English    Türkçe    فارسی   

5
4037-4086

  • Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, değeri nedir? Vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.
  • گفت چونست و چه ارزد این گهر  ** گفت به ارزد ز صد خروار زر 
  • Padişah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiliğini dileyen bir kişiyim ben.
  • گفت بشکن گفت چونش بشکنم  ** نیک‌خواه مخزن و مالت منم 
  • Değer biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?
  • چون روا دارم که مثل این گهر  ** که نیاید در بها گردد هدر 
  • Padişah vezirin sözünü takdir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padişah, inciyi ondan aldı. 4040
  • گفت شاباش و بدادش خلعتی  ** گوهر از وی بستد آن شاه و فتی 
  • O cömert padişah, vezire giydiği elbiselerden başka daha ince ağır elbiseler verdi.
  • کرد ایثار وزیر آن شاه جود  ** هر لباس و حله کو پوشیده بود 
  • Onları bir müddet söze tuttu. Yeni şeylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.
  • ساعتیشان کرد مشغول سخن  ** از قضیه تازه و راز کهن 
  • Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi, ne değer acaba?
  • بعد از آن دادش به دست حاجبی  ** که چه ارزد این به پیش طالبی 
  • Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı değerinde. Tanrı, ülkeyi tehlikelerden korusun!
  • گفت ارزد این به نیمه‌ی مملکت  ** کش نگهدارا خدا از مهلکت 
  • Padişah, kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık! 4045
  • گفت بشکن گفت ای خورشیدتیغ  ** بس دریغست این شکستن را دریغ 
  • Değeri şöyle dursun, şu parlaklığa bak. Gündüzün nuru bile ona uymada!
  • قیمتش بگذار بین تاب و لمع  ** که شدست این نور روز او را تبع 
  • Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padişahın hazinesine düşman olurum? Dedi.
  • دست کی جنبد مرا در کسر او  ** که خزینه‌ی شاه را باشم عدو 
  • Padişah, ona elbise verdi, gelirini artırdı. Onun aklını övmeye başladı.
  • شاه خلعت داد ادرارش فزود  ** پس دهان در مدح عقل او گشود 
  • Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı.
  • بعد یک ساعت به دست میر داد  ** در را آن امتحان کن باز داد 
  • O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine ağır elbiseler ihsan etti. 4050
  • او همین گفت و همه میران همین  ** هر یکی را خلعتی داد او ثمین 
  • Elbiselerini artırdı, o aşağılık kişileri yoldan çıkardı, kuyuya attı.
  • جامگیهاشان همی‌افزود شاه  ** آن خسیسان را ببرد از ره به جاه 
  • Elli altmış bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.
  • این چنین گفتند پنجه شصت امیر  ** جمله یک یک هم به تقلید وزیر 
  • Gerçi dünyanın değeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
  • گرچه تقلدست استون جهان  ** هست رسوا هر مقلد ز امتحان 
  • Mücevherin elden ele devrederek Eyaz'a gelmesi. Onun, öbürlerine uymayıp, padişahın vereceği mala mülke aldanmaksızın, elbiselerin çokluğuna ve hataya düşenlerin aklını öğmesine kapılmaksızın mücevheri kırması. Mukallidi müslüman saymak doğru olamaz. Nadir olarak mukallit de, o Tanrı korumasıyla, inanışında dayanır ve bu imtihanlardan selâmetle kurtulur. Çünkü Hak birdir, ona benzeyen ve insanı yanıltan çok zıtlar vardır. Mukallit, o zıddı tanıyamaz, bu yüzden Hakk'ı da tanımaz. Fakat o, Hakk'ı tanımasa bile Hâk, ona inayet gözüyle bakarsa bu tanımazlık, mukallide ziyan vermez.
  • رسیدن گوهر از دست به دست آخر دور به ایاز و کیاست ایاز و مقلد ناشدن او ایشان را و مغرور ناشدن او به گال و مال دادن شاه و خلعتها و جامگیها افزون کردن و مدح عقل مخطان کردن به مکر و امتحان که کی روا باشد مقلد را مسلمان داشتن مسلمان باشد اما نادر باشد کی مقلد ازین امتحانها به سلامت بیرون آید کی ثبات بینایان ندارد الا من عصم الله زیرا حق یکیست و آن را ضد بسیار غلط‌افکن و مشابه حق مقلد چون آن ضد را نشناسد از آن رو حق را نشناخته باشد اما حق با آن ناشناخت او چو او را به عنایت نگاه دارد آن ناشناخت او را زیان ندارد 
  • Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri nedir?
  • ای ایاز اکنون نگویی کین گهر  ** چند می‌ارزد بدین تاب و هنر 
  • Eyaz, söyleyebileceğimden de artık deyince Padişah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahaş et. 4055
  • گفت افزون زانچ تانم گفت من  ** گفت اکنون زود خردش در شکن 
  • Eyaz'ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
  • سنگها در آستین بودش شتاب  ** خرد کردش پیش او بود آن صواب 
  • Belki o saf ve temiz delikanlı, bu işi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki taş gizlemişti.
