English    Türkçe    فارسی   

5
2561-2610

  • Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke, ne de geniş saha diye şükrederler.
  • بر درختان شکر گویان برگ و شاخ  ** که زهی ملک و زهی عرصه‌ی فراخ 
  • Bülbüller, yediğin şeyden bize de vei' diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler.
  • بلبلان گرد شکوفه‌ی پر گره  ** که از آنچ می‌خوری ما را بده 
  • Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin, aslanın, o illetin ve açlığın hikâyesine dön!
  • این سخن پایان ندارد کن رجوع  ** سوی آن روباه و شیر و سقم و جوع 
  • Tilkinin, eşeği aslanın yanına götürmesi, eşeğin aslandan kaçışı, tilkinin aslanı eşek daha uzaktayken neden acele ettin? diye azarlaması, Aslanın özür getirerek git, bir daha kandır diye tilkiye yalvarması
  • بردن روبه خر را پیش شیر و جستن خر از شیر و عتاب کردن روباه با شیر کی هنوز خر دور بود تعجیل کردی و عذر گفتن شیر و لابه کردن روبه را شیر کی برو بار دگرش به فریب 
  • Tilki, eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti.
  • چونک بر کوهش بسوی مرج برد  ** تا کند شیرش به حمله خرد و مرد 
  • Eşek, aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi. 2565
  • دور بود از شیر و آن شیر از نبرد  ** تا به نزدیک آمدن صبری نکرد 
  • Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kı-mıldıyacak kuvveti yoktu zaten.
  • گنبدی کرد از بلندی شیر هول  ** خود نبودش قوت و امکان حول 
  • Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, tâ dağın eteğine kadar kaçtı.
  • خر ز دورش دید و برگشت و گریز  ** تا به زیر کوه تازان نعل ریز 
  • Tilki dedi ki: A padişahım, kavga zamanında neden sabretmedin?
  • گفت روبه شیر را ای شاه ما  ** چون نکردی صبر در وقت وغا 
  • O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin.
  • تا به نزدیک تو آید آن غوی  ** تا باندک حمله‌ای غالب شوی 
  • Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir, Tanrının lûtfu. 2570
  • مکر شیطانست تعجیل و شتاب  ** لطف رحمانست صبر و احتساب 
  • O uzaktaydı, hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü.
  • دور بود و حمله را دید و گریخت  ** ضعف تو ظاهر شد و آب تو ریخت 
  • Aslan, kuvvetim yerinde sandım, dedi, bu derece halsiz kaldığımı zannetmiyordum.
  • گفت من پنداشتم بر جاست زور  ** تا بدین حد می‌ندانستم فتور 
  • Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu, aklım da.
  • نیز جوع و حاجتم از حد گذشت  ** صبر و عقلم از تجوع یاوه گشت 
  • Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir.
  • گر توانی بار دیگر از خرد  ** باز آوردن مر او را مسترد 
  • Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum. 2575
  • منت بسیار دارم از تو من  ** جهد کن باشد بیاری‌اش به فن 
  • Tilki, evet dedi; Tanrı yardım eder de körlükle gözünü bağlar.
  • گفت آری گر خدا یاری دهد  ** بر دل او از عمی مهری نهد 
  • Çektiği korkuyu unutursa ne âlâ. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir.
  • پس فراموشش شود هولی که دید  ** از خری او نباشد این بعید 
  • Fakat onu kandırır da buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.
  • لیک چون آرم من او را بر متاز  ** تا ببادش ندهی از تعجیل باز 
  • Aslan dedi ki: Evet, sınadım, anladım ki pek. halsizim, bedenimde fer kalmamış.
  • گفت آری تجربه کردم که من  ** سخت رنجورم مخلخل گشته تن 
  • Eşek tamamiyle bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öylece uyur gösteririm. 2580
  • تا به نزدیکم نیاید خر تمام  ** من نجنبم خفته باشم در قوام 
  • Tilki yola düştü. "Aman padişahım, sen bana. himmet et de aklını bir gaflet bürüsün.
  • رفت روبه گفت ای شه همتی  ** تا بپوشد عقل او را غفلتی 
  • Eşek, her kötü kişiye kanmamak için Tanrı'ya? tövbeler etmiştir.
  • توبه‌ها کردست خر با کردگار  ** که نگردد غره‌ی هر نابکار 
  • Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz, aklın ve aydın ahdin düşmanıyız.
  • توبه‌هااش را به فن بر هم زنیم  ** ما عدوی عقل و عهد روشنیم 
  • Eşek başı, çocuklarımızın topudur, eşek fikri, elimizin oyuncağı!" diyordu.
