English    Türkçe    فارسی   

4
2844-2893

  • Tanrıya inanan, yaratıcıyı inkar ettin... geceyle gündüzü getirip götüren ve rızk veren Tanrıya münkir oldun, dedi.
  • گفت منکر گشته‌ای خلاق را ** روز و شب آرنده و رزاق را
  • Filozof ben dedi... delilsiz sözü dinlemem, taklide ancak ahmak olan kapılır! 2845
  • گفت بی برهان نخواهم من شنید ** آنچ گولی آن به تقلیدی گزید
  • Hadi delilini göster... yoksa bu âlemde delilsiz söz dinlemem ben!
  • هین بیاور حجت و برهان که من ** نشنوم بی حجت این را در زمن
  • Mümin dedi ki: Delil, canımdadır... canımın içinde gizli delilim var!
  • گفت حجت در درون جانمست ** در درون جان نهان برهانمست
  • Senin gözün zayıftır, hilâli göremezsin; fakat ben görüyorum, bana kızma.
  • تو نمی‌بینی هلال از ضعف چشم ** من همی بینم مکن بر من تو خشم
  • Dedikodu uzadıkça uzadı... dinleyenlerde bu bezenmiş âlemin başına, sonuna hayran olup kaldılar.
  • گفت و گو بسیار گشت و خلق گیج ** در سر و پایان این چرخ پسیج
  • Mümin,dostum dedi... gönlümde bir delil var... bence, bu, âlemin sonradan yaratıldığına bir alâmet! 2850
  • گفت یارا در درونم حجتیست ** بر حدوث آسمانم آیتیست
  • İyice inanmışım... inancımın nişanesi de şu: İyice inanan ateşe bile girse,
  • من یقین دارم نشانش آن بود ** مر یقین‌دان را که در آتش رود
  • Aşıklardaki aşk sırrı gibi ona bir ziyan gelmez, yanmaz, mahvolmaz!
  • در زبان می‌ناید آن حجت بدان ** هم‌چو حال سر عشق عاشقان
  • Sözlerinin sırrı, ancak yüzümün sarılığından, zayıflığından anlaşılır.
  • نیست پیدا سر گفت و گوی من ** جز که زردی و نزاری روی من
  • Yanaklara akan kanlı göz yaşları, sevgilinin güzelliğine delildir.
  • اشک و خون بر رخ روانه می‌دود ** حجت حسن و جمالش می‌شود
  • Filozof, ben halkın hepsine de delil olamayan bu şeylere ehemmiyet vermem, bunları delil saymam, dedi. 2855
  • گفت من اینها ندانم حجتی ** که بود در پیش عامه آیتی
  • Mümin dedi ki: Kalp akçe ile halis akçe bahse girişseler... halis akçe, sen kalpsın; ben halisim, iyiyim dese,
  • گفت چون قلبی و نقدی دم زنند ** که تو قلبی من تکویم ارجمند
  • Son sınama ateştir... bu iki arkadaş ateşe düştüler mi?
  • هست آتش امتحان آخرین ** کاندر آتش در فتند این دو قرین
  • Halkın ileri gidenleri de hallerini anlar, alelâde olanları da... herkes, şüpheden kurtulur, onların ne olduklarını iyice anlar bilir.
  • عام و خاص از حالشان عالم شوند ** از گمان و شک سوی ایقان روند
  • Canım, su ve ateş de gizli olan halis akçayla kalpı sınamak, için yaratılmıştır.
  • آب و آتش آمد ای جان امتحان ** نقد و قلبی را که آن باشد نهان
  • Sen ve ben... ikimiz de ateşe girelim... bu işe şaşıp kalanlara bakî bir delil olalım! 2860
  • تا من و تو هر دو در آتش رویم ** حجت باقی حیرانان شویم
  • Ben de, sen de birden denize dalalım... çünkü ben de bu halka bir delilim sen de!
  • تا من و تو هر دو در بحر اوفتیم ** که من و تو این کره را آیتیم
  • Öyle yaptılar; ateşe girdiler... ikisi de kendilerini kızgın ateşe attılar.
  • هم‌چنان کردند و در آتش شدند ** هر دو خود را بر تف آتش زدند
  • Tanrı var diye iddia eden kurtuldu öbür haramzade yandı, mahvoldu.
  • از خدا گوینده مرد مدعی ** رست و سوزید اندر آتش آن دعی
  • Bu haberi müezzinden duy... ham ruhun körlüğünü bir kat daha arttırır!
  • از مذن بشنو این اعلام را ** کوری افزون‌روان خام را
  • Ecelle,ölümle Mustafa’nın adı yanmamıştır... çünkü o adın sahibi ileriden ileriydi uludan ulu! 2865
  • که نسوزیدست این نام از اجل ** کش مسمی صدر بودست و اجل
  • Bu devirde bahse girişenlerin yüz binlercesi münkirlerin perdelerini yırtmıştır.
  • صد هزاران زین رهان اندر قران ** بر دریده پرده‌های منکران
  • Müminle filozof bu işe karar verdiler... mucizelerin devam ettiği zuhur etti; doğru olan galip oldu... bu cevaptan
  • چون گرو بستند غالب شد صواب ** در دوام و معجزات و در جواب
  • Anladım ki âlemin evveli vardır, bu gök kubbe sonradan yaratılmıştır diyen haklıdır.
  • فهم کردم کانک دم زد از سبق ** وز حدوث چرخ پیروزست و حق
  • Münkirin getirdiği delilin yüzü daima sarıdır... o inkârın doğruluğuna nerede bir nişane?
