English    Türkçe    فارسی   

6
3219-3268

  • İki gördün mü iki taraftan kalırsın. Pabuca bir ateştir düşer, pabuç da yanar gider.
  • چون دو دیدی ماندی از هر دو طرف  ** آتشی در خف فتاد و رفت خف 
  • İki gören, kaş şehrindeki garibe benzer. Adı Ömer’di. Bu sebeple onu, bir dükkândan öbür dükkâna gönderiyorlardı. Bütün dükkânların, Ömer’e ekmek satmamak bakımından bir olduğunu anlamıyordu. Ben yanlış söyledim, adını Ömer değil diyeyim de tövbe edeyim, şu dükkâna varır böyle dersem yalnız o dükkândan değil, bütün dükkânlardan ekmek alabilirim.. Fakat böyle demez de yine adım Ömer kalırsa bu dükkândan başka yere başvursam da faydasız. Hepsinden de mahrum kalırım. Çünkü şaşıyım, bu dükkânları birbirinden ayrı sandım demedi.
  • مثل دوبین هم‌چو آن غریب شهر کاش عمر نام کی از یک دکانش به سبب این به آن دکان دیگر حواله کرد و او فهم نکرد کی همه دکان یکیست درین معنی کی به عمر نان نفروشند هم اینجا تدارک کنم من غلط کردم نامم عمر نیست چون بدین دکان توبه و تدارک کنم نان یابم از همه دکان‌های این شهر و اگر بی‌تدارک هم‌چنین عمر نام باشم ازین دکان در گذرم محرومم و احولم و این دکان‌ها را از هم جدا دانسته‌ام 
  • Kâş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse sana lavaş satmaz. 3220
  • گر عمر نامی تو اندر شهر کاش  ** کس بنفروشد به صد دانگت لواش 
  • Bir dükkâna gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek satın dedin mi.
  • چون به یک دکان بگفتی عمرم  ** این عمر را نان فروشید از کرم 
  • Dükkâncı der ki: yürü öbür dükkâna git oradaki bir ekmek buradaki elli ekmekten iyidir.
  • او بگوید رو بدان دیگر دکان  ** زان یکی نان به کزین پنجاه نان 
  • Adam şaşı olmasa başka dükkân yok ki derdi.
  • گر نبودی احول او اندر نظر  ** او بگفتی نیست دکانی دگر 
  • Onun şaşılığı gitse de nuru, Kâş’lının gönlüne vursaydı o vakit de Ömer, Ali olurdu.
  • پس ردی اشراق آن نااحولی  ** بر دل کاشی شدی عمر علی 
  • Fakat bu dükkâncı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye bağırır bu Ömer’e ekmek sat. 3225
  • این ازینجا گوید آن خباز را  ** این عمر را نان فروش ای نانبا 
  • O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve uzak bir dükkâna yollar.
  • چون شنید او هم عمر نان در کشید  ** پس فرستادت به دکان بعید 
  • Arkadaş diye bağırır bu Ömer’e ekmek ver. Yani sesimi duyda sırrımı anla demek ister.
  • کین عمر را نان ده ای انباز من  ** راز یعنی فهم کن ز آواز من 
  • O da seni ekmek almak için Ömer geliyor diye oradan başka bir dükkâna yollar.
  • او همت زان سو حواله می‌کند  ** هین عمر آمد که تا بر نان زند 
  • Bir dükkânda Ömer’im dedin mi yürü bütün Kâşan’ı gez, ekmekten mahrumsun.
  • چون به یک دکان عمر بودی برو  ** در همه کاشان ز نان محروم شو 
  • Fakat bir dükkânda Ali’yin dedin mi oracıkta ekmeği parasız zahmetsiz alıver. 3230
  • ور به یک دکان علی گفتی بگیر  ** نان ازینجا بی‌حواله و بی‌زحیر 
  • Biri iki gören şaşı bile zevkten mahrum olur. Halbuki sen biri on görüyorsun ey anasını satan!
