English    Türkçe    فارسی   

5
1744-1793

  • O manevi rızktan binlerce okka yemek yesen yine pak ve tüy gibi hafif olarak gidersin.
  • گر هزاران رطل لوتش می‌خوری  ** می‌روی پاک و سبک هم‌چون پری 
  • O yemek, sen de ne yel yapar, ne kulunç, ne de mide ağrısı verir. 1745
  • که نه حبس باد و قولنجت کند  ** چارمیخ معده آهنجت کند 
  • Az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen geğirmeye başlar, imtila olursun.
  • گر خوری کم گرسنه مانی چو زاغ  ** ور خوری پر گیرد آروغت دماغ 
  • Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşır, nobranlaşırsın. Çok yersen bedenin imtilaya müstahak olur.
  • کم خوری خوی بد و خشکی و دق  ** پر خوری شد تخمه را تن مستحق 
  • Fakat Tanrı taamından, o lezzetli rızktan denizler kadar ye, yine de gemi gibi yürü yüz.
  • از طعام الله و قوت خوش‌گوار  ** بر چنان دریا چو کشتی شو سوار 
  • Oruca sarıl, sabret, orucu terk etme, her an Tanrı Rızkını bekle.
  • باش در روزه شکیبا و مصر  ** دم به دم قوت خدا را منتظر 
  • Çünkü o işi gücü güzel Tanrı, bekleyenlere hediyeler verir. 1750
  • که آن خدای خوب‌کار بردبار  ** هدیه‌ها را می‌دهد در انتظار 
  • Tok adam ekmek beklemez. Ekmeği yiyeceği ister er gelsin ister geç.
  • انتظار نان ندارد مرد سیر  ** که سبک آید وظیفه یا که دیر 
  • Aç adam daima nerede der durur. Açlıkla bekler, araştırır.
  • بی‌نوا هر دم همی گوید که کو  ** در مجاعت منتظر در جست و جو 
  • Beklemezsen o yetmiş kat devlet ve ikbal nevalesi sana gelmez.
  • چون نباشی منتظر ناید به تو  ** آن نواله‌ی دولت هفتاد تو 
  • Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle.
  • ای پدر الانتظار الانتظار  ** از برای خوان بالا مردوار 
  • Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur. 1755
  • هر گرسنه عاقبت قوتی بیافت  ** آفتاب دولتی بر وی بتافت 
  • Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir.
  • ضیف با همت چو ز آشی کم خورد  ** صاحب خوان آش بهتر آورد 
  • Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi Rızk vericiye kötü zanda bulunma.
  • جز که صاحب خوان درویشی لیم  ** ظن بد کم بر به رزاق کریم 
  • Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da günesin ilk ışığı sana vursun.
  • سر برآور هم‌چو کوهی ای سند  ** تا نخستین نور خور بر تو زند 
  • Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.
  • که آن سر کوه بلند مستقر  ** هست خورشید سحر را منتظر 
  • Ne hoştu bu dünya, ölüm olmasaydı: ne hoştu dünya mülk, zevali gelmeseydi diyen ve bu çeşit abes sözler söyleyen gafil kişiye cevap
  • جواب آن مغفل کی گفته است کی خوش بودی این جهان اگر مرگ نبودی وخوش بودی ملک دنیا اگر زوالش نبودی و علی هذه الوتیرة من الفشارات 
  • Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi. 1760
  • آن یکی می‌گفت خوش بودی جهان  ** گر نبودی پای مرگ اندر میان 
  • Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı.
  • آن دگر گفت ار نبودی مرگ هیچ  ** که نیرزیدی جهان پیچ‌پیچ 
  • Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi.
  • خرمنی بودی به دشت افراشته  ** مهمل و ناکوفته بگذاشته 
  • Halbuki sen asil ölümü dirilik sandın, tohumu çorak yere ektin.
  • مرگ را تو زندگی پنداشتی  ** تخم را در شوره خاکی کاشتی 
  • Yalancı akıl, her şeyi aksi görür, diriliği de ölüm sanır a ahmak!
  • عقل کاذب هست خود معکوس‌بین  ** زندگی را مرگ بیند ای غبین 
  • Ey Tanrı, sen bize her şeyi, o hile yurdunda nasılsa öylece göster. 1765
  • ای خدا بنمای تو هر چیز را  ** آنچنان که هست در خدعه‌سرا 
  • Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, azığın azlığına hayıflanır.
  • هیچ مرده نیست پر حسرت ز مرگ  ** حسرتش آنست کش کم بود برگ 
  • Yoksa ölen, bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar.
  • ورنه از چاهی به صحرا اوفتاد  ** در میان دولت و عیش و گشاد 
  • Bu yas konağından, şu daracık deve yatağından geniş bir ovaya göçer.
  • زین مقام ماتم و ننگین مناخ  ** نقل افتادش به صحرای فراخ 
  • Orası doğruluk makamıdır, yalan sayvanı değil. Orada hususi bir şarap vardır, adam onunla sarhoş olur ayranla değil.
  • مقعد صدقی نه ایوان دروغ  ** باده‌ی خاصی نه مستیی ز دوغ 
  • Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki orada onunla oturan Tanrıdır. Ateşe tapanların mabedi olan su balçıktan kurtulmuştur. 1770
  • مقعد صدق و جلیسش حق شده  ** رسته زین آب و گل آتشکده 
  • Aydın bir suretle yaşamadıysan, bir iki nefeslik ömrün kaldı bari ercesine öl!