  • کله‌ی خر گوی فرزندان ماست  ** فکرتش بازیچه‌ی دستان ماست 
  • Zühal yıldızının devrinden meydana gelen aklın, aklı küll'e karşı ne değeri vardır? 2585
  • عقل که آن باشد ز دوران زحل  ** پیش عقل کل ندارد آن محل 
  • O akıl, Utarit'le Zühal'den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf ve ihsan olan Tanrı kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.
  • از عطارد وز زحل دانا شد او  ** ما ز داد کردگار لطف‌خو 
  • Turamızın kıvrımı, "Tanrı, insana bilgi öğretti" âyetidir. Maksatlarımız, Tanrı indindeki bilgidir.
  • علم الانسان خم طغرای ماست  ** علم عند الله مقصدهای ماست 
  • O aydın güneş, bizi terbiye etmiştir. O yüzden "Rabbim, yücelerin yücesidir" der dururuz.
  • تربیه‌ی آن آفتاب روشنیم  ** ربی الاعلی از آن رو می‌زنیم 
  • Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla bera-berbu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider.
  • تجربه گر دارد او با این همه  ** بشکند صد تجربه زین دمدمه 
  • Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi. 2590
  • بوک توبه بشکند آن سست‌خو  ** در رسد شومی اشکستن درو 
  • Aht ve tövbeyi bozmak, insanı belâya uğratır. Hattâ çarpar. Nitekim cumartesi günleri, iş işlememeye memur olan yahudilerle İsa'nın maidesini yiyenler hakkında "Onları çarpıp maymun ve domuz haline getirdik" dendi. Bu ümmette, gönül çarpılır, kıyametteyse bedene gönlün suretini verirler.
  • در بیان آنک نقض عهد و توبه موجب بلا بود بلک موجب مسخ است چنانک در حق اصحاب سبت و در حق اصحاب مایده‌ی عیسی و جعل منهم القردة و الخنازیر و اندرین امت مسخ دل باشد و به قیامت تن را صورت دل دهند نعوذ بالله 
  • Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
  • نقض میثاق و شکست توبه‌ها  ** موجب لعنت شود در انتها 
  • Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
  • نقض توبه و عهد آن اصحاب سبت  ** موجب مسخ آمد و اهلاک و مقت 
  • Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
  • پس خدا آن قوم را بوزینه کرد  ** چونک عهد حق شکستند از نبرد 
  • Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.
  • اندرین امت نبد مسخ بدن  ** لیک مسخ دل بود ای بوالفطن 
  • Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur. 2595
  • چون دل بوزینه گردد آن دلش  ** از دل بوزینه شد خوار آن گلش 
  • O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
  • گر هنر بودی دلش را ز اختبار  ** خوار کی بودی ز صورت آن حمار 
  • Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
  • آن سگ اصحاب خوش بد سیرتش  ** هیچ بودش منقصت زان صورتش 
  • Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
  • مسخ ظاهر بود اهل سبت را  ** تا ببیند خلق ظاهر کبت را 
  • Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
  • از ره سر صد هزاران دگر  ** گشته از توبه شکستن خوک و خر 
  • Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi
  • دوم بار آمدن روبه بر این خر گریخته تا باز بفریبدش 
  • Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek. 2600
  • پس بیامد زود روبه سوی خر  ** گفت خر از چون تو یاری الحذر 
  • A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
  • ناجوامردا چه کردم من ترا  ** که به پیش اژدها بردی مرا 
  • Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
  • موجب کین تو با جانم چه بود  ** غیر خبث جوهر تو ای عنود 
  • Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
  • هم‌چو کزدم کو گزد پای فتی  ** نارسیده از وی او را زحمتی 
  • Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.
  • یا چو دیوی کو عدوی جان ماست  ** نارسیده زحمتش از ما و کاست 
  • Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir. 2605
  • بلک طبعا خصم جان آدمیست  ** از هلاک آدمی در خرمیست 
  • O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
  • از پی هر آدمی او نسکلد  ** خو و طبع زشت خود او کی هلد 
  • Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
  • زانک خبث ذات او بی‌موجبی  ** هست سوی ظلم و عدوان جاذبی 
  • Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
  • هر زمان خواند ترا تا خرگهی  ** که در اندازد ترا اندر چهی 
  • Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.
  • که فلان جا حوض آبست و عیون  ** تا در اندازد به حوضت سرنگون 
  • Vahye nail olan, gözü açık bulunan Âdem'i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü. 2610
  • آدمی را با همه وحی و نظر  ** اندر افکند آن لعین در شور و شر