  • احول دو بین چو بی‌بر شد ز نوش  ** احول ده بینی ای مادر فروش 
  • Kâşan olan bir yeryüzünde şaşkınlığından Ali olmadınsa Ömer gibi gez dolan gayrı.
  • اندرین کاشان خاک از احولی  ** چون عمر می‌گرد چو نبوی علی 
  • Hadi hayra karşı bu yıkık manastırda şaşıya yeniden yeniye göçler vardır.
  • هست احول را درین ویرانه دیر  ** گوشه گوشه نقل نو ای ثم خیر 
  • Fakat hakkı tanıyan gören iki göze sahip olursan iki âlemde dostla dolu görürsün.
  • ور دو چشم حق‌شناس آمد ترا  ** دوست پر بین عرصه‌ی هر دو سرا 
  • Bu korku ve ümitle dolu Kâşan’da oradan oraya yollanmadan kurtulursun. 3235
  • وا رهیدی از حواله‌ی جا به جا  ** اندرین کاشان پر خوف و رجا 
  • Bu ırmakta konca, yahut ağaç gördün meselâ her ırmakta olduğu gibi onu hayal sanma.
  • اندرین جو غنچه دیدی یا شجر  ** هم‌چو هر جو تو خیالش ظن مبر 
  • Bu nakışların aksi, doğrudur ve Tanrı bunlardan sana meyve satar.
  • که ترا از عین این عکس نقوش  ** حق حقیقت گردد و میوه‌فروش 
  • Göz, bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki akisleri görür sepeti meyvelerle dolar.
  • چشم ازین آب از حول حر می‌شود  ** عکس می‌بیند سد پر می‌شود 
  • Şu halde hakikatte bu su değildir bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri görüp soyunmaya kalkışma.
  • پس به معنی باغ باشد این نه آب  ** پس مشو عریان چو بلقیس از حباب 
  • Eşeklerin sırtında çeşit çeşit yükler var kendine gel, bu eşekleri bir sopayla sürme. 3240
  • بار گوناگونست بر پشت خران  ** هین به یک چون این خران را تو مران 
  • Eşeğin birindeki yük Lâal ve mücevherdir öbüründeki yük taş ve mermer.
  • بر یکی خر بار لعل و گوهرست  ** بر یکی خر بار سنگ و مرمرست 
  • Her ırmağı da bir sanma. Bu ırmakta ay gör, ayın aksi deme.
  • بر همه جوها تو این حکمت مران  ** اندرین جو ماه بین عکسش مخوان 
  • Bu, hayvanların içtiği su değil Hızır’ın içtiği Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur.
  • آب خضرست این نه آب دام و دد  ** هر چه اندر روی نماید حق بود 
  • Bu ırmağın dibinde görünen ay, ben ayım, ayın aksi değilim, seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı eden benim der.
  • زین تگ جو ماه گوید من مهم  ** من نه عکسم هم‌حدیث و هم‌رهم 
  • Bu suyun üstünde ne varsa diler onlara el at, diler, suyun içine vuran akislerine. 3245
  • اندرین جو آنچ بر بالاست هست  ** خواه بالا خواه در وی دار دست 
  • Bu suyu, başka sulara kıyas etme. Bu ay yüzlünün ışığına ay de.
  • از دگر جوها مگیر این جوی را  ** ماه دان این پرتو مه‌روی را 
  • Bu sözün sonu gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi, bir hayli ağladı.
  • این سخن پایان ندارد آن غریب  ** بس گریست از درد خواجه شد کیب 
  • Tebriz Kethüdasının, o adamın borcunu bütün Tebrizlilere taksimi, pek az bir para toplanışı. O garibin, muhtesibin mezarına gidip mezar başında halini anlatması ve teveccüh yoluyla ona ahvalini bildirmesi
  • توزیع کردن پای‌مرد در جمله‌ی شهر تبریز و جمع شدن اندک چیز و رفتن آن غریب به تربت محتسب به زیارت و این قصه را بر سر گور او گفتن به طریق نوحه الی آخره 
  • O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi ile dertlendi.
