English    Türkçe    فارسی   

5
2700-2749

  • Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler. 2700
  • انبیا هر یک همین فن می‌زنند  ** خلق مفلس کدیه ایشان می‌کنند 
  • "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
  • اقرضوا الله اقرضوا الله می‌زنند  ** بازگون بر انصروا الله می‌تنند 
  • Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
  • در به در این شیخ می‌آرد نیاز  ** بر فلک صد در برای شیخ باز 
  • O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
  • که آن گدایی که آن به جد می‌کرد او  ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو 
  • Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
  • ور بکردی نیز از بهر گلو  ** آن گلو از نور حق دارد غلو 
  • Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı. 2705
  • در حق او خورد نان و شهد و شیر  ** به ز چله وز سه روزه‌ی صد فقیر 
  • O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
  • نور می‌نوشد مگو نان می‌خورد  ** لاله می‌کارد به صورت می‌چرد 
  • Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
  • چون شراری کو خورد روغن ز شمع  ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع 
  • Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
  • نان‌خوری را گفت حق لاتسرفوا  ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا 
  • O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
  • آن گلوی ابتلا بد وین گلو  ** فارغ از اسراف و آمن از غلو 
  • Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki. 2710
  • امر و فرمان بود نه حرص و طمع  ** آن چنان جان حرص را نبود تبع 
  • Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
  • گر بگوید کیمیا مس را بده  ** تو به من خود را طمع نبود فره 
  • Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
  • گنجهای خاک تا هفتم طبق  ** عرضه کرده بود پیش شیخ حق 
  • Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
  • شیخ گفتا خالقا من عاشقم  ** گر بجویم غیر تو من فاسقم 
  • Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,
  • هشت جنت گر در آرم در نظر  ** ور کنم خدمت من از خوف سقر 
  • Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de. 2715
  • مومنی باشم سلامت‌جوی من  ** زانک این هر دو بود حظ بدن 
  • Bir âşık, Tanrı aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
  • عاشقی کز عشق یزدان خورد قوت  ** صد بدن پیشش نیرزد تره‌توت 
  • O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
  • وین بدن که دارد آن شیخ فطن  ** چیز دگر گشت کم خوانش بدن 
  • Hem Tanrı âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
  • عاشق عشق خدا وانگاه مزد  ** جبرئیل متمن وانگاه دزد 
  • O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
  • عاشق آن لیلی کور و کبود  ** ملک عالم پیش او یک تره بود 
  • Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu. 2720
  • پیش او یکسان شده بد خاک و زر  ** زر چه باشد که نبد جان را خطر 
  • Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
  • شیر و گرگ و دد ازو واقف شده  ** هم‌چو خویشان گرد او گرد آمده 
  • Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
  • کین شدست از خوی حیوان پاک پاک  ** پر ز عشق و لحم و شحمش زهرناک 
  • Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.
  • زهر دد باشد شکرریز خرد  ** زانک نیک نیک باشد ضد بد 
  • Asıkın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de.
  • لحم عاشق را نیارد خورد دد  ** عشق معروفست پیش نیک و بد 
  • Faraza âşıkı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. 2725
  • ور خورد خود فی‌المثل دام و ددش  ** گوشت عاشق زهر گردد بکشدش 
  • Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir.
  • هر چه جز عشقست شد ماکول عشق  ** دو جهان یک دانه پیش نول عشق 
  • Bir tane, hiç, kuşu yiyebilir mi? Samanlık, hiç atı otlatabilir mi?
  • دانه‌ای مر مرغ را هرگز خورد  ** کاهدان مر اسپ را هرگز چرد 
  • Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir.
  • بندگی کن تا شوی عاشق لعل  ** بندگی کسبیست آید در عمل 
  • Kul, kulluktan azat olmayı diler. Âşıksa ebediyen azat olmak istemez.
  • بنده آزادی طمع دارد ز جد  ** عاشق آزادی نخواهد تا ابد 
  • Kul, daima elbise, vergi diler. Aşılan elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. 2730
  • بنده دایم خلعت و ادرارجوست  ** خلعت عاشق همه دیدار دوست 
  • Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
  • در نگنجد عشق در گفت و شنید  ** عشق دریاییست قعرش ناپدید 
  • Denizin katralarını saymaya imkân yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır.
  • قطره‌های بحر را نتوان شمرد  ** هفت دریا پیش آن بحرست خرد 
  • A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!
  • این سخن پایان ندارد ای فلان  ** باز رو در قصه‌ی شیخ زمان 
  • "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hadîsi kutsisinin manası
  • در معنی لولاک لما خلقت الافلاک 
  • Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!
  • شد چنین شیخی گدای کو به کو  ** عشق آمد لاابالی اتقوا 
  • Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. 2735
  • عشق جوشد بحر را مانند دیگ  ** عشق ساید کوه را مانند ریگ 
  • Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
  • عشق‌بشکافد فلک را صد شکاف  ** عشق لرزاند زمین را از گزاف 
  • Pak, aşk, Muhammed'le eşti. Tanrı aşk yüzünde ona "Sen olmasaydın..." dedi.
  • با محمد بود عشق پاک جفت  ** بهر عشق او را خدا لولاک گفت 
  • Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu pevgamberler içinden seçti.
  • منتهی در عشق چون او بود فرد  ** پس مر او را ز انبیا تخصیص کرد 
  • Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
  • گر نبودی بهر عشق پاک را  ** کی وجودی دادمی افلاک را 
  • Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. 2740
  • من بدان افراشتم چرخ سنی  ** تا علو عشق را فهمی کنی 
  • Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
  • منفعتهای دیگر آید ز چرخ  ** آن چو بیضه تابع آید این چو فرخ 
  • Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
  • خاک را من خوار کردم یک سری  ** تا ز خواری عاشقان بویی بری 
  • Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
  • خاک را دادیم سبزی و نوی  ** تا ز تبدیل فقیر آگه شوی 
  • Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.
  • با تو گویند این جبال راسیات  ** وصف حال عاشقان اندر ثبات 
  • Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu. 2745
  • گرچه آن معنیست و این نقش ای پسر  ** تا به فهم تو کند نزدیک‌تر 
  • Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
  • غصه را با خار تشبیهی کنند  ** آن نباشد لیک تنبیهی کنند 
  • Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
  • آن دل قاسی که سنگش خواندند  ** نامناسب بد مثالی راندند 
  • Düşünce de onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.
  • در تصور در نیاید عین آن  ** عیب بر تصویر نه نفیش مدان 
  • Şeyhin bir gün içinde dört kere zembille dilenmek üzere Tanrı buyruğiyle bir beyin evine gitmesi, beyin onu azarlayıp kötü söylemesi, Şeyhin de özür dilemesi
  • رفتن این شیخ در خانه‌ی امیری بهر کدیه روزی چهار بار به زنبیل به اشارت غیب و عتاب کردن امیر او را بدان وقاحت و عذر گفتن او امیر را 
  • Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti.
  • شیخ روزی چار کرت چون فقیر  ** بهر کدیه رفت در قصر امیر