English    Türkçe    فارسی   

5
1436-1485

  • Söz söylemeyi bir insandan beller. Fakat bir duducuk, bundan başka insandan ne bilebilir, ne elde edebilir ki?
  • از بشر بگرفت منطق یک به یک  ** از بشر جز این چه داند طوطیک 
  • Velinin beden aynasında da kötülüklerle dolu olan mürit, tıpkı bunun gibi kendisini görür.
  • هم‌چنان در آینه‌ی جسم ولی  ** خویش را بیند مردی ممتلی 
  • Fakat söz ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Küll-ü nereden görecek?
  • از پس آیینه عقل کل را  ** کی ببیند وقت گفت و ماجرا 
  • O sanır ki insan söylüyor. Halbuki bu, başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur.
  • او گمان دارد که می‌گوید بشر  ** وان گر سرست و او زان بی‌خبر 
  • Söz söylemeyi belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Halbuki o, bu sırra eş değildir, bir dududur, bunu bilemez. 1440
  • حرف آموزد ولی سر قدیم  ** او نداند طوطی است او نی ندیم 
  • Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın yapabileceği bir şeydir.
  • هم صفیر مرغ آموزند خلق  ** کین سخن کار دهان افتاد و حلق 
  • Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki manadan haberi bile yoktur. Kuş dilini ancak bakışı hoş Süleyman bilir.
  • لیک از معنی مرغان بی‌خبر  ** جز سلیمان قرانی خوش‌نظر 
  • Nice kişiler de dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle parlatır.
  • حرف درویشان بسی آموختند  ** منبر و محفل بدان افروختند 
  • Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da sonunda Tanrı rahmeti onlara yol gösterir.
  • یا به جز آن حرفشان روزی نبود  ** یا در آخر رحمت آمد ره نمود 
  • Gönül sahibinin biri, gebe bir köpek gördü. Yavruları karnında havlamaktaydı. Köpeğin havlaması bekçilik etmek içindir dedi, halbuki ana karnında bekçilik olmaz. Sonra köpek havlaması, imdat istemeye, süt istemeye ve saireyse delalet eder. Ana karnındaysa bunların hiçbir faydası yoktur. Bu ne iş? Şaşırmış bir haldeyken kendisine gelince Tanrıya münacatta bulundu, "Bunu,Tanrımdan başka kimse bilmez"dedi. Tanrıdan şu cevap geldi: Bu, hicaptan çıkamamış, can gözleri açılmamış olduğu halde görgü sahibi olduklarını davaya kalkışanların, bu hususta söz söyleyenlerin halidir. Bu davadan ve bu sözlerden ne bir kuvvete sahip olurlar, ne bir yardıma, ne de dinleyenleri doğru yola götürebilirler.
  • صاحب‌دلی دید سگ حامله در شکم آن سگ‌بچگان بانگ می‌کردند در تعجب ماند کی حکمت بانگ سگ پاسبانیست بانگ در اندرون شکم مادر پاسبانی نیست و نیز بانگ جهت یاری خواستن و شیر خواستن باشد و غیره و آنجا هیچ این فایده‌ها نیست چون به خویش آمد با حضرت مناجات کرد و ما یعلم تاویله الا الله جواب آمد کی آن صورت حال قومیست از حجاب بیرون نیامده و چشم دل باز ناشده دعوی بصیرت کنند و مقالات گویند از آن نی ایشان را قوتی و یاریی رسد و نه مستمعان را هدایتی و رشدی 
  • Birisi çiledeyken rüyasında, bir yolda gebe bir köpek gördü. 1445
  • آن یکی می‌دید خواب اندر چله  ** در رهی ماده سگی بد حامله 
  • Ansızın Köpeğin karnındaki enciklerin havladığını duydu. Encikler ortada yoktu.
  • ناگهان آواز سگ‌بچگان شنید  ** سگ‌بچه اندر شکم بد ناپدید 
  • Köpek Yavruları ana karnında nasıl havlar diye bir hayli şaştı.
  • بس عجب آمد ورا آن بانگها  ** سگ‌بچه اندر شکم چون زد ندا 
  • Hiç köpek enciği anasının karnında nasıl havlar? Alemde bunu kim görmüştür?
  • سگ‌بچه اندر شکم ناله کنان  ** هیچ‌کس دیدست این اندر جهان 
  • Uykudan uyanıp kendine gelince şaşkınlığı an be an artıyordu.
