English    Türkçe    فارسی   

5
612-661

  • O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
  • بر مکن آن پر خلد آرای را  ** بر مکن آن پر ره‌پیمای را 
  • Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
  • چون شنید این پند در وی بنگریست  ** بعد از آن در نوحه آمد می‌گریست 
  • O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
  • نوحه و گریه‌ی دراز دردمند  ** هر که آنجا بود بر گریه‌ش فکند 
  • Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
  • وآنک می‌پرسید پر کندن ز چیست  ** بی‌جوابی شد پشیمان می‌گریست 
  • Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
  • کز فضولی من چرا پرسیدمش  ** او ز غم پر بود شورانیدمش 
  • Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
  • می‌چکید از چشم تر بر خاک آب  ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب 
  • Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
  • گریه‌ی با صدق بر جانها زند  ** تا که چرخ و عرش را گریان کند 
  • Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
  • عقل و دلها بی‌گمان عرشی‌اند  ** در حجاب از نور عرشی می‌زیند 
  • Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
  • در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوس‌اند هم‌چون هاروت و ماروت در چاه بابل 
  • Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. 620
  • هم‌چو هاروت و چو ماروت آن دو پاک  ** بسته‌اند اینجا به چاه سهمناک 
  • Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
  • عالم سفلی و شهوانی درند  ** اندرین چه گشته‌اند از جرم‌بند 
  • İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
  • سحر و ضد سحر را بی‌اختیار  ** زین دو آموزند نیکان و شرار 
  • Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
  • لیک اول پند بدهندش که هین  ** سحر را از ما میاموز و مچین 
  • Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
  • ما بیاموزیم این سحر ای فلان  ** از برای ابتلا و امتحان 
  • Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz. 625
  • که امتحان را شرط باشد اختیار  ** اختیاری نبودت بی‌اقتدار 
  • İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
  • میلها هم‌چون سگان خفته‌اند  ** اندریشان خیر و شر بنهفته‌اند 
  • Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
  • چونک قدرت نیست خفتند این رده  ** هم‌چو هیزم‌پاره‌ها و تن‌زده 
  • Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
  • تا که مرداری در آید در میان  ** نفخ صور حرص کوبد بر سگان 
  • O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
  • چون در آن کوچه خری مردار شد  ** صد سگ خفته بدان بیدار شد 
  • Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar. 630
  • حرصهای رفته اندر کتم غیب  ** تاختن آورد سر بر زد ز جیب 
  • Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
  • موبه موی هر سگی دندان شده  ** وز برای حیله دم جنبان شده 
  • Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner.
  • نیم زیرش حیله بالا آن غضب  ** چون ضعیف آتش که یابد او حطب 
  • Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.
  • شعله شعله می‌رسد از لامکان  ** می‌رود دود لهب تا آسمان 
  • Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.
  • صد چنین سگ اندرین تن خفته‌اند  ** چون شکاری نیستشان بنهفته‌اند 
  • Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar. 635
  • یا چو بازانند و دیده دوخته  ** در حجاب از عشق صیدی سوخته 
  • Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda dönüp dolaşmaya başlar.
  • تا کله بردارد و بیند شکار  ** آنگهان سازد طواف کوهسار 
  • Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
  • شهوت رنجور ساکن می‌بود  ** خاطر او سوی صحت می‌رود 
  • Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir.
  • چون ببیند نان و سیب و خربزه  ** در مصاف آید مزه و خوف بزه 
  • Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.
  • گر بود صبار دیدن سود اوست  ** آن تهیج طبع سستش را نکوست 
  • Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ! 640
  • ور نباشد صبر پس نادیده به  ** تیر دور اولی ز مرد بی‌زره 
  • Tavus kuşunun cevap vermesi
  • جواب گفتن طاوس آن سایل را 
  • Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın.
  • چون ز گریه فارغ آمد گفت رو  ** که تو رنگ و بوی را هستی گرو 
  • Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela gelip çatmada.
  • آن نمی‌بینی که هر سو صد بلا  ** سوی من آید پی این بالها 
  • Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar.
  • ای بسا صیاد بی‌رحمت مدام  ** بهر این پرها نهد هر سوم دام 
  • Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.
  • چند تیرانداز بهر بالها  ** تیر سوی من کشد اندر هوا 
  • Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok. 645
  • چون ندارم زور و ضبط خویشتن  ** زین قضا و زین بلا و زین فتن 
  • Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.
  • آن به آید که شوم زشت و کریه  ** تا بوم آمن درین کهسار و تیه 
  • Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya uğratır.
  • این سلاح عجب من شد ای فتی  ** عجب آرد معجبان را صد بلا 
  • Hünerler, anlayışlı olmak ve dünya malını elde etmek, tavusun kanatları gibi insanın canına düşmandır
  • بیان آنک هنرها و زیرکیها و مال دنیا هم‌چون پرهای طاوس عدو جانست 
  • Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
  • پس هنر آمد هلاکت خام را  ** کز پی دانه نبیند دام را 
  • İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.
  • اختیار آن را نکو باشد که او  ** مالک خود باشد اندر اتقوا 
  • Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak. 650
  • چون نباشد حفظ و تقوی زینهار  ** دور کن آلت بینداز اختیار 
  • Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü başıma kastetmede.
  • جلوه‌گاه و اختیارم آن پرست  ** بر کنم پر را که در قصد سرست 
  • Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düşüncelere sevk etmez.
  • نیست انگارد پر خود را صبور  ** تا پرش در نفکند در شر و شور 
  • Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
  • پس زیانش نیست پر گو بر مکن  ** گر رسد تیری به پیش آرد مجن 
  • Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum.
  • لیک بر من پر زیبا دشمنیست  ** چونک از جلوه‌گری صبریم نیست 
  • Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı. 655
  • گر بدی صبر و حفاظم راه‌بر  ** بر فزودی ز اختیارم کر و فر 
  • Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz değildir.
  • هم‌چو طفلم یا چو مست اندر فتن  ** نیست لایق تیغ اندر دست من 
  • Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu.
  • گر مرا عقلی بدی و منزجر  ** تیغ اندر دست من بودی ظفر 
  • Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle kılıç vurmasın.
  • عقل باید نورده چون آفتاب  ** تا زند تیغی که نبود جز صواب 
  • Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya atmayayım?
  • چون ندارم عقل تابان و صلاح  ** پس چرا در چاه نندازم سلاح 
  • Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum. 660
  • در چه اندازم کنون تیغ و مجن  ** کین سلاح خصم من خواهد شدن 
  • Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır onunla beni yaralar.
  • چون ندارم زور و یاری و سند  ** تیغم او بستاند و بر من زند