English    Türkçe    فارسی   

5
679-728

  • Suret ateşi karanlığı gidermek için mum suretinde durur.
  • هست اندر دفع ظلمت آشکار  ** آتش صورت به مومی پایدار 
  • Beden mumu şu görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar. 680
  • برخلاف موم شمع جسم کان  ** تا شود کم گردد افزون نور جان 
  • Bu ebedi ışıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi, Allah’ya aittir.
  • این شعاع باقی و آن فانیست  ** شمع جان را شعله‌ی ربانیست 
  • Ateşten meydana gelen şu ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan uzaklaşmıştır.
  • این زبانه‌ی آتشی چون نور بود  ** سایه‌ی فانی شدن زو دور بود 
  • Bulutun gölgesi yere düşer. Fakat gölge, ayla düşüp kalkmaz.
  • ابر را سایه بیفتد در زمین  ** ماه را سایه نباشد همنشین 
  • A bahtı yaver kişi, kendinden geçmek, bulutsuz bir jale gelmektir. Kendinden geçtin mi değirmi aya benzersin.
  • بی‌خودی بی‌ابریست ای نیک‌خواه  ** باشی اندر بی‌خودی چون قرص ماه 
  • Fakat rüzgâr bir bulutu sürüp getirdi mi o vakit Ay'ın nûru gider ve ancak bir hayal kalır. (TM) 685
  • باز چون ابری بیاید رانده  ** رفت نور از مه خیالی مانده 
  • Bulut ardında kalmasından o Ay'ın nûru zayıflar, tam ay halinde iken yeni hilâlden daha zayıf olur. (TM)
  • از حجاب ابر نورش شد ضعیف  ** کم ز ماه نو شد آن بدر شریف 
  • Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi görünür. İşte beden bulutu da bizi hayal düşüncesine sürer.
  • مه خیالی می‌نماید ز ابر و گرد  ** ابر تن ما را خیال‌اندیش کرد 
  • Ayın lutfuna bak ki bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar düşmanımızdır demiştir.
  • لطف مه بنگر که این هم لطف اوست  ** که بگفت او ابرها ما را عدوست 
  • Ay, ne buluta aldırış eder, ne toza. O, göğün yücesindedir.
  • مه فراغت دارد از ابر و غبار  ** بر فراز چرخ دارد مه مدار 
  • Bulut bizim canımıza düşmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler. 690
  • ابر ما را شد عدو و خصم جان  ** که کند مه را ز چشم ما نهان 
  • Bu perde, huriyi Zâl gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha noksan bir hale getirir.
  • حور را این پرده زالی می‌کند  ** بدر را کم از هلالی می‌کند 
  • Ay bizi yücelik kucağına oturtmuş, düşmanımızı kendi düşmanı saymıştır.
  • ماه ما را در کنار عز نشاند  ** دشمن ما را عدوی خویش خواند 
  • Bulutun letafeti ve parlaklığı da yandandır. Fakat buluta ay diyen hayli yol sapıtmıştır.
  • تاب ابر و آب او خود زین مهست  ** هر که مه خواند ابر را بس گمرهست 
  • Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara yüzünü ay gibi parlatır.
  • نور مه بر ابر چون منزل شدست  ** روی تاریکش ز مه مبدل شدست 
  • Gerçi ayla aynı renge boyanmıştır. Bu da bir devlettir ama buluttaki o nur, eğretidir. 695
  • گرچه همرنگ مهست و دولتیست  ** اندر ابر آن نور مه عاریتیست 
  • Kıyamette güneş de kalmaz, ay da. Göz ışığın aslı ile meşgul olur.
  • در قیامت شمس و مه معزول شد  ** چشم در اصل ضیا مشغول شد 
  • Bu suretle temelli mülkle eğreti mülk seçilir. Şu fani konak, karar yurdundan ayrılır.
  • تا بداند ملک را از مستعار  ** وین رباط فانی از دارالقرار 
  • Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucağına al.
