English    Türkçe    فارسی   

6
1964-2013

  • Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
  • سخت جانی باید این فن را چو تو  ** تو که داری جان سخت این را بجو 
  • Bulursan ne âlâ, onu sana helâl ettim. Bulamazsan yorulmazsın, kazar durursun! 1965
  • گر نیابی نبودت هرگز ملال  ** ور بیابی آن به تو کردم حلال 
  • Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
  • عقل راه ناامیدی کی رود  ** عشق باشد کان طرف بر سر دود 
  • Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
  • لاابالی عشق باشد نی خرد  ** عقل آن جوید کز آن سودی برد 
  • Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
  • ترک‌تاز و تن‌گداز و بی‌حیا  ** در بلا چون سنگ زیر آسیا 
  • Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
  • سخت‌رویی که ندارد هیچ پشت  ** بهره‌جویی را درون خویش کشت 
  • Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur. 1970
  • پاک می‌بازد نباشد مزدجو  ** آنچنان که پاک می‌گیرد ز هو 
  • Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
  • می‌دهد حق هستیش بی‌علتی  ** می‌سپارد باز بی‌علت فتی 
  • Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
  • که فتوت دادن بی علتست  ** پاک‌بازی خارج هر ملتست 
  • Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
  • زانک ملت فضل جوید یا خلاص  ** پاک بازانند قربانان خاص 
  • Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
  • نی خدا را امتحانی می‌کنند  ** نی در سود و زیانی می‌زنند 
  • Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
  • باز دادن شاه گنج‌نامه را به آن فقیر کی بگیر ما از سر این برخاستیم 
  • O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince; 1975
  • چونک رقعه‌ی گنج پر آشوب را  ** شه مسلم داشت آن مکروب را 
  • Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.
  • گشت آمن او ز خصمان و ز نیش  ** رفت و می‌پیچید در سودای خویش 
  • İnsanı dertlere düşüren aşka yâr oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder.
  • یار کرد او عشق درداندیش را  ** کلب لیسد خویش ریش خویش را 
  • Aşk ıstırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur. Âşığa âlemde bir tek mahrem bile bulunmaz.
  • عشق را در پیچش خود یار نیست  ** محرمش در ده یکی دیار نیست 
  • Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
  • نیست از عاشق کسی دیوانه‌تر  ** عقل از سودای او کورست و کر 
  • Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur. 1980
  • زآنک این دیوانگی عام نیست  ** طب را ارشاد این احکام نیست 
  • Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.
  • گر طبیبی را رسد زین گون جنون  ** دفتر طب را فرو شوید به خون 
  • Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir.
  • طب جمله‌ی عقلها منقوش اوست  ** روی جمله دلبران روپوش اوست 
  • Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.
  • روی در روی خود آر ای عشق‌کیش  ** نیست ای مفتون ترا جز خویش خویش 
  • O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.”
  • قبله از دل ساخت آمد در دعا  ** لیس للانسان الا ما سعی 
  • Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti. 1985
  • پیش از آن کو پاسخی بشنیده بود  ** سالها اندر دعا پیچیده بود 
  • İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.
  • بی‌اجابت بر دعاها می‌تنید  ** از کرم لبیک پنهان می‌شنید 
  • O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu.
  • چونک بی‌دف رقص می‌کرد آن علیل  ** ز اعتماد جود خلاق جلیل 
  • Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama.
  • سوی او نه هاتف و نه پیک بود  ** گوش اومیدش پر از لبیک بود 
  • Ümidi, dilsiz, sessiz “gel” demekteydi. O dâvet, gönlünden usancı silip süpürüyordu.
  • بی‌زبان می‌گفت اومیدش تعال  ** از دلش می‌روفت آن دعوت ملال 
  • Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır. 1990
  • آن کبوتر را که بام آموختست  ** تو مخوان می‌رانش کان پر دوختست 
  • Ey hak Ziyası Hüsameddin, onu kovsan da seninle buluştuğu için can kanadı bitmiştir;
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین برانش  ** کز ملاقات تو بر رستست جانش 
  • Kovsan da can kuşu, sebepsiz olarak senin damının etrafında döner dolaşır.
  • گر برانی مرغ جانش از گزاف  ** هم بگرد بام تو آرد طواف 
  • Onun yiyeceği ,içeceği, konacağı yer, hep senin damındır. Yücelerde kanat çırpar ama tuzağına âşıktır.