  • یا به خواب این دیده بود آن پر صفا  ** کرده بود اندر بغل دو سنگ را 
  • Yusuf gibi hani. O da işinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.
  • هم‌چو یوسف که درون قعر چاه  ** کشف شد پایان کارش از اله 
  • Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
  • هر که را فتح و ظفر پیغام داد  ** پیش او یک شد مراد و بی‌مراد 
  • Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savaşmadan ne korkacak? 4060
  • هر که پایندان وی شد وصل یار  ** او چه ترسد از شکست و کارزار 
  • Karşısındakini mat edeceğini iyice bilen, at gitmiş, fil gitmiş, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma şeylerdir.
  • چون یقین گشتش که خواهد کرد مات  ** فوت اسپ و پیل هستش ترهات 
  • At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düşecek o at değil ya.
  • گر برد اسپش هر آنک اسپ‌جوست  ** اسپ رو گو نه که پیش آهنگ اوست 
  • İnsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.
  • مرد را با اسپ کی خویشی بود  ** عشق اسپش از پی پیشی بود 
  • Suretler için bu kadar elem çekme. Suret baş ağrısı olmaksızın mânayı elde et.
  • بهر صورتها مکش چندین زحیر  ** بی‌صداع صورتی معنی بگیر 
  • Zahit, işin sonunu düşünür. Soru, hesab günü hâlim ne olacak diye dertlenir. 4065
  • هست زاهد را غم پایان کار  ** تا چه باشد حال او روز شمار 
  • Ariflerse başlangıçtan, önden haberdardır, sonu düşünme derdinden de kurtulmuşlardır.
  • عارفان ز آغاز گشته هوشمند  ** از غم و احوال آخر فارغ‌اند 
  • Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarış da. Fakat Tanrı takdirini bildiğinden, işin önünden haberdar olduğundan bu bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıştır.
  • بود عارف را همین خوف و رجا  ** سابقه‌دانیش خورد آن هر دو را 
  • Evvelce mercimek ektiğini bildiğinden ne mahsul elde edeceğini de bilir.
  • دید کو سابق زراعت کرد ماش  ** او همی‌داند چه خواهد بود چاش 
  • Ariftir, korkudan da kurtulmuştur, ürkmeden de. Tanrı kılıcı, o hay huyu kesmiş, ikiye bölmüştür.
  • عارفست و باز رست از خوف و بیم  ** های هو را کرد تیغ حق دو نیم 
  • Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarış meydana çıktı. 4070
  • بود او را بیم و اومید از خدا  ** خوف فانی شد عیان گشت آن رجا 
  • Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
  • چون شکست او گوهر خاص آن زمان  ** زان امیران خاست صد بانگ و فغان 
  • Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
  • کین چه بی‌باکیست والله کافرست  ** هر که این پر نور گوهر را شکست 
  • O topluluğun hepsi de körlüklerinden Padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı.
  • وآن جماعت جمله از جهل و عما  ** در شکسته در امر شاه را 
  • Mücevherin değeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıştı.
  • قیمتی گوهر نتیجه‌ی مهر و ود  ** بر چنان خاطر چرا پوشیده شد 
  • Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
  • تشنیع زدن امرا بر ایاز کی چرا شکستش و جواب دادن ایاز ایشان را 
  • Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi? 4075
  • گفت ایاز ای مهتران نامور  ** امر شه بهتر به قیمت یا گهر 
  • Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
  • امر سلطان به بود پیش شما  ** یا که این نیکو گهر بهر خدا 
  • Ey mücevhere bakan, Padişaha aldırış bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde değil!
  • ای نظرتان بر گهر بر شاه نه  ** قبله‌تان غولست و جاده‌ی راه نه 
  • Ben gözümü Padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam.
  • من ز شه بر می‌نگردانم بصر  ** من چو مشرک روی نارم با حجر 
  • Boyalı taşı seçip Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir değer yoktur.
  • بی‌گهر جانی که رنگین سنگ را  ** برگزیند پس نهد شاه مرا 
  • Gül renkli oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş. 4080
  • پشت سوی لعبت گل‌رنگ کن  ** عقل در رنگ‌آورنده دنگ کن 
  • Dereye gir, testiyi taşa çal. Kokuya, renge ateş ver.
  • اندر آ در جو سبو بر سنگ زن  ** آتش اندر بو و اندر رنگ زن 
  • Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
  • گر نه‌ای در راه دین از ره‌زنان  ** رنگ و بو مپرست مانند زنان 
  • Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler.
  • سر فرود انداختند آن مهتران  ** عذرجویان گشه زان نسیان به جان 
  • O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göğe kadar ulaştı.
  • از دل هر یک دو صد آه آن زمان  ** هم‌چو دودی می‌شدی تا آسمان 
  • Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır! 4085
  • کرد اشارت شه به جلاد کهن  ** که ز صدرم این خسان را دور کن 
  • Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler.
  • این خسان چه لایق صدر من‌اند  ** کز پی سنگ امر ما را بشکنند