  • دایه عاریه بود روزی سه چار  ** مادرا ما را تو گیر اندر کنار 
  • Kanadım buluttur. O, perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Allah lütfiyle letafet kazanır.
  • پر من ابرست و پرده‌ست و کثیف  ** ز انعکاس لطف حق شد او لطیف 
  • Kanadımı yolayım, onu güzelliğini yolumdan atayım da aynı güzelliğini yine aydan seyredeyim. 700
  • بر کنم پر را و حسنش را ز راه  ** تا ببینم حسن مه را هم ز ماه 
  • Ben dadı istemem, ana daha hoş. Ben Musa’yım benim dadım anamdır.
  • من نخواهم دایه مادر خوشترست  ** موسی‌ام من دایه‌ی من مادرست 
  • Ben, aynı lutfunu vasıtayla elde etmek istemem. Çünkü bu ilgi, nicelerin helakine sebep oldu.
  • من نخواهم لطف مه از واسطه  ** که هلاک قوم شد این رابطه 
  • Yahut da bulut, Tanrı yolunda yok olur da artık ayın yüzüne perdelik etmez.
  • یا مگر ابری شود فانی راه  ** تا نگردد او حجاب روی ماه 
  • Suretini yokluk şeklinde gösterir. Peygamberlerle velilerin tenleri gibi.
  • صورتش بنماید او در وصف لا  ** هم‌چو جسم انبیا و اولیا 
  • O çeşit bulut, perdelik etmez. Hatta mana bakımından perdelik etmesi bile faydalıdır. 705
  • آنچنان ابری نباشد پرده‌بند  ** پرده‌در باشد به معنی سودمند 
  • Nitekim aydın sabahta katralar yağar, fakat gökte bulut yoktur.
  • آن‌چنان که اندر صباح روشنی  ** قطره می‌بارید و بالا ابر نی 
  • O yağmur yağışı Peygamberin mucizesi idi. Bulut mahvoldu, gökyüzü rengini aldı.
  • معجزه‌ی پیغامبری بود آن سقا  ** گشته ابر از محو هم‌رنگ سما 
  • Buluttu ama ondan bulut huyu gitmişti. Aşığın bedeni de sabırla böyle olur işte.
  • بود ابر و رفته از وی خوی ابر  ** این چنین گردد تن عاشق به صبر 
  • Bedendir ama bedenliği kaybolmuştur, değişmiştir, ondan renk de gitmiştir, koku da.
  • تن بود اما تنی گم گشته زو  ** گشته مبدل رفته از وی رنگ و بو 
  • Kanat başkasının, baş bana lazım. Baş, duygu, görgü yurdudur ve bedenin direğidir. 710
  • پر پی غیرست و سر از بهر من  ** خانه‌ی سمع و بصر استون تن 
  • Başkasının avı için can feda etmeyi mutlak küfür, hayırdan ümitsizlik bil.
  • جان فدا کردن برای صید غیر  ** کفر مطلق دان و نومیدی ز خیر 
  • Kendine gel, dudu kuşlarının önündeki şekere benzeme. Zehire benze de ziyandan kurtul.
  • هین مشو چون قند پیش طوطیان  ** بلک زهری شو شو آمن از زیان 
  • Yahut da neşelen hitabını duymak için kendini köpeklerin önündeki ölüye benzet.
  • یا برای شادباشی در خطاب  ** خویش چون مردار کن پی کلاب 
  • Hızır da bu gemiyi, zaptedecek kimseden kurtarmak için deldi.
  • پس خضر کشتی برای این شکست  ** تا که آن کشتی ز غاصب باز رست 
  • “Yokluk benim iftiharımdır” sözü, onun için yüce bir söz oldu, tamahkarlardan gani Tanrı’ya kaçmama yol açtı. 715
  • فقر فخری بهر آن آمد سنی  ** تا ز طماعان گریزم در غنی 
  • Mamurelerde oturanların hırsından kurtulmak için defineleri, yıkık yerlere gömerler.
