English    Türkçe    فارسی   

5
2781-2830

  • Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
  • گفت دستوری ندادندم چنین  ** که کنم من این دخیلانه دخول 
  • من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول
  • Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
  • این بهانه کرد و مهره در ربود  ** مانع آن بدکان عطا صادق نبود 
  • Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
  • نه که صادق بود و پاک از غل و خشم  ** شیخ را هر صدق می‌نامد به چشم 
  • Tanrı, bana git, dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi. 2785
  • گفت فرمانم چنین دادست اله  ** که گدایانه برو نانی بخواه 
  • Şeyhe, gayıptan, emrimle iki yıl dilencilik edip aldın. Bundan sonra alma, ver. Elini hasırın altına at. O hasırı Ebuhüreyre'nin torbasına döndürdüm. Âlemdekiler, bu âlemin ötesinde bir âlem olduğunu anlasınlar diye dilediğini o hasırın altında bulursun. O âlem, bir âlemdir ki o âlemde eline toprak alsan altın olur. O âleme ölü girse dirilir. En büyük kutsuzluk, oraya girince en büyük kutluluk haline gelir. Küfür, orada iman olur, zehir tiryak kesilir. O âlem, ne bu âlemin içindedir, ne dışında. Ne altında, ne üstünde. Ne bu âleme bitişiktir, ne bu âlemden ayrı. Neliksiz, niteliksiz bir âlemdir o âlem. Her an, o âlemden binlerce eser ve numune görünür. Nitekim elin sanatı, elin suretinin., gözün bakışı, gözün suretinin.. Dilin fasih oluşu, dilin suretinin ne içindedir, ne dışında, ne o surete bitişiktir, ne ayrı, Akıllı kişiye bir işaret yeter.
  • اشارت آمدن از غیب به شیخ کی این دو سال به فرمان ما بستدی و بدادی بعد ازین بده و مستان دست در زیر حصیر می‌کن کی آن را چون انبان بوهریره کردیم در حق تو هر چه خواهی بیابی تا یقین شود عالمیان را کی ورای این عالمیست کی خاک به کف گیری زر شود مرده درو آید زنده شود نحس اکبر در وی آید سعد اکبر شود کفر درو آید ایمان گردد زهر درو آید تریاق شود نه داخل این عالمست و نه خارج این عالم نه تحت و نه فوق نه متصل نه منفصل بی‌چون و بی چگونه هر دم ازو هزاران اثر و نمونه ظاهر می‌شود چنانک صنعت دست با صورت دست و غمزه‌ی چشم با صورت چشم و فصاحت زبان با صورت زبان نه داخلست و نه خارج او نه متصل و نه منفصل والعاقل تکفیه الاشارة 
  • O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Tanrı'dan emir geldi:
  • تا دو سال این کار کرد آن مرد کار  ** بعد از آن امر آمدش از کردگار 
  • Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz, sana bu kudreti gayıptan ihsan ettik.
  • بعد ازین می‌ده ولی از کس مخواه  ** ما بدادیمت ز غیب این دستگاه 
  • Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
  • هر که خواهد از تو از یک تا هزار  ** دست در زیر حصیری کن بر آر 
  • Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir, hemen ver.
  • هین ز گنج رحمت بی‌مر بده  ** در کف تو خاک گردد زر بده 
  • Ne dilersen ver, hiç düşünme. Tanrı, bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu. 2790
  • هر چه خواهندت بده مندیش از آن  ** داد یزدان را تو بیش از بیش دان 
  • در عطای ما نه تحشیر و نه کم ** نه پشیمانی نه حسرت زین کرم
  • Ey dayanılan zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.
  • دست زیر بوریا کن ای سند  ** از برای روی‌پوش چشم بد 
  • Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış, dilenciye sun.
  • پس ز زیر بوریا پر کن تو مشت  ** ده به دست سایل بشکسته پشت 
  • Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet.
  • بعد ازین از اجر نامومنون بده  ** هر که خواهد گوهر مکنون بده 
  • Yürü, "Tanrı eli, onların elleri üstündedir" sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç. 2795
  • رو ید الله فوق ایدیهم تو باش  ** هم‌چو دست حق گزافی رزق پاش 
  • Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
  • وام داران را ز عهده وا رهان  ** هم‌چو باران سبز کن فرش جهان 
  • Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
  • بود یک سال دگر کارش همین  ** که بدادی زر ز کیسه‌ی رب دین 
  • Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
  • زر شدی خاک سیه اندر کفش  ** حاتم طایی گدایی در صفش 
  • Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
  • دانستن شیخ ضمیر سایل را بی گفتن و دانستن قدر وام وام‌داران بی گفتن کی نشان آن باشد کی اخرج به صفاتی الی خلقی 
  • Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
  • حاجت خود گر نگفتی آن فقیر  ** او بدادی و بدانستی ضمیر 
  • O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona. 2800
  • آنچ در دل داشتی آن پشت‌خم  ** قدر آن دادی بدو نه بیش و کم 
  • Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
  • پس بگفتندی چه دانستی که او  ** این قدر اندیشه دارد ای عمو 
  • Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
  • او بگفتی خانه‌ی دل خلوتست  ** خالی از کدیه مثال جنتست 
  • Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok.
  • اندرو جز عشق یزدان کار نیست  ** جز خیال وصل او دیار نیست 
  • Ben evi, iyi kötü, her şeyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
  • خانه را من روفتم از نیک و بد  ** خانه‌ام پرست از عشق احد 
  • Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malan değildir, benden bit şey isteyen yoksulun malıdır. 2805
  • هرچه بینم اندرو غیر خدا  ** آن من نبود بود عکس گدا 
  • Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir.
  • گر در آبی نخل یا عرجون نمود  ** جز ز عکس نخله‌ی بیرون نبود 
  • Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim.
  • در تگ آب ار ببینی صورتی  ** عکس بیرون باشد آن نقش ای فتی 
  • Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır.
  • لیک تا آب از قذی خالی شدن  ** تنقیه شرطست در جوی بدن 
  • Bu suretle onda bir bulanıklık ve çerçöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin, görünsün.
  • تا نماند تیرگی و خس درو  ** تا امین گردد نماید عکس رو 
  • A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu, topraktan arıt. 2810
  • جز گلابه در تنت کو ای مقل  ** آب صافی کن ز گل ای خصم دل 
  • Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın.
  • تو بر آنی هر دمی کز خواب و خور  ** خاک ریزی اندرین جو بیشتر 
  • Şeyhin, herkesin içinden geçeni bilmesinin sebebi
  • سبب دانستن ضمیرهای خلق 
  • O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığında " yüzler, ona akseder, orada görünür.
  • چون دل آن آب زینها خالیست  ** عکس روها از برون در آب جست 
  • Halbuki senin için temizlenmemiş. Evin, Şeytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu.
  • پس ترا باطن مصفا ناشده  ** خانه پر از دیو و نسناس و دده 
  • A eşek, inadından eşeklikte kalakaldın. Nerden Mesih'e ait ruhlardan bir koku alacaksın?
  • ای خری ز استیزه ماند در خری  ** کی ز ارواح مسیحی بو بری 
  • Orada bir hayal başgösterse hangi pusudan çıktığını nerden bileceksin? 2815
  • کی شناسی گر خیالی سر کند  ** کز کدامین مکمنی سر بر کند 
  • İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
  • چون خیالی می‌شود در زهد تن  ** تا خیالات از درونه روفتن 
  • Eşeğin hile yüzünden tilkiye alet olması
  • غالب شدن مکر روبه بر استعصام خر 
  • Eşek bir hayli çalıştı, tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlı kendisine eş olmuştu.
  • خر بسی کوشید و او را دفع گفت  ** لیک جوع الکلب با خر بود جفت 
  • Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası, nice boğazlan yırtmıştır.
  • غالب آمد حرص و صبرش بد ضعیف  ** بس گلوها که برد عشق رغیف 
  • Kendisine hakikatler keşfedilen Peygamber, onun için "Az kaldı yoksulluk, küfür olayazdi" dedi.
  • زان رسولی کش حقایق داد دست  ** کاد فقر ان یکن کفر آمدست 
  • O eşek, açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi, tut ki öldüm. 2820
  • گشته بود آن خر مجاعت را اسیر  ** گفت اگر مکرست یک ره مرده گیر 
  • Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi.
  • زین عذاب جوع باری وا رهم  ** گر حیات اینست من مرده بهم 
  • Önce tövbe etmiş, and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da.
  • گر خر اول توبه و سوگند خورد  ** عاقبت هم از خری خبطی بکرد 
  • Hırs, insanı kör, ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır.
  • حرص کور و احمق و نادان کند  ** مرگ را بر احمقان آسان کند 
  • Halbuki ölüm, eşeklere kolay değildir. Çünkü ebedî canları yoktur ki.
  • نیست آسان مرگ بر جان خران  ** که ندارند آب جان جاودان 
  • Ebedî canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti, ahmaklıktandır. 2825
  • چون ندارد جان جاوید او شقیست  ** جرات او بر اجل از احمقیست 
  • Çalış da ebedî cana ulaş, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun.
  • جهد کن تا جان مخلد گردد  ** تا به روز مرگ برگی باشدت 
  • Kötü kişinin rızık veren Tanrıya güveni yoktur. Gayıptan ona rızkının cömertçe saçıldığına inanmaz.
  • اعتمادش نیز بر رازق نبود  ** که بر افشاند برو از غیب جود 
  • Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Tanrı ihsanı, şimdiye kadar onu rızıksız bırakmadı.
  • تاکنونش فضل بی‌روزی نداشت  ** گرچه گه‌گه بر تنش جوعی گماشت 
  • Eğer açlık olmasaydı imtilâya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet başgösterirdi.
  • گر نباشد جوع صد رنج دگر  ** از پی هیضه بر آرد از تو سر 
  • Açlık illeti, hem lâtif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Tanrı'ya yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir. 2830
  • رنج جوع اولی بود خود زان علل  ** هم به لطف و هم به خفت هم عمل