English    Türkçe    فارسی   

6
1286-1335

  • Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
  • عالم خاموشی آید پیش بیست  ** وای آنک در درون انسیش نیست 
  • Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
  • صیقلی کن یک دو روزی سینه را  ** دفتر خود ساز آن آیینه را 
  • Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
  • که ز سایه‌ی یوسف صاحب‌قران  ** شد زلیخای عجوز از سر جوان 
  • Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
  • می‌شود مبدل به خورشید تموز  ** آن مزاح بارد برد العجوز 
  • Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir. 1290
  • می‌شود مبدل بسوز مریمی  ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی 
  • A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
  • ای عجوزه چند کوشی با قضا  ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی 
  • Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
  • چون رخت را نیست در خوبی امید  ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد 
  • Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
  • حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید 
  • Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
  • آن یکی رنجور شد سوی طبیب  ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب 
  • İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.
  • که ز نبض آگه شوی بر حال دل  ** که رگ دستست با دل متصل 
  • Kalp görünmez, kayıptır. Onun hali, nabızdan anlaşılır, çünkü nabızla ilişiği vardır. 1295
  • چونک دل غیبست خواهی زو مثال  ** زو بجو که با دلستش اتصال 
  • Ey emin kişi, yel de gizlidir; kopardığı tozdan, uçurduğu yapraklardan anlaşılır.
  • باد پنهانست از چشم ای امین  ** در غبار و جنبش برگش ببین 
  • Sağdan mı esiyor, soldan mı? Onu sana yaprakların hareketi söyler.
  • کز یمینست او وزان یا از شمال  ** جنبش برگت بگوید وصف حال 
  • Gönül sarhoşluğu nerededir? Görmezsin. Onu nergise benzeyen mahmur gözlerde ara.
  • مستی دل را نمی‌دانی که کو  ** وصف او از نرگس مخمور جو 
  • Allahnın zatından da uzak olduğun için onu peygamberlerle mucizelerden bile bilirsin.
  • چون ز ذات حق بعیدی وصف ذات  ** باز دانی از رسول و معجزات 
  • Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder. 1300
  • معجزاتی و کراماتی خفی  ** بر زند بر دل ز پیران صفی 
  • Onların gönüllerinde yüzlerce hazır kıyamet vardır... En aşağısı şudur: Komşuları sarhoş olur.
  • که درونشان صد قیامت نقد هست  ** کمترین آنک شود همسایه مست 
  • Kutlu bir kişinin yanına göçen talihli, Allah ile düşüp kalkıyor demektir.
  • پس جلیس الله گشت آن نیک‌بخت  ** کو به پهلوی سعیدی برد رخت 
  • Cansız şeylere tesir eden mucize ya sopa ( nın ejderha olması) dır, ya deniz(in bölünmesi) dir, yahut da ayın ikiye ayrılışı.
  • معجزه کان بر جمادی زد اثر  ** یا عصا با بحر یا شق‌القمر 
  • Fakat vasıtasız olarak cana tesir ederse gizlice bir ilgiyle ilgilenir.
  • گر ترا بر جان زند بی‌واسطه  ** متصل گردد به پنهان رابطه 
  • Mucize ve kerametlerin cansız şeylere tesiri eğretidir,geçip gider.Fakat ruha tesiri daimidir, birbiri ardınca ulanır durur. 1305
  • بر جمادات آن اثرها عاریه‌ست  ** از پی روح خوش متواریه‌ست 
  • Bu suretle o cansız şeyden adamın gönlüne tesir eder. Ne hoştur hamur heyulası olmayan ekmek.
  • تا از آن جامد اثر گیرد ضمیر  ** حبذا نان بی‌هیولای خمیر 
  • Ne hoştur Mesih’in hiç eksilmeyen sofrası, ne hoştur Meryem’in bağsız, bahçesiz yetişen meyvesi.
  • حبذا خوان مسیحی بی‌کمی  ** حبذا بی‌باغ میوه‌ی مریمی 
  • Kamil erin canından kopup gelen mucizeler, talibin canına, gönlüne hayat gibi tesir eder.
  • بر زند از جان کامل معجزات  ** بر ضمیر جان طالب چون حیات 
  • Mucize denizdir, nakıs kişiyse karada yaşayan kuş. Suda yaşayan kuş, helâk olmadan emindir.