  • حجت منکر هماره زردرو ** یک نشان بر صدق آن انکار کو
  • Münkirlerin övüldüğü bir minare nerede? Alemde böyle bir minare göster bana da onların doğruluğuna nişane olsun. 2870
  • یک مناره در ثنای منکران ** کو درین عالم که تا باشد نشان
  • Hani nerede bir mimber ki oraya birisi çıksın da bir münkirin zamanını ansın.
  • منبری کو که بر آنجا مخبری ** یاد آرد روزگار منکری
  • Paraların üstüne basılan peygamber adları, kıyamete kadar onların doğruluğuna alâmettir.
  • روی دینار و درم از نامشان ** تا قیامت می‌دهد زین حق نشان
  • Padişahların paraları değişir durur.. fakat Ahmed’in parası, kıyamete dek sürer gider!
  • سکه‌ی شاهان همی گردد دگر ** سکه‌ی احمد ببین تا مستقر
  • Altın olsun, gümüş olsun... bir paranın üstünde bir münkirin adını gösterene!
  • بر رخ نقره و یا روی زری ** وا نما بر سکه نام منکری
  • Hadi bunu mucize sayma! Peki bir de güneş gibi apaydın olan ve adına Ümmül Kitap denen yüz dilli Kuran’a bak! 2875
  • خود مگیر این معجز چون آفتاب ** صد زبان بین نام او ام‌الکتاب
  • Kimsenin ondan bir harfi çalmaya, yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi var, ne kudreti!
  • زهره نی کس را که یک حرفی از آن ** یا بدزدد یا فزاید در بیان
  • Üstünün dostu ol ki üstün olasın... kendine gel be hey azgın, mağluplara dost olma!
  • یار غالب شو که تا غالب شوی ** یار مغلوبان مشو هین ای غوی
  • Münkirin delili, ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum!
  • حجت منکر همین آمد که من ** غیر این ظاهر نمی‌بینم وطن
  • Hiç düşünmez ki nerede bir görünen şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir.
  • هیچ نندیشد که هر جا ظاهریست ** آن ز حکمتهای پنهان مخبریست
  • Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarda gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir. 2880
  • فایده‌ی هر ظاهری خود باطنیست ** هم‌چو نفع اندر دواها کامنست
  • “Gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri hak üzere yarattım” yani onları yalnız görün diye değil,sizin görmediğiniz mâna ve bakî olan bir hikmet için yarattım âyetinin tefsiri
  • تفسیر این آیت کی و ما خلقنا السموات والارض و ما بینهما الا بالحق نیافریدمشان بهر همین کی شما می‌بینید بلک بهر معنی و حکمت باقیه کی شما نمی‌بینید آن را
  • Hiçbir ressam var mıdır ki yaptığı resmi, hiçbir menfaat ümidi gözetmeden yalnız resim yapmak için yapsın.
  • هیچ نقاشی نگارد زین نقش ** بی امید نفع بهر عین نقش
  • Hem resim yapmak için yapar, hem de uluların büyüklerin bir vesile ile kederlerinden kurtulmalarını ister.
  • بلک بهر میهمانان و کهان ** که به فرجه وارهند از اندهان
  • Çocukların neşelenmesini, bu resimle ölüp gitmiş dostların, dostlar tarafından hatırlanmasını diler.
  • شادی بچگان و یاد دوستان ** دوستان رفته را از نقش آن
  • Hiçbir testici yoktur ki içine su konmasını düşünmeden testisini, sırf testi yapmak için yapsın!
  • هیچ کوزه‌گر کند کوزه شتاب ** بهر عین کوزه نه بر بوی آب
  • Hiçbir kâseci yoktur ki kaseyi ancak kâse olmak için yapsın da içine yemek konmak için yapmasın! 2885
  • هیچ کاسه گر کند کاسه تمام ** بهر عین کاسه نه بهر طعام
  • Hiçbir hattat yoktur ki özene bezene yazdığı yazıyı yalnız yazısını, yazısının güzelliğini göstermek için yazsın da okumak için yazmasın.
  • هیچ خطاطی نویسد خط به فن ** بهر عین خط نه بهر خواندن
  • Görünen suret gayp âlemindeki surete delâlet eder, o da başka bir gayp suretinden vücut bulmuştur.
  • نقش ظاهر بهر نقش غایبست ** وان برای غایب دیگر ببست
  • Böylece bunları, görüşünün miktarınca ta üçüncü dördüncü, onuncu surete kadar say dur.
  • تا سوم چارم دهم بر می‌شمر ** این فواید را به مقدار نظر
  • Oğul bunla, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasını ondan sonrakinde gör.
  • هم‌چو بازیهای شطرنج ای پسر ** فایده‌ی هر لعب در تالی نگر
  • Bu oyunu, o gizli oyunu oynamak için, onu da diğer bir oyun için... nihayet o oyunu da bir başka oyun için oynarlar. 2890
  • این نهادند بهر آن لعب نهان ** وان برای آن و آن بهر فلان
  • Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de ta karşındakini mat edip oyunu kazanıncaya dek ne oyunlar oynayacaksan hepsini gör.
  • هم‌چنین دیده جهات اندر جهات ** در پی هم تا رسی در برد و مات
  • Merdiven basamaklarına çıkmak için önce birincisine, sonra ikincisine basmak lazım.
  • اول از بهر دوم باشد چنان ** که شدن بر پایه‌های نردبان
  • İkincisi de bil ki üçüncüsüne çıkmak için kurulmuştur... böyle, böyle merdivenin son basamağına çıkar dama varırsın.
  • و آن دوم بهر سوم می‌دان تمام ** تا رسی تو پایه پایه تا به بام