  • چون بجست از واقعه آمد به خویش  ** حیرت او دم به دم می‌گشت بیش 
  • Çilede kimse yoktu ki düğümü çözsün? Bu işi ancak yüce ve ulu Tanrı tapısından halledebilirdi. 1450
  • در چله کس نی که گردد عقده حل  ** جز که درگاه خدا عز و جل 
  • Dedi ki: Yarabbi, bu müşkül is, bu dedikodu nedir? Çilemde şaşırdım seni zikretmeden kaldım.
  • گفت یا رب زین شکال و گفت و گو  ** در چله وا مانده‌ام از ذکر تو 
  • Kanadımı aç da uçayım, zikir bahçesine ve elmalıklarına gideyim.
  • پر من بگشای تا پران شوم  ** در حدیقه‌ی ذکر و سیبستان شوم 
  • Hatiften derhal ses geldi: Bu, bil ki bilgisizlerin lafına benzer.
  • آمدش آواز هاتف در زمان  ** که آن مثالی دان ز لاف جاهلان 
  • Örtüden, perdeden dışarı çıkmamış, gözü bağlı. Fakat yine de beyhude yere söylenip durur.
  • کز حجاب و پرده بیرون نامده  ** چشم بسته بیهده گویان شده 
  • Ana karnında köpek enciğinin havlaması beyhudedir. Ne ava yarar, ne gece bekçiliğine. 1455
  • بانگ سگ اندر شکم باشد زیان  ** نه شکارانگیز و نه شب پاسبان 
  • Kurt görmemiş ki onu kovsun. Hırsız gelmemiş ki onu kovalasın.
  • گرگ نادیده که منع او بود  ** دزد نادیده که دفع او شود 
  • Harislikten ve baş olma sevdasından bakışı görgüsüzdü, fakat laf söylemede atılgan.
  • از حریصی وز هوای سروری  ** در نظر کند و بلافیدن جری 
  • Müşteri bulma havasına kapılmış, hararetli bir halde, fakat gözü kapalı olarak işe girişmiş.
  • از هوای مشتری و گرم‌دار  ** بی بصیرت پا نهاده در فشار 
  • Ayı görmeden nişaneleri söylemede, köylüyü bu suretle aykırı bir anlayışa sürmede.
  • ماه نادیده نشانها می‌دهد  ** روستایی را بدان کژ می‌نهد 
  • Müşteri bulmak için, mevki kazanmak için ayı görmediği halde ondan yüzlerce nişane vermede. 1460
  • از برای مشتری در وصف ماه  ** صد نشان نادیده گوید بهر جاه 
  • Kâr veren müşteri, tektir. Fakat onlar, bu müşteri hakkında şüphe ve zan içindedirler.
  • مشتری کو سود دارد خود یکیست  ** لیک ایشان را درو ریب و شکیست 
  • Hiçbir ululuğu, hiçbir değeri olmayan müşteriye hava satar bu adamlar.
  • از هوای مشتری بی‌شکوه  ** مشتری را باد دادند این گروه 
  • Bizim müşterimiz Tanrıdır, “Allah satın alır.” Artık sende her müşterinin derdine düşme, kurtul bu işten.
  • مشتری ماست الله اشتری  ** از غم هر مشتری هین برتر آ 
  • Seni arayan müşteriyi ara, senin başlangıcını ve sonunu bilen müşteriyi bul.
  • مشتریی جو که جویان توست  ** عالم آغاز و پایان توست 
  • Kendine gel. Her müşteriye el atma. İki sevgiliyi sevmek kötüdür. 1465
  • هین مکش هر مشتری را تو به دست  ** عشق‌بازی با دو معشوقه بدست 
  • O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme kabiliyeti yoktur.
  • زو نیابی سود و مایه گر خرد  ** نبودش خود قیمت عقل و خرد 
  • O, yarım nal parasına bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut ve lâl gösteriyorsun.
  • نیست او را خود بهای نیم نعل  ** تو برو عرضه کنی یاقوت و لعل 
  • Şeytan, nasıl kendisini taslanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır.
  • حرص کورت کرد و محرومت کند  ** دیو هم‌چون خویش مرجومت کند 
  • O, azapçı Şeytan, Fil ashabı ile Lut kavmini nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.