  • واقعه‌ی آن وام او مشهور شد  ** پای مرد از درد او رنجور شد 
  • Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli hararetli o adamın halini anlatmaya başladı.
  • از پی توزیع گرد شهر گشت  ** از طمع می‌گفت هر جا سرگذشت 
  • Fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi. 3250
  • هیچ ناورد از ره کدیه به دست  ** غیر صد دینار آن کدیه‌پرست 
  • Gelip adama hali anlattı. Adam, Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti.
  • پای مرد آمد بدو دستش گرفت  ** شد بگور آن کریم بس شگفت 
  • Dedi ki: bir kula Tanrı muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa
  • گفت چون توفیق یابد بنده‌ای  ** که کند مهمانی فرخنده‌ای 
  • Ev sahibi onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder.
  • مال خود ایثار راه او کند  ** جاه خود ایثار جاه او کند 
  • Artık ona şükretmek Tanrı’ya şükretmekten ibarettir. Çünkü Tanrı, o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.
  • شکر او شکر خدا باشد یقین  ** چون به احسان کرد توفیقش قرین 
  • Buna şükretmemek Tanrı’ya şükretmemektir. Onun hakkı şüphe yok ki Tanrı hakkı demektir. 3255
  • ترک شکرش ترک شکر حق بود  ** حق او لا شک به حق ملحق بود 
  • Nimet ve ihsanlarına karşılık Tanrı’ya şükret fakat ihsan edene de şükret, onu da an.
  • شکر می‌کن مر خدا را در نعم  ** نیز می‌کن شکر و ذکر خواجه هم 
  • Ananın merhameti Tanrı’dandır ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.
  • رحمت مادر اگر چه از خداست  ** خدمت او هم فریضه‌ست و سزاست 
  • Tanrı işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi. Çünkü Muhammed, inananların dönüp başvurdukları zattır.
  • زین سبب فرمود حق صلوا علیه  ** که محمد بود محتال الیه 
  • Tanrı kıyamette kula “ Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der.
  • در قیامت بنده را گوید خدا  ** هین چه کردی آنچ دادم من ترا 
  • Kul der ki: Yarabbi sana can ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından sendendi. 3260
  • گوید ای رب شکر تو کردم به جان  ** چون ز تو بود اصل آن روزی و نان 
  • Tanrı der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için bana da şükretmedin.
  • گویدش حق نه نکردی شکر من  ** چون نکردی شکر آن اکرام‌فن 
  • Bir kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Halbuki onun yüzünden benim nimetlerime nail olmadın mı?
  • بر کریمی کرده‌ای ظلم و ستم  ** نه ز دست او رسیدت نعمتم 
  • Hâsılı o garip de velinimetinin mezarına gelince ağlayıp inlemeye koyuldu.
  • چون به گور آن ولی‌نعمت رسید  ** گشت گریان زار و آمد در نشید 
  • Dedi ki: ey her yoksulun dayandığı güvendiği zat. Ey himmeti umulan ey yolda kalanların imdadına erişen!
  • گفت ای پشت و پناه هر نبیل  ** مرتجی و غوث ابناء السبیل 
  • Ey rızıklarımız için gam yiyen bizi hatırlayan ey ihsanı, lûtfu, Tanrı rızkı gibi umumi olan! 3265
  • ای غم ارزاق ما بر خاطرت  ** ای چو رزق عام احسان و برت 
  • Ey yoksullara aşiret ve ana baba olan ey onlara geçinmek harcanmak ve borçlarını vermek için ana baba gibi yardım eden!
  • ای فقیران را عشیره و والدین  ** در خراج و خرج و در ایفاء دین 
  • Ey deniz gibi yakınlarına inci uzaklarına yağmur hediye eden!
  • ای چو بحر از بهر نزدیکان گهر  ** داده و تحفه سوی دوران مطر 
  • Ey güneş, sırtımız senin hararetinle ısınmıştı. Her köşkün parlaklığı sendendi, her yıkık yerin definesi sendin.
  • پشت ما گرم از تو بود ای آفتاب  ** رونق هر قصر و گنج هر خراب