English    Türkçe    فارسی   

5
1472-1521

  • Darvan’lilar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.
  • ماند حسرت بر حریصان تا ابد  ** هم‌چو حال اهل ضروان در حسد 
  • Darvan'lıların Babamız, bönlüğünden bahçenin hasılatından çoğunu yoksullara verirdi. Üzüm oldu mu, onda birini, kuru üzüm yapıldı mı onda birini, helva ve paluze pişirildi mi onda birini, harman toplanıp başaklar yığın yapıldı mı onda birini, harman döğüldü mü onda birini, samanla karışık buğdayın onda birini, buğday samandan ayrıldı mı onda birini, öğütülüp un oldu mu onda birini, hamur yoğruldu mu onda birini, ekmek yapıldı mı yine onda birini verirdi deyip yoksullara haset etmeleri. Ulu Tanrı, bu yüzden o bahçeye, tarlaya bir bereket vermişti ki bütün bahçe sahipleri, o bahçeyle tarlanın sahibine muhtaç olurlar, hem meyve, hem de para isterlerdi. Halbuki o bahçe ve tarla sahibi, onların hiçbirine muhtaç olmazdı. Adamın oğulları, tekrar tekrar onda bir verişi görüyorlardı da, o bereketi görmüyorlardı, hani o kadın gibi... Eşeğin aletini gördü de kabağı göremediydi ya!
  • قصه‌ی اهل ضروان و حسد ایشان بر درویشان کی پدر ما از سلیمی اغلب دخل باغ را به مسکینان می‌داد چون انگور بودی عشر دادی و چون مویز و دوشاب شدی عشر دادی و چون حلوا و پالوده کردی عشر دادی و از قصیل عشر دادی و چون در خرمن می‌کوفتی از کفه‌ی آمیخته عشر دادی و چون گندم از کاه جدا شدی عشر دادی و چون آرد کردی عشر دادی و چون خمیر کردی عشر دادی و چون نان کردی عشر دادی لاجرم حق تعالی در آن باغ و کشت برکتی نهاده بود کی همه اصحاب باغها محتاج او بدندی هم به میوه و هم به سیم و او محتاج هیچ کس نی ازیشان فرزندانشان خرج عشر می‌دیدند منکر و آن برکت را نمی‌دیدند هم‌چون آن زن بدبخت که کدو را ندید و خر را دید 
  • Temiz bir Tanrı adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü.
  • بود مردی صالحی ربانیی  ** عقل کامل داشت و پایان دانیی 
  • Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı.
  • در ده ضروان به نزدیک یمن  ** شهره اندر صدقه و خلق حسن 
  • Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun civarına gelirlerdi. 1475
  • کعبه‌ی درویش بودی کوی او  ** آمدندی مستمندان سوی او 
  • Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mi tekrar,
  • هم ز خوشه عشر دادی بی‌ریا  ** هم ز گندم چون شدی از که جدا 
  • Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
  • آرد گشتی عشر دادی هم از آن  ** نان شدی عشر دگر دادی ز نان 
  • Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
  • عشر هر دخلی فرو نگذاشتی  ** چارباره دادی زانچ کاشتی 
  • O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;
  • بس وصیتها بگفتی هر زمان  ** جمع فرزندان خود را آن جوان 
  • Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın. 1480
  • الله الله قسم مسکین بعد من  ** وا مگیریدش ز حرص خویشتن 
  • Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
  • تا بماند بر شما کشت و ثمار  ** در پناه طاعت حق پایدار 
  • Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de.
  • دخلها و میوه‌ها جمله ز غیب  ** حق فرستادست بی‌تخمین و ریب 
  • Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
  • در محل دخل اگر خرجی کنی  ** درگه سودست سودی بر زنی 
  • Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.
  • ترک اغلب دخل را در کشت‌زار  ** باز کارد که ویست اصل ثمار 
  • Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez. 1485
  • بیشتر کارد خورد زان اندکی  ** که ندارد در بروییدن شکی 
  • Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez.
  • زان بیفشاند به کشتن ترک دست  ** که آن غله‌ش هم زان زمین حاصل شدست 
  • Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır.
  • کفشگر هم آنچ افزاید ز نان  ** می‌خرد چرم و ادیم و سختیان 
  • Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı rızkım bunlarla açılıyor der.
  • که اصول دخلم اینها بوده‌اند  ** هم ازینها می‌گشاید رزق بند 
  • Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona sarf eder.
  • دخل از آنجا آمدستش لاجرم  ** هم در آنجا می‌کند داد و کرم 
  • Fakat bu yer ve deri, ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Tanrıdan bil. 1490
  • این زمین و سختیان پرده‌ست و بس  ** اصل روزی از خدا دان هر نفس 
  • Elde ettiğin karı, elde ettiğin yere ekersen birine karşılık yüz bin elde edersin.
  • چون بکاری در زمین اصل کار  ** تا بروید هر یکی را صد هزار 
  • Tutalım şimdi sebep sandığın yere tohumu ektin.
  • گیرم اکنون تخم را گر کاشتی  ** در زمینی که سبب پنداشتی 
  • İki üç yıl o tohum bitmez, mahsul vermezse ne yaparsın? Tanrıya yalvarmadan el açıp dua etmeden başka elinden ne gelir?
  • چون دو سه سال آن نروید چون کنی  ** جز که در لابه و دعا کف در زنی 
  • Tanrı huzurunda elini başına vurursun. Bu el ve baş, bu çırpınış, rızkı onun verdiğine tanıktır.