  • ور نکردی زندگانی منیر  ** یک دو دم ماندست مردانه بمیر 
  • Kul,müstahak olmadan nimetler veren Tanrının rahmetinden dilenen şeyler. Tanrı, bir Tanrı ki, insanlar, ümitsizliğe düştükten sonra yağmur yağdırır. Nice uzaklık vardır, yakınlığa sebep olur. Nice kutluluklar vardır, kötülük istediğinden gelip çatar. Bu suretle de Tanrının, kulların kötülüklerini, iyiliklere döndürdüğü bilinir.
  • فیما یرجی من رحمة الله تعالی معطی النعم قبل استحقاقها و هو الذی ینزل الغیث من بعد ما قنطوا و رب بعد یورث قربا و رب معصیة میمونة و رب سعادة تاتی من حیث یرجی النقم لیعلم ان الله یبدل سیاتهم حسنات 
  • Hadiste gelmiştir ki kıyamet günü, her bedene “kalk” diye emir gelir.
  • در حدیث آمد که روز رستخیز  ** امر آید هر یکی تن را که خیز 
  • Sur’un üfürülmesi, pak Tanri’nin ey zerreler yerden bas kaldırın diye emretmesidir.
  • نفخ صور امرست از یزدان پاک  ** که بر آرید ای ذرایر سر ز خاک 
  • Herkesin canı, sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza gelirse tıpkı öyle, kendi bedenine girer.
  • باز آید جان هر یک در بدن  ** هم‌چو وقت صبح هوش آید به تن 
  • Can, kıyamet günü, kendi bedenini tanır, define gibi kendine mahsus olan o yıkık yere girer. 1775
  • جان تن خود را شناسد وقت روز  ** در خراب خود در آید چون کنوز 
  • Her can, kendi bedenini tanır, o bedene girer. Kuyumcunu canı, nasıl olur da terzinin bedenine girer?
  • جسم خود بشناسد و در وی رود  ** جان زرگر سوی درزی کی رود 
  • Bilgi sahibinin canı, bilgi sahibinin bedenine girer, zulmedenin canı, zulmedenin bedenine.
  • جان عالم سوی عالم می‌دود  ** روح ظالم سوی ظالم می‌دود 
  • Sabah çağı kuzu anasını, koyun kuzusunu nasıl tanırsa Tanrı bilgisi de bedenleri tanıma hususunda ruhlara böyle bir bilgi vermiştir.
  • که شناسا کردشان علم اله  ** چونک بره و میش وقت صبحگاه 
  • Ayak bile karanlıkta ayakkabısını tanırken a güzelim can kendi bedenini nasıl tanımaz?
  • پای کفش خود شناسد در ظلم  ** چون نداند جان تن خود ای صنم 
  • Ey Tanrıya sığınan, sabah küçük mahşerdir. Büyük mahşeri de var ondan kıyas et. 1780
  • صبح حشر کوچکست ای مستجیر  ** حشر اکبر را قیاس از وی بگیر 
  • Can, nasıl toprağa uçarsa amel defteri de sağa, sola öyle uçar.
  • آنچنان که جان بپرد سوی طین  ** نامه پرد تا یسار و تا یمین 
  • İyiliğe kötülüğe dair dün ne yaptıysa onların yazılı olduğu nekeslik ve cömertlik defterini, insanın avucuna koyarlar.
  • در کفش بنهند نامه‌ی بخل و جود  ** فسق و تقوی آنچ دی خو کرده بود 
  • Seher çağı uykudan uyandı mı o hayır ve şer, ona gelip çatar.
  • چون شود بیدار از خواب او سحر  ** باز آید سوی او آن خیر و شر 
  • Riyazatı huy edinmişse uyandığı zaman yanına o gelir.
  • گر ریاضت داده باشد خوی خویش  ** وقت بیداری همان آید به پیش 
  • Dün, hamlık etmiş, kötülükte, azgınlıkta bulunmuşsa sol yanından verilen defteri, yas mektubuna döner. 1785
  • ور بد او دی خام و زشت و در ضلال  ** چون عزا نامه سیه یابد شمال 
  • Dün, temiz, kötülükten çekingen ve dindar olarak yaşamışsa uyanınca değerli inciyi elde eder.
  • ور بد او دی پاک و با تقوی و دین  ** وقت بیداری برد در ثمین 
  • Bizim uykumuz ve uyanmamız, ölümle mahşere iki tanıktır.
  • هست ما را خواب و بیداری ما  ** بر نشان مرگ و محشر دو گوا 
  • Küçük haşir büyük hasrı gösterir; küçük ölüm, büyük ölümü aydınlatır.
  • حشر اصغر حشر اکبر را نمود  ** مرگ اصغر مرگ اکبر را زدود 
  • Fakat bu defter, hayalidir, gizlidir. Büyük haşirde o defter meydana çıkar.
  • لیک این نامه خیالست و نهان  ** وآن شود در حشر اکبر بس عیان 
  • Bu hayal, burada gizlidir, eseri görünür. Fakat bu hayal, orada suretlere bürünür. 1790
  • این خیال اینجا نهان پیدا اثر  ** زین خیال آنجا برویاند صور 
  • Mühendise bak yere tohum eker gibi gönlüne bir ev yapma hayali kor.
  • در مهندس بین خیال خانه‌ای  ** در دلش چون در زمینی دانه‌ای 
  • O hayal, dışarıda zahir olur, adeta yerden tohum biter gibi.
  • آن خیال از اندرون آید برون  ** چون زمین که زاید از تخم درون 
  • Gönülde yurt tutan her hayal, mahşer gününde bir surete bürünecektir.
  • هر خیالی کو کند در دل وطن  ** روز محشر صورتی خواهد شدن