  • هم‌چنانک اصحاب فیل و قوم لوط  ** کردشان مرجوم چون خود آن سخوط 
  • Müşteriyi, sabredenler bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar. 1470
  • مشتری را صابران در یافتند  ** چون سوی هر مشتری نشتافتند 
  • Kim o müşteriden yüz çevirirse o adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de.
  • آنک گردانید رو زان مشتری  ** بخت و اقبال و بقا شد زو بری 
  • Darvan’lilar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.
  • ماند حسرت بر حریصان تا ابد  ** هم‌چو حال اهل ضروان در حسد 
  • Darvan'lıların Babamız, bönlüğünden bahçenin hasılatından çoğunu yoksullara verirdi. Üzüm oldu mu, onda birini, kuru üzüm yapıldı mı onda birini, helva ve paluze pişirildi mi onda birini, harman toplanıp başaklar yığın yapıldı mı onda birini, harman döğüldü mü onda birini, samanla karışık buğdayın onda birini, buğday samandan ayrıldı mı onda birini, öğütülüp un oldu mu onda birini, hamur yoğruldu mu onda birini, ekmek yapıldı mı yine onda birini verirdi deyip yoksullara haset etmeleri. Ulu Tanrı, bu yüzden o bahçeye, tarlaya bir bereket vermişti ki bütün bahçe sahipleri, o bahçeyle tarlanın sahibine muhtaç olurlar, hem meyve, hem de para isterlerdi. Halbuki o bahçe ve tarla sahibi, onların hiçbirine muhtaç olmazdı. Adamın oğulları, tekrar tekrar onda bir verişi görüyorlardı da, o bereketi görmüyorlardı, hani o kadın gibi... Eşeğin aletini gördü de kabağı göremediydi ya!
  • قصه‌ی اهل ضروان و حسد ایشان بر درویشان کی پدر ما از سلیمی اغلب دخل باغ را به مسکینان می‌داد چون انگور بودی عشر دادی و چون مویز و دوشاب شدی عشر دادی و چون حلوا و پالوده کردی عشر دادی و از قصیل عشر دادی و چون در خرمن می‌کوفتی از کفه‌ی آمیخته عشر دادی و چون گندم از کاه جدا شدی عشر دادی و چون آرد کردی عشر دادی و چون خمیر کردی عشر دادی و چون نان کردی عشر دادی لاجرم حق تعالی در آن باغ و کشت برکتی نهاده بود کی همه اصحاب باغها محتاج او بدندی هم به میوه و هم به سیم و او محتاج هیچ کس نی ازیشان فرزندانشان خرج عشر می‌دیدند منکر و آن برکت را نمی‌دیدند هم‌چون آن زن بدبخت که کدو را ندید و خر را دید 
  • Temiz bir Tanrı adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü.
  • بود مردی صالحی ربانیی  ** عقل کامل داشت و پایان دانیی 
  • Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı.
  • در ده ضروان به نزدیک یمن  ** شهره اندر صدقه و خلق حسن 
  • Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun civarına gelirlerdi. 1475
  • کعبه‌ی درویش بودی کوی او  ** آمدندی مستمندان سوی او 
  • Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mi tekrar,
  • هم ز خوشه عشر دادی بی‌ریا  ** هم ز گندم چون شدی از که جدا 
  • Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
  • آرد گشتی عشر دادی هم از آن  ** نان شدی عشر دگر دادی ز نان 
  • Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
  • عشر هر دخلی فرو نگذاشتی  ** چارباره دادی زانچ کاشتی 
  • O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;
  • بس وصیتها بگفتی هر زمان  ** جمع فرزندان خود را آن جوان 
  • Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın. 1480
  • الله الله قسم مسکین بعد من  ** وا مگیریدش ز حرص خویشتن 
  • Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
  • تا بماند بر شما کشت و ثمار  ** در پناه طاعت حق پایدار 
  • Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de.
  • دخلها و میوه‌ها جمله ز غیب  ** حق فرستادست بی‌تخمین و ریب 
  • Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
  • در محل دخل اگر خرجی کنی  ** درگه سودست سودی بر زنی 
  • Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.
  • ترک اغلب دخل را در کشت‌زار  ** باز کارد که ویست اصل ثمار 
  • Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez. 1485
  • بیشتر کارد خورد زان اندکی  ** که ندارد در بروییدن شکی