  • دست بر سر می‌زنی پیش اله  ** دست و سر بر دادن رزقش گواه 
  • Bu suretle anlar bilirsin ki rızkın aslının aslı, odur. Rızık arayan da onu arar. 1495
  • تا بدانی اصل اصل رزق اوست  ** تا همو را جوید آنک رزق‌جوست 
  • Rızkı ondan ara, Zeyd’den, Amr’dan değil. Sarhoşluğu ondan iste esrardan, şaraptan değil.
  • رزق از وی جو مجو از زید و عمرو  ** مستی از وی جو مجو از بنگ و خمر 
  • Zenginliği defineden, hazineden, maldan mülkten değil, ondan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil ondan iste.
  • توانگری زو خو نه از گنج و مال  ** نصرت از وی خواه نه از عم و خال 
  • Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman kimi çağırıyor, kimden imdat istiyordun, bir düşün!
  • عاقبت زینها بخواهی ماندن  ** هین کرا خواهی در آن دم خواندن 
  • Şimdi de onu çağır, ondan başkalarını bırak. bırak da cihan mülküne varis ol.
  • این دم او را خوان و باقی را بمان  ** تا تو باشی وارث ملک جهان 
  • Bir zaman gelecek ki “adam, kardeşinden kaçacak”, oğul babasından ürkecek. 1500
  • چون یفر المرء آید من اخیه  ** یهرب المولود یوما من ابیه 
  • O anda her dost, düşman kesilecek. Çünkü onlar, senin putundu, yoluna mani oluyordu.
  • زان شود هر دوست آن ساعت عدو  ** که بت تو بود و از ره مانع او 
  • Yüzünü nakkaştan çevirmiştin ve nakşa tutmuştun. Çünkü gönlün, o suretle hoşlanıyor, o nakışla avunuyordu.
  • روی از نقاش رو می‌تافتی  ** چون ز نقشی انس دل می‌یافتی 
  • Şimdi de dostların seninle zıt olurlar, senden yüz çevirip sana düşmanlığa kalkışırlarsa,
  • این دم ار یارانت با تو ضد شوند  ** وز تو برگردند و در خصمی روند 
  • Hemencecik de ki: İşte, günün aydın oldu. Yarın olacak şey bu günden oluverdi.
  • هین بگو نک روز من پیروز شد  ** آنچ فردا خواست شد امروز شد 
  • Buradakiler hep bana zıt oldular. Kıyamette böyle olacaktı ya, bu hal, bana daha önce gelip çattı. 1505
  • ضد من گشتند اهل این سرا  ** تا قیامت عین شد پیشین مرا 
  • Günümü onlarla geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden ne olduklarını anladım.
  • پیش از آنک روزگار خود برم  ** عمر با ایشان به پایان آورم 
  • Eğer bu hal olmasaydı ayıplı bir kumaş satın almış olacaktın. Şükürler olsun ki o kumasın ayıplı olduğunu daha önceden öğrendin.
  • کاله‌ی معیوب بخریده بدم  ** شکر کز عیبش بگه واقف شدم 
  • Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi anladım, yoksa yine sonunda o kumasın ayıbı meydana çıkacaktı.
  • پیش از آن کز دست سرمایه شدی  ** عاقبت معیوب بیرون آمدی 
  • Mal da gidecekti ömür de. Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da.
  • مال رفته عمر رفته ای نسیب  ** ماه و جان داده پی کاله‌ی معیب 
  • Malımı mülkümü verip kalp para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım. 1510
  • رخت دادم زر قلبی بستدم  ** شاد شادان سوی خانه می‌شدم 
  • Şükürler olsun ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı.
  • شکر کین زر قلب پیدا شد کنون  ** پیش از آنک عمر بگذشتی فزون 
  • Yoksa kalp, ta sona kadar boynumda kalacaktı. Bos yere de ömrümü zayi edecektim.
  • قلب ماندی تا ابد در گردنم  ** حیف بودی عمر ضایع کردنم 
  • Mademki paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.
  • چون بگه‌تر قلبی او رو نمود  ** پای خود زو وا کشم من زود زود 
  • Dostun, sana düşmanlık eder, hasedini, kinini dışarıya vursa,
  • یار تو چون دشمنی پیدا کند  ** گر حقد و رشک او بیرون زند 
  • Senden yüz çevirdiği için feryat etme. Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme. 1515
  • تو از آن اعراض او افغان مکن  ** خویشتن را ابله و نادان مکن 
  • Tanrıya şükret yoksullara ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın.
  • بلک شکر حق کن و نان بخش کن  ** که نگشتی در جوال او کهن 
  • Ebedi ve doğru bir dost aramak üzere çuvalından tez çıktın.
  • از جوالش زود بیرون آمدی  ** تا بجویی یار صدق سرمدی 
  • Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.
  • نازنین یاری که بعد از مرگ تو  ** رشته‌ی یاری او گردد سه تو 
  • O dost, ya padişahtır, yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen bir kuldur.
  • آن مگر سلطان بود شاه رفیع  ** یا بود مقبول سلطان و شفیع 
  • Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun düzenini riyasını gördün. 1520
  • رستی از قلاب و سالوس و دغل  ** غر او دیدی عیان پیش از اجل 
  • Eğer alemde halkın sana su cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır.
  • این جفای خلق با تو در جهان  ** گر بدانی گنج زر آمد نهان