English    Türkçe    فارسی   

5
395-444

  • Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik. 395
  • آمدیم اکنون به طاوس دورنگ  ** کو کند جلوه برای نام و ننگ 
  • Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
  • همت او صید خلق از خیر و شر  ** وز نتیجه و فایده‌ی آن بی‌خبر 
  • Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
  • بی‌خبر چون دام می‌گیرد شکار  ** دام را چه علم از مقصود کار 
  • Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
  • دام را چه ضر و چه نفع از گرفت  ** زین گرفت بیهده‌ش دارم شگفت 
  • Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
  • ای برادر دوستان افراشتی  ** با دو صد دلداری و بگذاشتی 
  • Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun. 400
  • کارت این بودست از وقت ولاد  ** صید مردم کردن از دام وداد 
  • Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
  • زان شکار و انبهی و باد و بود  ** دست در کن هیچ یابی تار و پود 
  • Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
  • بیشتر رفتست و بیگاهست روز  ** تو به جد در صید خلقانی هنوز 
  • Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
  • آن یکی می‌گیر و آن می‌هل ز دام  ** وین دگر را صید می‌کن چون لام 
  • Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
  • باز این را می‌هل و می‌جو دگر  ** اینت لعب کودکان بی‌خبر 
  • Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil. 405
  • شب شود در دام تو یک صید نی  ** دام بر تو جز صداع و قید نی 
  • Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
  • پس تو خود را صید می‌کردی به دام  ** که شدی محبوس و محرومی ز کام 
  • Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
  • در زمانه صاحب دامی بود  ** هم‌چو ما احمق که صید خود کند 
  • Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram.
  • چون شکار خوک آمد صید عام  ** رنج بی‌حد لقمه خوردن زو حرام 
  • Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına düşer mi ya?
  • آنک ارزد صید را عشقست و بس  ** لیک او کی گنجد اندر دام کس 
  • Meğer ki sen gelesin de ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin. 410
  • تو مگر آیی و صید او شوی  ** دام بگذاری به دام او روی 
  • Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir.
  • عشق می‌گوید به گوشم پست پست  ** صید بودن خوش‌تر از صیادیست 
  • Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol!
  • گول من کن خویش را و غره شو  ** آفتابی را رها کن ذره شو 
  • Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol.
  • بر درم ساکن شو و بی‌خانه باش  ** دعوی شمعی مکن پروانه باش 
  • Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün.
  • تا ببینی چاشنی زندگی  ** سلطنت بینی نهان در بندگی 
  • Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın. 415
  • نعل بینی بازگونه در جهان  ** تخته‌بندان را لقب گشته شهان 
  • Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
  • بس طناب اندر گلو و تاج دار  ** بر وی انبوهی که اینک تاجدار 
  • Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Allah’nın kahır ve azabı!
  • هم‌چو گور کافران بیرون حلل  ** اندرون قهر خدا عز و جل 
  • Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir.
  • چون قبور آن را مجصص کرده‌اند  ** پرده‌ی پندار پیش آورده‌اند 
  • Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!
  • طبع مسکینت مجصص از هنر  ** هم‌چو نخل موم بی‌برگ و ثمر 
  • Allahnın lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna yapışır ama ulu Allah kahırları lütuf içinde, lütufları da kahır içinde gizlemiştir. Bu tersine çakılmış nal ve Allah’nın mekridir. Bu suretle işi ayırt edenler ve Allah’nın nurıyle bakıp görenler, hali görenler ve görünüşe aldananlardan ayrılır. Allah “hanginiz daha iyi iş yapacak diye imtihan eder” buyurmuştur.
  • در بیان آنک لطف حق را همه کس داند و قهر حق را همه کس داند و همه از قهر حق گریزانند و به لطف حق در آویزان اما حق تعالی قهرها را در لطف پنهان کرد و لطفها را در قهر پنهان کرد نعل بازگونه و تلبیس و مکرالله بود تا اهل تمیز و ینظر به نور الله از حالی‌بینان و ظاهربینان جدا شوند کی لیبلوکم ایکم احسن عملا 
  • Bir derviş bir dervişe “Allah’yı nasıl gördün, söyle” dedi. 420
  • گفت درویشی به درویشی که تو  ** چون بدیدی حضرت حق را بگو 
  • Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım.
  • گفت بی‌چون دیدم اما بهر قال  ** بازگویم مختصر آن را مثال 
  • Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı vardı.
  • دیدمش سوی چپ او آذری  ** سوی دست راست جوی کوثری 
  • Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir ırmak.
  • سوی چپش بس جهان‌سوز آتشی  ** سوی دست راستش جوی خوشی 
  • Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere ulaşacağından neşeli ve sarhoş.
  • سوی آن آتش گروهی برده دست  ** بهر آن کوثر گروهی شاد و مست 
  • Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu. 425
  • لیک لعب بازگونه بود سخت  ** پیش پای هر شقی و نیکبخت 
  • Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
  • هر که در آتش همی رفت و شرر  ** از میان آب بر می‌کرد سر 
  • Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu.
  • هر که سوی آب می‌رفت از میان  ** او در آتش یافت می‌شد در زمان 
  • Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş içinden baş göstermedeydi.
  • هر که سوی راست شد و آب زلال  ** سر ز آتش بر زد از سوی شمال 
  • Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.
  • وانک شد سوی شمال آتشین  ** سر برون می‌کرد از سوی یمین 
  • Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi atlıyordu. 430
  • کم کسی بر سر این مضمر زدی  ** لاجرم کم کس در آن آتش شدی 
  • Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu.
  • جز کسی که بر سرش اقبال ریخت  ** کو رها کرد آب و در آتش گریخت 
  • Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
  • کرده ذوق نقد را معبود خلق  ** لاجرم زین لعب مغبون بود خلق 
  • Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya kaçmada.
  • جوق‌جوق وصف صف از حرص و شتاب  ** محترز ز آتش گریزان سوی آب 
  • Fakat suya dalan, ateşten baş göstermede. Ey hakikatten haberi olmayan, ibret al, ibret!
  • لاجرم ز آتش برآوردند سر  ** اعتبارالاعتبار ای بی‌خبر 
  • Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım. 435
  • بانگ می‌زد آتش ای گیجان گول  ** من نیم آتش منم چشمه‌ی قبول 
  • A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
  • چشم‌بندی کرده‌اند ای بی‌نظر  ** در من آی و هیچ مگریز از شرر 
  • Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
  • ای خلیل اینجا شرار و دود نیست  ** جز که سحر و خدعه‌ی نمرود نیست 
  • Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
  • چون خلیل حق اگر فرزانه‌ای  ** آتش آب تست و تو پروانه‌ای 
  • Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,
  • جان پروانه همی‌دارد ندا  ** کای دریغا صد هزارم پر بدی 
  • Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı. 440
  • تا همی سوزید ز آتش بی‌امان  ** کوری چشم و دل نامحرمان 
  • Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
  • بر من آرد رحم جاهل از خری  ** من برو رحم آرم از بینش‌وری 
  • Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.
  • خاصه این آتش که جان آبهاست  ** کار پروانه به عکس کار ماست 
  • O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
  • او ببینند نور و در ناری رود  ** دل ببیند نار و در نوری شود 
  • Ulu Allah’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
  • این چنین لعب آمد از رب جلیل  ** تا ببینی کیست از آل خلیل