English    Türkçe    فارسی   

4
3010-3059

  • Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da! 3010
  • هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** هم‌چنانک تلخ و شیرین از ندا
  • Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
  • ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
  • Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
  • مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
  • Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
  • ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
  • Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
  • خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
  • Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy. 3015
  • پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب
  • Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
  • موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
  • Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
  • چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشه‌هااش یافت خوبی و نظام
  • Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
  • داس بگرفت و مر آن را می‌برید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
  • Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
  • که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را می‌بری
  • Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum. 3020
  • گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست
  • Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
  • دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
  • Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
  • نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب می‌کند در بیختن
  • Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
  • گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
  • Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
  • گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
  • Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da. 3025
  • در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیره‌ی گلناک هست
  • Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
  • این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
  • Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vâcip.
  • واجبست اظهار این نیک و تباه ** هم‌چنانک اظهار گندمها ز کاه
  • Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
  • بهر اظهارست این خلق جهان ** تا نماند گنج حکمتها نهان
  • Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli... bunu duy da cevherini kaybetme, meydana çıkar!
  • کنت کنزا کنت مخفیا شنو ** جوهر خود گم مکن اظهار شو
  • Hayvani ruhla cüz’i akıl,vehim ve hayal ayrana benzer..bakî olan ruhsa bu ayranda gizli olan yağa
  • بیان آنک روح حیوانی و عقل جز وی و وهم و خیال بر مثال دوغند و روح کی باقیست درین دوغ هم‌چون روغن پنهانست
  • Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da gizlidir. 3030
  • جوهر صدقت خفی شد در دروغ ** هم‌چو طعم روغن اندر طعم دوغ
  • O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
  • آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
  • Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
  • سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
  • Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
  • تا فرستد حق رسولی بنده‌ای ** دوغ را در خمره جنباننده‌ای
  • Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
  • تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
  • Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer. 3035
  • یا کلام بنده‌ای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست
  • Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
  • اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
  • Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
  • هم‌چنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
  • Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
  • ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
  • Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
  • دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
  • Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye. 3040
  • دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست
  • Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
  • آنک بی‌تعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست
  • Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile söyler.
  • یا چو آدم کرده تلقینش خدا ** بی‌حجاب مادر و دایه و ازا
  • Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
  • یا مسیحی که به تعلیم ودود ** در ولادت ناطق آمد در وجود
  • Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını anlatmak için dile gelir.
  • از برای دفع تهمت در ولاد ** که نزادست از زنا و از فساد
  • Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın! 3045
  • جنبشی بایست اندر اجتهاد ** تا که دوغ آن روغن از دل باز داد
  • Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak dikmiştir.
  • روغن اندر دوغ باشد چون عدم ** دوغ در هستی برآورده علم
  • Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok mu?Asıl var olan odur işte!
  • آنک هستت می‌نماید هست پوست ** وآنک فانی می‌نماید اصل اوست
  • Yağlanmamış, eskimemiş ayranın varsa dövüp yağını çıkarmadıkça sakın harcama!
  • دوغ روغن ناگرفتست و کهن ** تا بنگزینی بنه خرجش مکن
  • Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiğini meydana çıkarsın.
  • هین بگردانش به دانش دست دست ** تا نماید آنچ پنهان کرده است
  • Çünkü bu fâni olan şey, bakînin delilidir... nitekim sarhoşların yalvarmaları da sâkiye delildir! 3050
  • زآنک این فانی دلیل باقیست ** لابه‌ی مستان دلیل ساقیست
  • Buna dair başka bir misâl
  • مثال دیگر هم درین معنی
  • Bayraklardaki aslanların hareketi, gizli bir yelin varlığından haber verir.
  • هست بازیهای آن شیر علم ** مخبری از بادهای مکتتم
  • Yeller esmeseydi ölü aslan havada nasıl olur da hareket ederdi?
  • گر نبودی جنبش آن بادها ** شیر مرده کی بجستی در هوا
  • Aslanın hareketlerinden rüzgârın sabah yeli, yahut cenup rüzgârı olduğunu anlarsın... bu hareket, o gizli rüzgârı anlatır.
  • زان شناسی باد را گر آن صباست ** یا دبورست این بیان آن خفاست
  • Şu beden de bayraktaki aslana benzer... düşünce onu her an oynatır durur!
  • این بدن مانند آن شیر علم ** فکر می‌جنباند او را دم به دم
  • Doğudan gelen düşünce sabah yelidir... batıdan gelen ufunetli cenup yeli! 3055
  • فکر کان از مشرق آید آن صباست ** وآنک از مغرب دبور با وباست
  • Bu düşünce yelinin doğuşu, başka doğudur... bu düşünce yelinin batısı, o yandadır!
  • مشرق این باد فکرت دیگرست ** مغرب این باد فکرت زان سرست
  • Ay cansızdır, doğusu da cansız... fakat gönlün doğusu canlar canının canıdır!
  • مه جمادست و بود شرقش جماد ** جان جان جان بود شرق فاد
  • Gündüzün doğan şu güneş yok mu... iç âlemini aydınlatan güneşin doğuşundan bir kabuktur, onun bir aksidir ancak!
  • شرق خورشیدی که شد باطن‌فروز ** قشر و عکس آن بود خورشید روز
  • Çünkü ten, can yalımı olmadı mı ölür gider... artık onca ne gündüz vardır, ne gece!
  • زآنک چون مرده بود تن بی‌لهب ** پیش او نه روز بنماید نه شب