  • چینه و نقلش همه بر بام تست  ** پر زنان بر اوج مست دام تست 
  • Hattâ ruh, bir an hırsızlamacasına o fütuhattan dolayı sana şükretmese, münkir olsa.
  • گر دمی منکر شود دزدانه روح  ** در ادای شکرت ای فتح و فتوح 
  • Durup dinlenmeden kin güden aşk sahnesi, derhal o inkâr eden göğüse ateş dolu bir leğen koyuverir. 1995
  • شحنه‌ی عشق مکرر کینه‌اش  ** طشت آتش می‌نهد بر سینه‌اش 
  • Aya gel, tozdan vazgeç. Aşk padişahı seni çağırmada, çabuk dön der.
  • که بیا سوی مه و بگذر ز گرد  ** شاه عشقت خواند زوتر باز گرد 
  • Ben, güvercin gibi sarhoşçasına bu damın, bu güvercinliğin etrafında kanat çırpmaktayım.
  • گرد این بام و کبوترخانه من  ** چون کبوتر پر زنم مستانه من 
  • Aşk Cebrailiyim, Sidre’m sensin. İlletliyim, Meryem oğlu İsa sensin bana.
  • جبرئیل عشقم و سدره‌م توی  ** من سقیمم عیسی مریم توی 
  • O inciler saçan denizi coştur. Şu hastayı bu gün bir hoşça sor, soruştur!
  • جوش ده آن بحر گوهربار را  ** خوش بپرس امروز این بیمار را 
  • Çünkü sen, onunsun, deniz de onundur. Bu an, onun nöbet zamanıdır ama aldırma. 2000
  • چون تو آن او شدی بحر آن اوست  ** گرچه این دم نوبت بحران اوست 
  • Zaten bu, onun meydana getirdiği bir feryattan ibarettir. Yarabbi, sen gizli olanı koru, onu meydana çıkarma.
  • این خود آن ناله‌ست کو کرد آشکار  ** آنچ پنهانست یا رب زینهار 
  • Ney gibi iki ağzımız var. Bir ağız, onun dudaklarında gizli.
  • دو دهان داریم گویا هم‌چو نی  ** یک دهان پنهانست در لبهای وی 
  • Öbür ağız, size görünmede, feryat etmede, havaya bir hay huydur salmada.
  • یک دهان نالان شده سوی شما  ** های هویی در فکنده در هوا 
  • Fakat can gözü açık olan bilir ki bu baştan çıkan feryat da o baştan çıkmadadır.
  • لیک داند هر که او را منظرست  ** که فغان این سری هم زان سرست 
  • Neyin bu feryadı, onun soluklarından. Ruhun hay huyu, onun hay huylarından. 2005
  • دمدمه‌ی این نای از دمهای اوست  ** های هوی روح از هیهای اوست 
  • Ney, onun dudakları ile hemdem olmasaydı âlemi şekerle doldurabilir miydi?
  • گر نبودی با لبش نی را سمر  ** نی جهان را پر نکردی از شکر 
  • Kiminle yattın, hangi tarafından kalktın da böyle deniz gibi coşup köpürmedesin?
  • با کی خفتی وز چه پهلو خاستی  ** که چنین پر جوش چون دریاستی 
  • Yahut da “Ben rabbime konuk olurum” hâdisini okudun, ateş denizinin ta içine atıldın.
  • یا ابیت عند ربی خواندی  ** در دل دریای آتش راندی 
  • Fakat “ey ateş, soğu” nârası, ey kendisine uyulan zat, senin canını korudu.
  • نعره‌ی یا نار کونی باردا  ** عصمت جان تو گشت ای مقتدا 
  • Ey hak Ziyası, din ve gönlün Husam’ı! Hiç güneş, balçıkla sıvanır mı? 2010
  • ای ضیاء الحق حسام دین و دل  ** کی توان اندود خورشیدی به گل 
  • Bu toprak parçaları, senin güneşini örtmek istediler ama,
  • قصد کردستند این گل‌پاره‌ها  ** که بپوشانند خورشید ترا 
  • Dağların gönlündeki lâ’l madenleri, sana delâlet etmede. Bağlar, bahçeler, senin gülümsemelerinle dopdolu.
  • در دل که لعلها دلال تست  ** باغها از خنده مالامال تست 
  • Senin erliğine mahrem olacak Rüstem nerede ki senin yüzlerce harmanından bir buğday tanesini söylemeye kalkayım.
  • محرم مردیت را کو رستمی  ** تا ز صد خرمن یکی جو گفتمی