  • معجزه بحرست و ناقص مرغ خاک  ** مرغ آبی در وی آمن از هلاک 
  • Her namahremin canını âciz eder, fakat hem dem olan kişinin canına kudret bağışlar. 1310
  • عجزبخش جان هر نامحرمی  ** لیک قدرت‌بخش جان هم‌دمی 
  • İçinde bu kutluluğu bulamazsan her an zahirden istidlalde bulun.
  • چون نیابی این سعادت در ضمیر  ** پس ز ظاهر هر دم استدلال گیر 
  • Tesirler, insanın duygularında görünür durur. Bunlar, tesir edeni haber verirler.
  • که اثرها بر مشاعر ظاهرست  ** وین اثرها از مثر مخبرست 
  • Her ilâcın manâsı hakikati, her hünerin sanatı, sihri gibi gizlidir.
  • هست پنهان معنی هر داروی  ** هم‌چو سحر و صنعت هر جادوی 
  • Fakat yaptığı işe ve eserlerine bakarsan hakikati gizli olmakla beraber onu meydana çıkarırsın.
  • چون نظر در فعل و آثارش کنی  ** گرچه پنهانست اظهارش کنی 
  • İçinde gizli olan kuvvet, fiile gelince açığa çıkar, görünür. 1315
  • قوتی کان اندرونش مضمرست  ** چون به فعل آید عیان و مظهرست 
  • Bunların hepsi, sana eserleriyle görünür de nasıl olur. Allah, eserleriyle görünmez?
  • چون به آثار این همه پیدا شدت  ** چون نشد پیدا ز تاثیر ایزدت 
  • Sebeplerle tesirler, iç ve kabuk değil mi? Araştırırsan hepsi de onun eserleri değil mi?
  • نه سببها و اثرها مغز و پوست  ** چون بجویی جملگی آثار اوست 
  • Eserlerine bakıyor da bazı şeyleri seviyorsun, peki, neden eserleri bağışlayandan haberin yok?
  • دوست گیری چیزها را از اثر  ** پس چرا ز آثاربخشی بی‌خبر 
  • Bir hayale kapılıp halkı seviyorsun da doğu ve batının padişahını nasıl sevmiyorsun?
  • از خیالی دوست گیری خلق را  ** چون نگیری شاه غرب و شرق را 
  • Ey ulu kişi, bu sözün sonu gelmez. Bu husustaki hırsımız da dilerim bitmesin. 1320
  • این سخن پایان ندارد ای قباد  ** حرص ما را اندرین پایان مباد 
  • Hasta hikâyesi
  • رجوع به قصه‌ی رنجور 
  • Dön de hasta hikâyesini söyle, ayıpları örten hekimle macerasını anlat.
  • باز گرد و قصه‌ی رنجور گو  ** با طبیب آگه ستارخو 
  • Hekim, hastanın nabzını tutup halini anladı. İyileşme ümidi hiç yoktu.
  • نبض او بگرفت و واقف شد ز حال  ** که امید صحت او بد محال 
  • Dedi ki: Gönlün ne dilerse onu yap da bedenindeki bu eski dert gitsin.
  • گفت هر چت دل بخواهد آن بکن  ** تا رود از جسمت این رنج کهن 
  • Hatırına ne gelirse yap, geri durma da sabır ve perhiz, sana eziyet vermesin.
  • هرچه خواهد خاطر تو وا مگیر  ** تا نگردد صبر و پرهیزت زحیر 
  • Bil ki sabır ve perhiz, bu hastalığa ziyandır, gönlüne geleni yap. 1325
  • صبر و پرهیز این مرض را دان زیان  ** هرچه خواهد دل در آرش در میان 
  • Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
  • این چنین رنجور را گفت ای عمو  ** حق تعالی اعملوا ما شتم 
  • Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
  • گفت رو هین خیر بادت جان عم  ** من تماشای لب جو می‌روم 
  • Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.
  • بر مراد دل همی‌گشت او بر آب  ** تا که صحت را بیابد فتح باب 
  • Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
  • بر لب جو صوفیی بنشسته بود  ** دست و رو می‌شست و پاکی می‌فزود 
  • Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu. 1330
  • او قفااش دید چون تخییلیی  ** کرد او را آرزوی سیلیی 
  • Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
  • بر قفای صوفی حمزه‌پرست  ** راست می‌کرد از برای صفع دست 
  • Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
  • کارزو را گر نرانم تا رود  ** آن طبیبم گفت کان علت شود 
  • Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
  • سیلیش اندر برم در معرکه  ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
  • تهلکه‌ست این صبر و پرهیز ای فلان  ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران 
  • Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı. 1335
  • چون زدش سیلی برآمد یک طراق  ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق