناخواه کرد
  • Bunlarla danışmayayım dedi türlü, türlü fikirlerde bulunur, azmimi gevşetirler.
  • گفت با اینها ندارم مشورت ** که یقین سستم کنند از مقدرت
  • Yurtlarının sevgisine kapılırlar; tembellikleri, bilgisizlikleri bana da sirayet eder.
  • مهر زاد و بوم بر جانشان تند ** کاهلی و جهلشان بر من زند
  • Danışmak için bir iyi ve diri kişi lâzım ki seni de diriltsin, fakat nerede öyle bir diri?
  • مشورت را زنده‌ای باید نکو ** که ترا زنده کند وان زنده کو
  • Ey yolcu yolcuyla danış, kadınla değil... Çünkü kadının reyi seni topal eder. 2210
  • ای مسافر با مسافر رای زن ** زانک پایت لنگ دارد رای زن
  • Vatan sevgisinden dem vurma; durma, yürü... Vatan oradadır, burada değil canım efendim!
  • از دم حب الوطن بگذر مه‌ایست ** که وطن آن سوست جان این سوی نیست
  • Vatan istiyorsan ırmağın o tarafına geç... Bu doğru hadisi eğri ve yanlış okuma!
  • گر وطن خواهی گذر آن سوی شط ** این حدیث راست را کم خوان غلط
  • Abdest alanın yıkadığı uzuvlarda dua okunmasının sırrı
  • سر خواندن وضو کننده اوراد وضو را
  • Hadiste abdest alınırken yıkanan her uzuv için ayrı dua rivayet edilmiştir.
  • در وضو هر عضو را وردی جدا ** آمدست اندر خبر بهر دعا
  • Burnunu yıkar, burnuna su çekerken gani Allahtan cennet kokusu iste.
  • چونک استنشاق بینی می‌کنی ** بوی جنت خواه از رب غنی
  • İste de bu koku, seni cennete çeksin götürsün... Gül kokusu gül bahçesinin delilidir. 2215
  • تا ترا آن بو کشد سوی جنان ** بوی گل باشد دلیل گلبنان
  • Abdest bozduktan sonra yıkanırken de okunacak virt edilecek dua şudur: Yarabbi sen beni bu pislikten arıt.
  • چونک استنجا کنی ورد و سخن ** این بود یا رب تو زینم پاک کن
  • Benim elin buraya yetişti, burasını yıkadı... Elim canımı yıkamada gevşek.
  • دست من اینجا رسید این را بشست ** دستم اندر شستن جانست سست
  • Adam olmayanların canları, ihsanınla adam olmuştur... Canlara erişen, senin lütuf ve kerem elindir.
  • ای ز تو کس گشته جان ناکسان ** دست فضل تست در جانها رسان
  • Ben aşağılık bir kişiyim... Buna kudretim yetişti. Ey kerem sahibi Allah, arıtmaya kudretim olmayan iç pisliğimi de sen temizle!
  • حد من این بود کردم من لیم ** زان سوی حد را نقی کن ای کریم
  • Rabbim ben pislikten derimi yıkadım, arıttım... İçimi de hâdiselerden sen yıka, arıt! 2220
  • از حدث شستم خدایا پوست را ** از حوادث تو بشو این دوست را
  • Birisinin abdest bozduktan sonra yıkanırken, temizlenirken okunacak olan “Allah’ım, beni tövbe edenlerden ve iyice temizlenenlerden et” duasını okuyacak yerde abdest alırken buruna su verildiği sırada okunan “Allah’ım sen bana cennet kokusunu koklat” duasını okuması ve duyan bir azizin dayanamaması
  • شخصی به وقت استنجا می‌گفت اللهم ارحنی رائحة الجنه به جای آنک اللهم اجعلنی من التوابین واجعلنی من المتطهرین کی ورد استنجاست و ورد استنجا را به وقت استنشاق می‌گفت عزیزی بشنید و این را طاقت نداشت
  • Birisi abdest bozduktan sonra temizlerken “Yarabbi, beni cennet kokusu ile eş et” diye dua etti.
  • آن یکی در وقت استنجا بگفت ** که مرا با بوی جنت دار جفت
  • Birisi duyup dedi ki: “Güzel dua ettin ama deliği kaybetmişsin!
  • گفت شخصی خوب ورد آورده‌ای ** لیک سوراخ دعا گم کرده‌ای
  • Bu dua, abdeste buruna su verilirken okunacak dua... Sen burun duasını oturak yerini yıkarken okuyordun!”
  • این دعا چون ورد بینی بود چون ** ورد بینی را تو آوردی به کون
  • Hür kişi cennet kokusunu burnundan duyar... Hiç oturak yerinden cennet kokusu gelir mi?
  • رایحه‌ی جنت ز بینی یافت حر ** رایحه‌ی جنت کم آید از دبر
  • Ey aptal kişilere karşı alçaklık gösterip de padişahlara karşı ululanan, 2225
  • ای تواضع برده پیش ابلهان ** وی تکبر برده تو پیش شهان
  • O ululuk, aşağılık adamlara karşı olursa güzeldir, iyidir... Fakat kendine gel, tersine hareket etme; bu, senin yolunu bağlar!
  • آن تکبر بر خسان خوبست و چست ** هین مرو معکوس عکسش بند تست
  • Gül, burun için bitti, yetişti... A hoyrat adam koku almak burnun işidir.
  • از پی سوراخ بینی رست گل ** بو وظیفه‌ی بینی آمد ای عتل
  • Ey yiğit, gül kokusu burun içindir... Bu aşağıdaki delik, o kokunun yeri değildir.
  • بوی گل بهر مشامست ای دلیر ** جای آن بو نیست این سوراخ زیر
  • Hiç buradan sana cennet kokusu gelir mi? Sana koku lazımsa yerinden ara!
  • کی ازین جا بوی خلد آید ترا ** بو ز موضع جو اگر باید ترا
  • Bunun gibi “Vatanı sevmek imandandır” hadisi de doğru ama hocam, önce iyice vatanı tanı! 2230
  • هم‌چنین حب الوطن باشد درست ** تو وطن بشناس ای خواجه نخست
  • O akıllı balık dedi ki: Bir yol bulayım da gönlümü şunlarla danışmadan, şunların reyine uymadan çekip çevireyim.
  • گفت آن ماهی زیرک ره کنم ** دل ز رای و مشورتشان بر کنم
  • Kendine gel şimdi danışma zamanı değil; yola düş... Ali gibi kuyuya ah et.
  • نیست وقت مشورت هین راه کن ** چون علی تو آه اندر چاه کن
  • O ahın mahremi pek azdır... Geceleri git, hem de bekçi gibi gizlice yürü.
  • محرم آن آه کم‌یابست بس ** شب رو و پنهان‌روی کن چون عسس
  • Bu gölcükten denize doğru git... Denizi ara, şu girdabı bırak.
  • سوی دریا عزم کن زین آب‌گیر ** بحر جو و ترک این گرداب گیر
  • Göğsünü ayak yaptı da yola düştü... Çekingen balık, o tehlikeli yerden ta nur denizine kadar yürüdü, denize ulaştı. 2235
  • سینه را پا ساخت می‌رفت آن حذور ** از مقام با خطر تا بحر نور
  • Ardına köpek düşen ceylan, hayatından bir damar bile kalsa koşar ya... İşte o da onun gibi koşmaktaydı.
  • هم‌چو آهو کز پی او سگ بود ** می‌دود تا در تنش یک رگ بود