  • گنجها را در خرابی زان نهند  ** تا ز حرص اهل عمران وا رهند 
  • Kanadını yolmayı bilmiyorsan yürü, halvete gir de bütün kanatlarını şuna buna harcatma.
  • پر نتانی کند رو خلوت گزین  ** تا نگردی جمله خرج آن و این 
  • Çünkü sen hem lokmasın, hem lokmayı yiyen. Ey can, aklını başına al, hem yiyorsun hem yeniyorsun!
  • زآنک تو هم لقمه‌ای هم لقمه‌خوار  ** آکل و ماکولی ای جان هوش‌دار 
  • Tanrı’dan başka her şey hem yer hem yenir. Çekirge avlamakta olan ve ardında onu avlamaya kalkışan aç doğan kuşundan gafil bulunan kuş gibi. Şimdi ey Ademoğlu, sen yiyor ve avlanıyorsun ama seni de avlayacak ve yiyecek olandan emin olma. Onu baş gözüyle göremiyorsan can ve ibret gözüyle gör de sırrın gözü açılsın
  • در بیان آنک ما سوی الله هر چیزی آکل و ماکولست هم‌چون آن مرغی کی قصد صید ملخ می‌کرد و به صید ملخ مشغول می‌بود و غافل بود از باز گرسنه کی از پس قفای او قصد صید او داشت اکنون ای آدمی صیاد آکل از صیاد و آکل خود آمن مباش اگر چه نمی‌بینیش به نظر چشم به نظر دلیل و عبرتش می‌بین تا چشم نیز باز شدن 
  • Bir kuşcağız kurt avlıyordu kedi fırsat bulup onu kapıverdi.
  • مرغکی اندر شکار کرم بود  ** گربه فرصت یافت او را در ربود 
  • Yiyordu, yeniyordu, fakat kendisi avlanırken başka bir avcıdan haberi bile yoktu. 720
  • آکل و ماکول بود و بی‌خبر  ** در شکار خود ز صیادی دگر 
  • Hırsız, bir kumaşı çalmaktadır ama şahne de, hırsızın düşmanları ile beraber ardındadır.
  • دزد گرچه در شکار کاله‌ایست  ** شحنه با خصمانش در دنباله‌ایست 
  • Hırsızın aklı, pılı pırtıda, kilitte ve kapıdadır. Şahneden ve seher çağından ah edeceğinden gafildir.
  • عقل او مشغول رخت و قفل و در  ** غافل از شحنه‌ست و از آه سحر 
  • Sevdasına öyle dalmıştır ki kendisini arayandan haberi bile yoktur.
  • او چنان غرقست در سودای خود  ** غافلست از طالب و جویای خود 
  • Bir ot, arı duru bir suyu içti mi derhal bir hayvan gelir, onu otlar yer.
  • گر حشیش آب و هوایی می‌خورد  ** معده‌ی حیوانش در پی می‌چرد 
  • O ot, hem yer, hem yenir. Tanrı’dan her varlık böyledir işte. 725
  • آکل و ماکول آمد آن گیاه  ** هم‌چنین هر هستیی غیر اله 
  • Tanrı “Sizi doyurur, fakat kendi yemek yemez” Tanrı ne yenir ne yer. O, et ve deri değildir.
  • و هو یطعمکم و لا یطعم چو اوست  ** نیست حق ماکول و آکل لحم و پوست 
  • Yiyen ve yenilen, pusuya gizlenmiş bulunan bir yiyiciden nasıl emin olabilir?
  • آکل و ماکول کی ایمن بود  ** ز آکلی که اندر کمین ساکن بود 
  • Yenen şeylerin emin olması, sonunda yas ve matem verir. Yürü, yemeyen içmeyen Tanrı’nın tapısına git.
  • امن ماکولان جذوب ماتمست  ** رو بدان درگاه کو لا یطعم است